Eren Keskin: Cesur ve güzel
Eren Keskin hakkında Özgür Gündem gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yaptığı için açılan 143 dava var. 12.5 yıllık bir ceza ise istinafta bekliyor. Keskin “Her an kesinleşebilir. Yokmuş gibi düşünüyorum. Yurt dışına da asla gitmeyeceğim. Aslında hepimizin gitmesini istiyorlar. Gitmesek yasa değiştirmek zorunda kalacaklar. Ceza kesinleşirse cezaevinde mücadeleme devam edeceğim. Bu benim hayat biçimim" diyor.
Bircan Değirmenci
1996 yılı. Ülkede Gündem gazetesinde yeni yetme muhabirim. İstanbul Fatih’te bir ‘hücre evine’ baskın yapılmış, iki kişi polis tarafından öldürülmüştü. İstihbarat şefimiz Ender Öndeş, haberini yapmamız için yanımda deneyimli bir arkadaşla birlikte görevlendirmiş beni. Olay yeri polis ve basın mensuplarıyla dolu. İnsan Hakları Derneği’nin açıklaması bekleniyor. ”Birazdan şube başkanı gelecek” diyorlar. Daha çok yeni olduğum için dernekten kimseyi tanımıyorum. Açıklama için duyurulan saatin üzerinden yarım saat gecikiyor. Az sonra eski Yeşilçam filmlerindeki bir kareden fırlamış gibi saçlarını krepe yapmış, Türkan Şoray’ı andıran gözlerine çektiği sürmeleriyle olağanüstü güzel bir kadın gözüküyor. Gözlerimi alamıyorum. "Bu kim acaba?" diye düşünürken “Başkan geldi” dediklerini duyuyorum. Çok şaşırıyorum. O dönem serde devrimcilik ve ‘şekilcilik’ var, makyaj yapmanın ‘zinhar yasak’ olduğu zamanlar. Mesleğe yeni başladığım için yaşanan olaylardan duygusal olarak da etkileniyorum. “Burada böyle bir olay olmuş ve biz yarım saattir beklerken bu kadın kuaförden mi geliyor?” diye içten içe kızıyorum. Sonra o kadın gelip, oradaki polislerin gözünün içerisine bakarak öyle bir konuşuyor ki şaşkınlığım daha da artıyor. Artık makyajını değil sadece söylediklerini görüyorum. Ezberim bozuluyor, süslü kadınlar da böyle konuşabiliyormuş meğer.
Daha sonra Devlet Güvenlik Mahkemelerinde savunma yaparken, Cumartesi Anneleri eylemlerinde otururken, hak ihlallerinin peşinden giderken, panellerde konuşma yaparken, gözaltında cinsel şiddete uğrayan kadınların hakkını ararken, Fatih Altaylı’yla kavga ederken, Öcalan’ın avukatı olduğu için saldırıya uğrarken, oturma eyleminde panzerden sıkılan suyun altında ıslanırken rastlayacaktım ona. Ve onunla bütünleşen makyajı, özenle taranmış saçları, kendine has giyim tarzıyla, süslü ama konuşurken insanda ‘cesaret hapı mı içmiş’ izlenimi uyandıran bu cesur ve güzel kadın Eren Keskin’di.
Uzun bir aradan sonra yeniden buluşmak için randevulaşıyoruz. Çukurcuma’daki bürosuna gidiyorum. Kapıda 18 yıldır insan hakları mücadelesinde birlikte çalıştığı arkadaşı, yoldaşı Leman Yurtsever karşılıyor beni. Büroya değil de sıcacık bir eve girmiş gibi oluyorum. Yaşanmışlığı anlatan eski ahşap ve rengarenk döşenmiş bu ev tipi büro huzurlu hissettiriyor. Leman kahve yaparken, yeğeni Dilara da yemek yapıyor. Birazdan elinde valiziyle Eren Keskin geliyor. İnsan hakları ile ilgili bir panel ve Gültan Kışanak’ın kitabının imza günü için Antalya yolcusu. 18 yıl önce gördüğüm kadındaki tek değişiklik gözlükleri. Odası kitaplar, dava dosyaları ve fotoğraflarla dolu. İnsan hakları mücadelesinde birlikte yürüdüğü dostları Ayşenur Zarakolu, Akın Birdal, Osman Baydemir, Vedat Aydın ve Ragıp Zarakolu’yla çektirdiği, eylemler sırasında polis tarafından kolundan tutularak götürüldüğü fotoğraflar.
