Sarı Yelekliler, demokrasi sökümü ve protestonun geleceği
Güvenlik güçlerinin uyguladığı baskı ve şiddet protestoları sonlandırır mı? Daha çok otoriter sistemlerden hareketle yapılan çalışmalar protestonun hiçbir biçimde ortadan kalkmadığını, ancak biçim değiştirdiğini ortaya koyuyor: Daha görünür olandan daha örtük olana, daha örgütlü olandan örgütsüz olana doğru.
Ayşen Uysal*
Ünü dünyanın dört bir yanına yayılmış toplumsal hareketler uzmanı Charles Tilly Toplumsal Hareketler (Babil Yayınları) başlığını taşıyan kitabında “İcat edilmiş bir kurum olarak toplumsal hareket ortadan kalkabilir ya da oldukça farklı bir politika biçimine dönüşebilir. Bir zamanlar gözde olan pek çok halk isyanları ve adalet hareketleri nasıl ki yok olduysa, iki asır boyunca varlığını sürdürmüş toplumsal bir hareketin de devam edeceğinin garantisi yoktur.” der. Tilly bu tespiti yaparken aklında öncelikle devletin ademi merkeziyetçiliği, özelleştirmeler, ulusötesi güçlerin devleti gölgelemesi ve demokrasiden hızla uzaklaşma eğilimi, teknolojideki gelişmeler ve internetin toplumsal hareketler üzerindeki etkisi vardı. Peki Tilly’nin yaptığı bu değerlendirmeyi, “demokrasiden hızla uzaklaşılması” etkeninin de bileşeni olan baskı boyutu ile düşünmek mümkün mü? Yani devlet baskısı ve şiddeti boyutuyla. Devlet baskı ve şiddeti toplumsal hareketleri ortadan kaldırabilir mi? Yıllardır bu mesele üzerine çalışmalar yapan bir bilim insanı olarak, beni bu satırları kaleme almaya teşvik eden Fransa’da Sarı Yelekliler eylemleri üzerine yazılmış iki gazete yazısı oldu. Yazılardan ilkinde “önleyici gözaltıların” dökümü yapılıyor. Diğer yazı ise “önleyici gözaltılar veya gösteri düzenleme hakkının sonu” başlığını taşıyor. Her iki yazı da eylemler hakkında en iyi değerlendirmelerin yer aldığı Mediapart’ta yayınlandı.
Devlet baskısının artması, demokrasiden uzaklaşma, haklardan soyundurulmak, hukuk devletinin ilgası, vs. birbiri ile iç içe geçmiş gelişmeler. Protestonun kriminalize edilmesi de bu bütünlüğün bir parçası. Bu gelişmeleri kısaca demokrasi sökümü olarak adlandıracağım. Sarı Yelekliler eylemleri dolayısıyla artırılan kontroller sonucunda çok sayıda kişinin üzerinde eldiven, kayak maskesi, motosiklet kaskı gibi eşyalar bulunduğu gerekçesiyle gözaltına alınması bu sürecin tipik ve somut örneği. Önleyici gözaltıların sayısı bu kadar artınca, mesele Fransa gündemindeki yerini aldı. Türkiyeli okuyucunun çok aşina olduğu ama bir Fransız yurttaşının pek de bilmediği bir deneyim bu. Yeri gelmişken burada Türkiyeli okuyucunun unuttuğu, hatta bilmediği bir noktayı da hatırlatmakta fayda var. Fransa ile ilgili haberlerde Türkçe yayın yapan medyanın da buna hiç dikkat etmediği görülüyor. Eylemlerde yakalanan eylemci sayısı ile gözaltı sayısı farklı, zira her yakalama bir gözaltı ile sonuçlanmıyor. Sarı Yeleklilerin dördüncü eyleminde 1723 kişi yakalandığı (interpellation) halde, bunların 1200 kadarı gözaltı (garde à vue) ile sonuçlandı. Gözaltına alınanlar Fransız Ceza Kanunu’nun 222/14/2 uyarınca, yani “kişilere ve malların tahribine yönelik şiddet hazırlığında olan bir gruba katılmaktan” yargılandı. İlgili madde Nicolas Sarkozy’nin 2010 yılındaki “eseri”. Futbol sahalarındaki şiddete engel olmak için getirilen düzenleme, eylemleri kriminalize etmek için yasal dayanak sağlıyor ve araçsallaştırılıyor. Bu