Miyase İlknur: Cumhuriyet'te mağdura kimliği sorulmaz
Cumhuriyet gazetesinde başlayan 'Kavala ve Demirtaş tartışması' devam ediyor. Yazar Miyase İlknur, gazetenin kurucularından İlhan Selçuk'un 'katıksız bir Atatürkçü ve Cumhuriyetçi' olmasına rağmen mağdurun kimliğine ve siciline bakmadan herkesin adil yargılanma hakkını savunduğunu anlattı.
DUVAR - Cumhuriyet'ten Miyase İlknur, 'Kavala ve Demirtaş tartışması' üzerine gazetenin kurucularından İlhan Selçuk'un geçmiş yazılarından bir seçki paylaştı. İlknur, Selçuk'un 'katıksız bir Atatürkçü ve Cumhuriyetçi' olduğunu ama 'mağdurun siciline bakmadan, ama demeden herkes için adil yargılanma hakkını savunduğunu' anlattı.
Cumhuriyet'in yayın yönetmeni Aykut Küçükkaya ve gazetenin yazarı Bartu Soral arasındaki Kavala ve Demirtaş tartışmasına değinen İlknur, İlhan Selçuk'a yıllarca 'dinozor, milliyetçi, ultra Kemalist' denildiğini ama Selçuk'un kendisinden farklı düşünenlerin kimliğine, siciline bakmadan hakkına sahip çıktığını ifade etti.
Cumhuriyet gazetesinde Selahattin Demirtaş tartışması
İlknur'un yazısının tamamı şöyle:
‘Linç ile bilinç’
Bu başlığı İlhan Abi’den ödünç aldık. İlhan Abi dediğimiz bu gazeteyi 1992’de Berin Nadi ile birlikte yeniden kuran ve kurumlaştıran İlhan Selçuk. Onun katıksız bir Atatürkçü, katıksız bir Cumhuriyetçi olduğunu bilmeyen var mı?
İlhan Selçuk’un her türlü etnikçiliğe, liberallerin tapındığı yeni dünya düzenine karşı mücadelesini duymayan var mı? Yıllarca ona dinozor, milliyetçi, ultra Kemalist diye isimler takılmadı mı?
Yazılarıyla “Öff yine mi Sevr, yine mi küreselleşme, yine mi neo-liberalizm eleştirisi” diye dalga geçilmedi mi?
İşte bu gazetenin ikinci kurucusu İlhan Selçuk, mağdurun siciline bakmadan, ama demeden, herkes için adil yargılanma hakkını savunurdu.
Yukarıdaki başlığı İlhan Abi’nin 20 Mart 1994 günkü yazısından aşırdık.
Niye mi?
Öyle gerekti de ondan. Cumhuriyet Vakfı’nın Berin Nadi ile birlikte kurucusu olan İlhan Selçuk’tan bayrağı devralanlar, onun bizlere öğrettiği habercilik çizgisini aynen sürdürür.
Cumhuriyet’te mağdura kimliği sorulmaz, siciline bakılmaz. Hukuk ve insan hakları temelinde en uç noktadakinin bile hak ve hukukuna sahip çıkılır.
Bunun kanıtı olarak da kendisinden çok farklı düşünen kişi ve kurumların haklarını nasıl savunduğuna ilişkin İlhan Abi’nin geçmiş yazılarından bir seçki yaptık. Tabii bu sayfaya ancak birkaç örnek sığdırabildik. Meraklısı arşive girip bakar.
20 MART 1994
“DEP’liler tutuklandılar.
Allah nazardan esirgesin, medyamızda yorumdan ve haberden vazgeçilmiyor; Hükümetimiz boş durmuyor; Başbakan konuşuyor...
Neler söyleniyor neler?
Linç yasası işliyor.
Öyle bir ruhsal fokurdama ki adamları ipe çekmek için sürükleyenlere karşı çıkarak sağduyuya çağrı çıkarsan;
-Durun baylar, bir dakika!..Seni de parçalarlar.En iyisi seyretmek, bulaşmamak, görüntülerin fotoğrafını çekmemek mi?.. Hayır!.. DEP’li milletvekilleri daha yargılanmadan
TCK’nin 125’inci maddesine göre asamayız; savunmalarını almadan mahkûm etmenin anlamı yoktur. Yargıçların ne diyeceklerini beklemeden dışarıdan ahkâm kesmek adaleti etkilemeye çalışmaktır ki uygar bir topluma yakışmaz.”
13 EKİM 1994
“İsmail Beşikçi’nin tutuklama haberini Cumhuriyet’te okudum; öteki gazetelere baktım; hiçbirinde yok. Babıâli’nin fikir özgürlüğüne karşı ilgisizliği sürüp gidiyor. Gazetemiz olayı birinci sayfadan, Beşikçi’nin fotoğrafını koyarak duyurdu. 18’inci yüzyılda Voltaire’in söylediğini bin birinci kez yineleyelim:
-Fikirlerinize katılmıyorum; ama fikirlerinizi anlatma özgürlüğünüzü sonuna kadar savunacağım.”
5 MART 1995
“İçeride yatan onlar değil biziz...
İçeride fikir suçundan yatan 100’ü aşkın kişi var. İsterseniz bu hapisanecilere ‘düşünce suçlusu’ da diyebiliriz, içeridekiler kafalarından geçeni söz veya yazıyla dile getirdikleri için mapusanede yatıyorlar.
İçeridekileri anarken çoğunlukla tanıdığımız aydınları sayıyoruz; Fikret Başkaya, Haluk Gerger, İsmail Beşikçi, Mehdi Zana, Yılmaz Odabaşı...
Demokrasiyi kırk yıldan beri talim ediyoruz, öğrenemedik.
Kaldırın yahu, şu Terörle Mücadele Yasası’nın 8’inci maddesini!.. Boşalsın hapisaneler!..”
15 EKİM 1995
“Nobel Barış Ödülü’nün bu yıl Leyla Zana’ya verileceği söylentileri, Ankara’yı hop oturtup hop kaldırmıştı. Düşünün bir kez, ödül töreni Ankara’da cezaevinden yapılsaydı, ne büyük şenlik olacaktı.
Hürriyet gazetesi, kocaman harflerle sekiz sütuna manşet atmış:
-Teröre ödül yok!..Zana terörist mi?..DEP davasından hapiste yatan Sayın Zana nedeniyle hepimizin yüzüne gölge düşüyor; DEP milletvekillerini yaka paça içeri atan hareketin başını Çiller çekmişti, ama bu ayıp hepimize yeter.
‘Nobel Barış Ödülü, Leyla Zana’ya verilecek mi’ diye hop oturup hop kalkan resmi ve özel çevrelerde üç paralık demokrasi onuru olsa, DEP milletvekilleri hapiste yattıkça geceleri uyku uyuyamazlardı.
Avrupa’ya karşı eğik olan başımızı, kendi içimizde hesaplaşırken kaldırıp yüz yüze bakabiliyor muyuz?..”