Çerçevelenmiş bir siyah-beyaz fotoğraf dikkatimi çekiyor. Merakımı gideriyor. Anneannesi ve dedesinin fotoğrafıymış. “Anneannem Türkiye’nin ilk üniversite mezunu kadınlarından, kimya mühendisiydi. Anne tarafım Çerkez. Kadınların daha önde olduğu bir ailede büyüdüm. 100 yaşına kadar yaşayan anneannem ölümüne kadar gazete okuyan, politikayla ilgilenen, gündemi takip eden bir kadındı. Kendi kadın mücadelemi biraz ona bağlıyorum. Baba tarafım daha feodal bir aileydi.”
Bankada müfettiş olan babasının görev nedeniyle gittiği Bursa’da dünyaya gelen Keskin, ilkokulu burada, ortaokul ve liseyi İstanbul’da okuyor. Avukat olmaya ortaokul yıllarında, Deniz Gezmişlerin idamından sonra “Böyle insanları savunacağım” diye karar veriyor. “Çocukça bir şeydi belki ama o kadar kararlıydım ki ortaokul ve lisede arkadaşlarım bana ‘avukat hanım’ derlerdi.”
Baba tarafının Kürt olduğunu 13 yaşındayken babasının kuzeninden öğreniyor. “O zaman benim için çok büyük bir anlamı yoktu ama solcu olduktan ve Kürtleri öğrenmeye başladıktan sonra çok hoşuma gitmeye başladı, Kürtmüşüz diye. Ondan sonra da zaten Kürt meselesiyle her zaman bir ilgim oldu. Asimile olmuş bir aileydik. Dedem valiymiş. Babama sorduğumda, ‘ben bilmiyorum falan’ diye geçiştirirdi ama beni her zaman destekledi. Niye bu işleri yapıyorsun demedi. 2010’da babamı kaybettik”
Ülkücülerin ağırlıkta olduğu Küçükyalı Lisesi’ndeyken sol gruplarla hareket eder. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni kazanarak avukat olma hayaline adım atar. Lisede solcu olarak çok bilindiği için bu liseden fakülteye gelen ülkücüler tarafından kaçırılmaya çalışılırken POL-DER’li bir polis tarafından kurtarılır. ”Polislerin sendikalaşması çok önemli aslında. O zaman sendikaları vardı ve bu iyi bir şeydi. Şimdi karşında hep tek tip bir şey görüyorsun”
Üniversitenin ardından bir yıl bir avukatın yanında çalıştıktan sonra kendi bürosunu açarak siyasi davalara bakmaya başlar. 1989’da Ercan Kanar’ın şube başkanı olduğu İnsan Hakları Derneği’ne girer. Uzun dönem sürdürdüğü şube sekreterliğinden sonra Genel başkan yardımcılığı ve İstanbul şube başkanlığı yapar.
CEZAEVİ SÜRECİ
1995’te Özgür Gündem’de yazdığı bir yazıda ‘Kürdistan’ kelimesini kullandığı için cezaevine girer.
“Kürt kadınlarla birlikte olmak için Bayrampaşa Cezaevi’nde kalmak istedim. O zaman hükümlüler orada kalmıyordu. Çok daha rahat bir cezaevinde kalabilirdim ama istemedim. Mehmet Moğoltay Adalet Bakanıydı. Araya birileri girdi ve özel bir izinle kaldım orada. Cezaevinde çok iyi anılarım, çok sevdiğim kadınlar da oldu ama alternatif yapıların da aslında bir şekilde devlete benzediklerini gördüm. Bunu tüm örgütsel yapılar için söylüyorum. Bütün karar mekanizmalarında erkekler vardı. Hiç kadın yoktu. Bunlar benim için önemliydi. İnsan haklarının aslında ne kadar herkese lazım olduğunu bir kez daha düşünmeye başladım. Devletin politikalarına karşı mücadele ederken ona da benzeyebiliyorsunuz. Bu tehlike her zaman var. O nedenle ben demokratikleşmenin kendimizden başlaması gerektiğine inanıyorum. Ben ne kadar demokratım, ne kadar erkek egemenliğini kendi içimde aştım? Ne kadar militer yapıdan uzağım? Kendi hemcinsimi ne kadar kıskanıyorum? Bunlar çok önemli. Hayatımızda bizi çok etkileyen şeyler. Cezaevinin en büyük katkısı bu oldu. Bunları kırmaya çalışmak çok önemli bence.”