maddeye istinaden yapılan hızlı yargılamalar sonucunda çok sayıda kişiye 10 aya varan ertelemeli ya da ertelemesiz hapis cezaları, para cezaları verilmesinin yanında, bu kişilerin bir yıl süreyle Paris’e girişleri de yasaklandı. Bu kısmı okuyucuya çok tanıdık gelmiştir sanırım. Hem eylemcilerin ceza alması bakımından hem de seyahat özgürlüğüne getirilen kısıt bakımından… Fransa’da sokak protestoları, 1968 eylemleri ertesinde, olağan/normal siyasal katılım biçimi olarak kurumsallaşmış durumda. Buna bağlı olarak da güvenlik güçleri “seçici güvenlik politikaları” uyguluyor. Eylemlerde polis örneğin “kırıcılar” (casseurs) ve “anarşistlerin” güzergahlarında özel önlemler alıp gövde gösterisi yapıyor iken, diğer grupların yürüyüş güzergahlarında çoğu zaman görünmez oluyor, paralel sokaklarda konumlanıyor ve göstericilerle temastan kaçınıyor. Daha doğrusu “kaçınıyordu” demek daha doğru, zira son yıllarda, özellikle Sarkozy dönemi ile birlikte bu politikalar çok değişti. Bu değişiklik Sarı Yeleklilerin eylemlerinde gözaltına alınanların siyasal ve toplumsal profilinde de açığa çıkıyor, çünkü bu sözü edilen cezalara çarptırılanların hiçbiri “kırıcılar” arasından değil, silahla ya da şiddet uygularken yakalanmamışlar. Çoğu ya işçi ya zanaatkar ya şoför ya da işsiz, vs. Çoğunun ilk eylemi, hatta gözaltı nedeniyle ilk eylemlerine katılmaya bile zaman bulamamış kimseler. Fransa’da daha sıklıkla görüldüğü biçimiyle, banliyölerin metro istasyonlarında yakalanmadılar, aksine varlıklı Fransızların yaşadığı bölgelerin metro istasyonlarında, Wagram’da, Ternes’de yakalandılar. Bu tablo, Fransız güvenlik güçlerinin “seçiciden” “genelleştirilmiş” bir kamu düzenini sağlama politikasına doğru hızla yol aldığını gösteriyor. Polis şiddetine herkes maruz kalabilir, “her canlı bir gün gözaltını tadacaktır” minvalinde. Güvenlik güçleriyle şimdiye kadar bu tür bir ilişkiye girmemiş olan Fransızlar için bu oldukça şoke edici bir durum. O nedenle ortada ilan edilmemiş bir olağanüstü hâl olduğunu düşünüyorlar. Bizlerin Türkiye’de aşina olduğu tüm bu gelişmelere Fransızların şaşkınlık göstermelerinin en temel nedeni, Fransa’da sokak protestolarının son elli yıldır yönetenlerle müzakere etmenin bir aracı ve siyasal katılımın olmazsa olmaz bir parçası olması. O nedenle protesto eylemlerinin bu biçimde kriminalize edilmesi onlar için, hakkın tırpanlanması, hatta kullanımının ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Bu, “siyasetten dışlama versus siyasete müdahil olma” üzerinden şekillenen bir çatışma.
Peki güvenlik güçlerinin uyguladığı baskı ve şiddet protestoları sonlandırır mı? Daha çok otoriter sistemlerden hareketle yapılan çalışmalar protestonun hiçbir biçimde ortadan kalkmadığını, ancak biçim değiştirdiğini ortaya koyuyor: Daha görünür olandan daha örtük olana, daha örgütlü olandan örgütsüz olana doğru. Bu açıdan bakılınca, demokrasi sökümü çağında verdiğimiz mücadele haklarımızı, özellikle de kendimizi açıkça ifade etme ve örgütlenme hakkımızı koruma mücadelesi. Sarı Yeleklilerin bu mücadeleden kısa zaman zarfında vazgeçeceklerine dair şimdilik bir veri yok. Zira bu aynı zamanda hem onlar hem de çağımız insanı için uzun erimde protesto hakkına sahip çıkma ve vatandaş kalma mücadelesi.
*Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden KHK ile ihraç edilen barış akademisyeni