Sanatım nedeniyle tutulduğum cezaevinden çıktım ve susturulmayı reddediyorum
Yetkililerin unuttuğu şey, her baskıcı eylemin kendi direnişini ürettiğiydi ve parmaklıklar ardındayken kendi sanat malzemelerimi üretmeye başladım. Boyalarım meyvelerden, sebzelerden, içeceklerden ve hapishanedeki kadınların adet kanından temin edildi.
Zehra Doğan*
2015 yılında Türkiye’de Kürtlerin çoğunlukta olduğu kentlerde güvenlik güçleri ve silahlı gruplar arasında çatışmalar başladı ve Kürt bir gazeteci olarak ben de bu kentleri ziyaret etme ihtiyacı hissettim. Neredeyse tamamı hükümet denetiminde olan Türkiye basını, sadece güvenlik güçlerinin paylaştığı tek taraflı ve propaganda niteliğindeki bilgileri yayınlıyordu.
2015’te, tamamı kadınlardan oluşan bir kadın haber ajansı olan JINHA adına çalışıyordum ve tüm haberlerimi feminist bir bakış açısıyla kaleme aldım. Kurucusu olduğum JINHA, bir hükümet kararnamesiyle kapatılana kadar bir yıl yayın yaptı.
Bu kentlere gidişimden önce kimi insanlar tutuklanabileceğim konusunda beni uyardılar. O günlerde bu bölgeler askeri kuşatma altındaydı; 7/24 sokağa çıkma yasağı uygulanıyordu ve çatışmalar esnasında öldürülen sivillerin bedenleri sokaklarda yatıyordu.
Dolayısıyla, eğer gitmeseydim, halkımı yalnız bırakıyor olacaktım ve hikâyeleri asla işitilmeyecekti. Bunun dışında, çatışmalarda gözaltına alınmaktan ya da yaralanmaktan korkuyordum ama bu benim bir gazeteci olarak gerekeni yapmamı engellemeyecekti. Korkmak insanidir ama baskıcı bir rejim karşısında insanlara gerçeği söylemeye çalışırken korkuya kapılmak, mücadeleyi daha başlamadan kaybetmek demektir.
Bir muhabir olarak aylar boyunca çatışma bölgelerini gözlemledim ve tanık olduklarımı, bu şehirlerde yaşayan insanların tanıklıklarını aktardım. Ancak gözlemlerimiz Türk basınının büyük bir kısmınca görülmedi. Haberlerimizin yayınlandığı web siteleri sansürlendi. Bir ressam olarak, orada olan biteni aktarmak amacıyla sanatı kullanmaya karar verdim. İlkin Nusaybin ilçesindeki yıkımı ve çevremde yaşanan acı olayları cep telefonuma bir kalemle çizmeye başladım ve bunları sosyal medya üzerinden paylaştım. Sosyal medya, ana akım medya gibi sansürlenmemişti ve bu resimler çok fazla paylaşılmaya başlandı. Günümüzde, bir çatışma bölgesinde yaşananların karşısında 1800’lerin savaş ressamları gibi resim çizmeye ihtiyaç duyacağımı hiç düşünmemiştim.
Bu resimler sosyal medya kullanıcılarının dikkatini çekerken, devlet tarafından da fark edilmemiş değildi. Nusaybin’den ayrılmamdan bir gün sonra gözaltına alındım ve tutuklandım. Cezalandırılmamın nedeni olarak yaptığım resimler ve haberler gösterildi. Türk yargısı, resmimin “sanatsal eleştiri sınırlarının ötesine geçtiğine” karar vererek sanatçılar tarafından sorulan “sanatsal eleştiride bir sınır var mıdır, şayet varsa neresidir?” gibi sorulara kısa bir yanıt vermiş oldu.
Başlangıçta, hapishanede resim çizmeme onay verdiler. Dışarıdaki insanlar, bize tuval bezi, boya ve fırça yolladılar; ben de hem mahkûmlarla birlikte resim çizdim hem de hapishanedeki diğer kadınlara resim yapmayı öğrettim. Netice olarak, dışarıdan sanat malzemelerinin getirilmesi yasaklandı.