KADINLARA HUKUKİ YARDIM
Cezaevindeyken, cinsel işkencenin kadının psikolojisi üzerinde ne kadar etkili olduğunu daha yakından görür. Cezaevinden çıktıktan sonra; gözaltında cinsel şiddete uğrayan kadın ve trans kadınlara avukatlık yapmak üzere, 1997’de Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuk Yardım Bürosu'nu kurar. Leman Yurtsever ile birlikte yıllardır aynı büroda çalışıyorlar. “Ben hukuki boyutuna bakıyorum. Leman da onların rehabilitasyonu için elinden geleni yapar. Doktorlara götürür, mağdurlar evinde kalır. Siyasi veya adli bir nedenle resmi cinsel şiddete maruz kalan tüm kadınlar bizim mağdurumuz konumundadırlar. Hiçbir ayrımımız yok.”
Çalışmaya başlarken cezaevlerini dolaşıp örgütsel yapılarla görüşürler. “Bizi burjuva bir iş yapmakla suçladılar. ‘Biz devrimciyiz, kadına yönelik şiddet diye ayrılamaz, bu devrimcilere yapılan bir işkencedir’ dediler. Hayır, diğerini anlatabiliyorsunuz ama bu ömür boyu travma yaratan başka bir işkence biçimi. Bunu anlatmaya çalıştık.”
FATİH ALTAYLI DAVASI
O dönem Med TV’de yapılan bir programın ardından Kürt kadınlardan ve birçok çevreden başvuru gelmeye başlar. Keskin birçok toplantıya davet edilir. Bunlardan biri de 2002 yılında Köln’de yapılan bir toplantıdır. Prof. Necla Arat da toplantıdadır. “Devlet kaynaklı şiddet konuşuluyordu. Ben kendi bölümümde; kadınların Kürdistan’da maalesef bu çatışmalı ortamda her savaşta olduğu gibi cinsel işkenceye maruz kaldıklarını ve bunun tahribatıyla yaşamaya devam ettiklerini söyledim. Kendisini feminist olarak tanımlayan Necla Arat ayağa kalktı ve ‘Siz benim askerime tecavüzcü diyemezsiniz’ diye bağırmaya başladı. Ben anlatmaya çalıştım. ‘Bütün savaşlarda kadınlar savaş ganimeti olarak görülürler. Bütün askerler tecavüzcüdür demiyorum ama böyle olaylar var’ dedim.”
Salonda Necla Arat’a büyük bir tepki olur. Toplantı sona ermeden biter. Türkiye’ye döndüğünde havalimanında basın ordusuyla karşılaşınca çok şaşırır. Çünkü ertesi gün bu tartışma Hürriyet gazetesine manşet olmuştur. Necla Arat ve Genel Kurmay Başkanı, Keskin hakkında suç duyurusunda bulunur. DGM’de yargılanmaya başlar.
FATİH ALTAYLI'DAN SALDIRI
O sıralar Radyo D’de program yapan Fatih Altaylı, “Bu kadını nerede görsem tacizde bulunmazsam namerdim” gibi sözler sarf eder. “Bunun üzerine birçok kadın beni aradı. Konuşmayı dinledik, korkunçtu ve ben suç duyurusunda bulundum. Altaylı’ya dava açıldı. Duruşmadaki kadın hakimin tavrını hiç unutmuyorum. Ben konuşmaya başlayınca “Nedir bu militarizm, ne anlama geliyor, dakikada bir militarizm deyip duruyorsun’ diye sürekli sözümü kesip susturmuş ama Fatih Altaylı’ya özel bir ihtimam göstermişti. Bir kadın yargıcın bunu yapması çok içimi acıttı. Yargının ne kadar erkek egemen ve feodal değer yargılarıyla donatıldığını biliyorum ama bir kadın yargıcın o tavrı çok simgeseldi benim için”
Altaylı bu davadan para cezasına çarptırılır. Bir süre sonra Keskin’i programına davet eder. “Dağdaki ağabeyini aramaya giderken başından şarapnelle vurularak tutuklanan 14 yaşındaki Sevgi İnce’nin tahliyesi için uğraşmıştık. O dönem Ahmet Altan’ın İnce hakkında yazdığı yazılar da etkili olmuştu. Sevgi İnce tahliye edilmişti. Fatih Altaylı’nın asistanı arayarak, Sevgi’yle birlikte beni programa davet etti. Ben de programda benden yüzüme karşı özür dilemesini şart koştum. Tabii ki kabul etmedi. Onlar da çağırmaktan vazgeçtiler.
ÖCALAN'IN AVUKATLIĞI VE ÖLÜM TEHDİTLERİ
1999’da PKK lideri Abdullah Öcalan yakalanarak İmralı’ya götürülür. Öcalan’ın avukatlığını üstlenmek ateşten gömlek gibidir. Keskin ve Osman Baydemir İHD’nin genel başkan yardımcılarıdır. “Yakalanışının altıncı günüydü. Osman beni telefonla arayarak ‘buluşalım’ dedi. Ben anladım tabi. Biz onunla çok lüks bir restoranda buluştuk. Sanki orada buluşunca ne konuşacağımız anlaşılmayacak gibi. Osman bana ‘var mısın’ dedi. ‘Varım’ dedim ben de.”
Ahmet Zeki Okçuoğlu’yla birlikte 11 avukat ertesi gün DGM’ye giderek dilekçe verirler. Basında duyurulduktan sonra ölüm tehditleri ve saldırılar başlar. Öne çıkan avukatlardan Keskin, Baydemir ve Okçuoğlu üzerinden yazılı ve görsel basında saldırgan yayınlar yapılır. “Altı ay evimize gidemedik. Evimin bulunduğu yere “Ne Mutlu Türküm diyene” diye pankart asılmıştı. Biz artık bizi öldürecekler gözüyle bakıyorduk. Özellikle bana kadın kimliğim üzerinden çok fazla saldırı oldu. ‘Apo’nun dişi kuşu’ndan tutun, benim fahişeliğime kadar neler yazıldı. O zaman hiçbir erkeğe bunlar yazılmadı. Ama bir kadın avukat olmanın ağırlığını o dönemde de yaşadım.”
Ardından Taha Akyol Milliyet’te bir yazı kaleme alır. Avukatlara saldırmanın yanlış olduğunu ve kim olursa olsun herkesin savunma hakkı olduğunu anlatır. "Sanırım bu da bir devlet kararıydı. Taha Akyol hepimizi tek tek tanıtarak, insan hakları savunucusu olduğumuzu, Okçuoğlu’nun PKK’ye muhalif bir Kürt aydını olduğunu yazarak, denge sağlamaya çalıştılar. Yavaş yavaş her şeye alışılıyor. Bu toplum Habur’dan girişi de gördü. Devlet istese halk barışa hazır. Devletin bunu istemesi gerekiyor."
EN ÇOK KADINLARDAN ETKİLENİR
İnsan hakları savunuculuğu yaparken birçok hak ihlaline tanıklık eder.
“90’lı yıllardı. O dönem İHD dışında Kürdistan’a giden hiçbir örgüt yoktu. Hepsine gittik tek tek raporladık. Bu coğrafyada göz önüne çıkmayan, devletin yaşattığı o kadar büyük acılar, haksızlıklar var ki. Derisi yüzülerek öldürülen insanlar oldu. Bunlardan biri de Vedat Aydın’dır. Bunları görünce vazgeçmek bana göre mümkün değil. Benim için insan hakları mücadelesi ölülerimize olan borcumuzdur.”
Hak ihlalleriyle mücadelede onu en çok etkileyen kadınlar olur. “Cinsel şiddete, tacize, tecavüze uğrayan kadınlar bunu anlatırken hep aynı kadın olurlar sanki. O yüzlerindeki ifade hep aynı. Bir de cinsel şiddeti yaşayan kadınların çoğu aynı sözü söylüyor. Babam bunu duysa mahvolur. Hiç annesini üzmekten korkan kadına rastlamadım hep babam, kocam, abim. Hepsi de erkekleri üzmekten korkarak, erkeğe karşı kendini küçük düşmüş hissettiği için anlatmıyor cinsel şiddeti. Politik kadınlar da böyle. Bunun mücadelesini verenler de kimi zaman bu şiddeti anlatamıyor.”
CESARET İNSANI KORUYOR
Eren Keskin hakkında Özgür Gündem gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yaptığı için açılan 143 dava var. 12.5 yıllık bir ceza ise istinafta bekliyor. “Her an kesinleşebilir. Yokmuş gibi düşünüyorum. Yurt dışına da asla gitmeyeceğim. Aslında hepimizin gitmesini istiyorlar. Gitmesek yasa değiştirmek zorunda kalacaklar. Ceza kesinleşirse cezaevinde mücadeleme devam edeceğim. Bu benim hayat biçimim. Elden ayaktan düşene kadar da yapmaya devam edeceğim. Seviyorum ben yaptığım işi.”
Cesaretin insanı koruyan bir yanı olduğuna inandığını söylüyor Keskin.