Yetkililerin unuttuğu şey, her baskıcı eylemin kendi direnişini ürettiğiydi ve parmaklıklar ardındayken kendi sanat malzemelerimi üretmeye başladım. Boyalarım meyvelerden, sebzelerden, içeceklerden ve hapishanedeki kadınların adet kanından temin edildi. Fırçalarımsa hapishane bahçesine giren kuşların tüylerinden ve kadınların saçlarından üretildi. Böylesi baskıcı koşullar altındayken dış dünyada ürettiğimden çok daha fazla şey ürettim; el konulup imha edilen onlarca fotoğraf ve bir roman taslağıma karşın, kalbimi yitirmedim.
Ben Türkiye’de bir “terörist” diye nitelendirilirken, resimlerim birkaç Avrupa ülkesinde sergilendi. Farkında bile olmadan uluslararası ödüller için aday gösterildim ve kimilerini kazandım. Mahkemece “sanatsal eleştiri sınırlarının ötesine geçtiği” söylenen resim, Banksy tarafından New York’taki bir duvara yansıtıldı. Çok sayıda uluslararası kuruluş ve sanatçı serbest bırakılmam için çağrıda bulundu ve Türkiye’de hapsedilen gazetecilere dikkat çekti. Yetkililerin susturmaya ve sansürlemeye çalıştığı sanatım ve sözlerim, bu baskının bir neticesi olarak dünyanın dört bir yanına dağıldı. Birçok farklı ülkeden cesaret verici mektup ve kartpostallar aldım ve her mektubun taşıdığı iyimserliği kelimelerle ifade etmek zor.
Bunların tamamı yalnızca benim için değil, cezaevinde birlikte kaldığım tüm diğer kadınlar, sanatçılar, politikacılar ve akademisyenler açısından büyük bir moral yüklemesiydi. Cezaevinde okumamıza izin verilen birkaç gazetede, sevinç içerisinde dayanışma eylemlerini okuduk.
Demir parmaklıkların ardında olsam da özgürdüm. Devlet beni bir yere tıkabilir ama aklımı asla tutuklayamazdı. Bugün Türkiye’de hapishanelerde binlerce özgür düşünceli insan varsa, dışarıda hükümetin beyin yıkamasına maruz kalan milyonlarca tutuklanmış akıl da var.
Cezaevindeki deneyimimin ardından, tüm dünyanın Türkiye’deki mahpuslara şimdikinden daha fazla destek vermesi gerektiğine inanıyorum. Hapishanede tutulduğum dönemden farklı olarak, politikacı Leyla Güven, yüzlerce insanın ölüm sürecini yavaşlatmak amacıyla sınırlı miktarda şekerli su alarak 100 günden uzun zamandır sürdürdüğü bir açlık grevi dalgası başlattı. Tamamen meşru ve temel bir talepleri var: PKK lideri Abdullah Öcalan’ın, yasalarca korunan, avukatlarıyla görüşebilme hakkını kullanabilmesi. Şimdi çoğu insan ölüm sınırında ve 29 Mart tarihi itibariyle dört kişi açlık grevi nedeniyle hayatını kaybetti.
Türk basınının büyük çoğunluğunda, en küçük sütunda dahi bu haber yer bulamasa da, uluslararası güçlerin hükümete baskı yapmak amacıyla bir araya gelmesi en önemli husus. Artık cezaevinde değilim ama düşüncelerinden dolayı tutuklu bulunan birçok gazeteci, sanatçı, öğrenci, akademisyen ve politikacı mevcut. Türkiye’deki cezaevlerini dünyanın en büyük eğitim kurumuna dönüştürecek kadar nitelikli insan mevcut; fakat defterleri ellerinden alınıyor, okumak istedikleri kitaplar yasaklanıyor ve ürettikleri eserler parçalanıyor. Onları unutmayın ve yardım etmek için elinizden ne geliyorsa yapın.
* Zehra Doğan, bu yılki Sansüre Karşı İfade Özgürlüğü Ödülleri Sanat Endeksi’nde aday olarak gösterildi.
** Yazının aslı INDEPENDENT sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)