"Bana korkmuyor musun? diyorlar. O duyguları ben hep öteliyorum, öyle yapmazsan yaşaman mümkün değil. Çünkü sürekli tehdit ediyorlar. Eskiden telefonla tehdit ediyorlardı. Şimdi de sosyal medyadan saldırıyorlar. Hemen engelliyorum, yokmuş gibi düşünüyorum. Tabii ki hepimiz korkuyoruz, korkmamak mümkün değil ama ben mahkemelerde bazı hakim ve savcıların aslında benim gibi düşündüğünü görüyorum. Yüz ifadelerinden anlıyorum. Benim haklı olduğumu biliyorlar. Saygı gösteriyorlar en azından. Onların yüzüne bakarak evet yaptım, yine yapacağım, çünkü düşünce özgürlüğünü savunuyorum demenin kişiyi koruyan bir şey olduğunu düşünüyorum. Burada kim daha özgür?”
UMUTSUZ MÜCADELE OLMAZ
Keskin umudunu hiçbir zaman yitirmediğini söylüyor. “Dünyayı hep direnenler değiştirmiştir. Ben buna inanıyorum. Birtakım şeyler değişmek zorunda. Umutsuz bir mücadele olmaz. Ben cezaevine girsem de cezaevinde de düşünce ve ifade özgürlüğü için mücadele etmiş olmam benim için güzel bir şey. Bugün düşünceleri nedeniyle yargılanan birçok gazeteci var cezaevinde. Kimse isimlerini bile hatırlamıyor. Ahmet Altan var, 74 yaşında Nazlı Ilıcak var. Bunlar darbe falan yapmadılar. Bunu herkes biliyor ama intikamcı bir hukuk anlayışı uygulanıyor.
DOĞRU MUHALEFET YAPILMIYOR
“Bütün muhalefeti sadece Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden yaparak bize devleti unutturdular” diyen Keskin, “Çözüm için konuşan yok. Bir kişiye odaklanarak yapılan muhalefetin doğru bir muhalefet olmadığını düşünüyorum. MHP’yle AKP’yi, CHP’yle, İYİ Parti'yi kontrol eden derin bir yapı var. Bunu hiç unutmamak gerekiyor. Bu bizim gerçeğimiz. İttihatçı, tek tipçi bir devlet yapısı var Türkiye’de. Tayyip Erdoğan gidecek ama devlet yapısı kalacak. TV’lerde eski Türkiye denip duruyor. Eski Türkiye iyi miydi? 1915’den başlayan bir İttihatçı gelenek yönetiyor Türkiye’yi. Soykırımcı bir zihniyet yönetiyor. Eski Türkiye iyi değildi, unutmayalım. Biz yeni ve iyi bir şey için mücadele edelim, eskiyi getirmek için değil. Ve ben hiçbir zaman umutsuz değilim.”
“Kürt sorunu konusunda devlet sürekli fikir değiştirdi ama bizim fikirlerimiz hiç değişmedi. Biz hep aynı şeyi söylüyoruz. Biz başından itibaren Kürt sorununun ancak demokratik bir biçimde, barışçıl yollarla çözüleceğini anlatıyoruz.”
AMA O EREN HANIM!
İnsan hakları mücadelesinin sembol isimlerinden olan Eren Keskin makyajıyla ilgili de önceleri çok eleştiriliyor. “İlk başlarda çok konuşuluyordu ama daha sonra kabullenildi. Birçok genç kadın ‘Eren abla senin sayende makyaj yapmaya başladık’ diyordu. En komiği de benim bir kadın stajyerim vardı. Bir gün mini eteği ve makyajıyla cezaevindeki ağabeyini ziyarete gidiyor. Ağabeyi çok kızıyor. 'Sen bu makyajla utanmıyor musun buraya gelmeye?' diyor. O da 'Ama Eren hanım da makyaj yapıyor' dediğinde ise ağabeyi, 'Ama o Eren Hanım' diye yanıtlıyor.
Ben kadının kendisiyle barışık olmasını seviyorum. İsteyen kadın yapar, istemeyen yapmaz. Ben solcuyken parka giyiyordum ve erkek gibi davranıyordum. Kollarım açık yürürdüm, sigarayı erkek gibi baş ve işaret parmağım arasında içerdim. Annem çok üzülürdü. Bu mu Eren, yoksa diğeri mi? Bu Eren benim. Kadın bakış açısını içselleştirmeye çalışan biriyim. İstediğim gibi de giyinirim. Benim yüzüme karşı çok eleştiri yapılmadı, arkadan duyuyordum ama bu konuşmaları hiçbir zaman önemsemedim. Alışır herkes gözüyle baktım. Alıştı da. Esas işim insan hakları ama rahatlamak için yaptığım şeyler de var. Hayattan kopuk bir insan değilim ki. Kitap da okurum, dizi de izlerim. Magazini de, modayı da takip ederim.”