Bülent Küçük: Ne iktidar ne de toplumsal muhalefet başa dönebilir
Sosyolog Bülent Küçük 31 mart seçimlerini değerlendirdi. Küçük, "Bu siyasal iktidarın bu haliyle, yani bu kadar zamandan sonra hiçbir şey olmamış gibi eskiye dönmesi biraz önce dediğim gibi bir siyasal nostalji. Bu kadar yaşanmış acı tecrübelerden sonra, gazetecilerin, akademisyenlerin, siyasetçilerin tutuklamasından, yerinden edilenlerden, hak gasplarından vs’den sonra hiçbir şey olmamış gibi ne Türkiye’deki toplumsal muhalefet bağrına taş basarak başa dönebilir, ne de siyasal iktidar kendisini bir tür yıkayarak, temizleyerek yeni baştan bir hikaye kurabilir" yorumunda bulundu.
DUVAR - İstanbul seçimiyle ilgili belirsizlik devam ediyor. AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan beka söylemlerine devam ederken, muhalefet partileri ise yeni yol arayışına girdi. Türkiye ittifakı ve “fabrika ayarlarına dönüş” tartışmalarını da değerlendiren Bülent Küçük, “Bu kadar yaşanmış acı tecrübelerden sonra ne Türkiye’deki toplumsal muhalefet bağrına taş basarak başa dönebilir, ne de siyasal iktidar kendisini bir tür yıkayarak yeni baştan bir hikaye kurabilir” diyor.
Evrensel'den Serpil İlgün'e konuşan Küçük'ün verdiği yanıtların bir bölümü şöyle;
Seçim sonuçlarının genel değerlendirmesiyle başlayalım. Yerel seçimlerin sosyolojik açıdan en önemli sonuçları ne oldu?
Seçim sonuçlarının genel değerlendirmesiyle başlayalım. Yerel seçimlerin sosyolojik açıdan en önemli sonuçları ne oldu?
Öncelikle, 31 Mart seçimlerinin elbette ekonomik krizin de etkisiyle ama çoklu faktörlerin bir arada işlediği -üst belirlenim diyoruz buna- bir seçim olduğunu söyleyebiliriz.
Aslında önceki seçimlerde de, özellikle büyükşehirlerdeki merkezi mahallelerde yaşayan eğitimli üst orta sınıfın ve gençlerin ağırlıklı olarak daha seküler bir siyasal temayüle kayıyor olduklarını görüyorduk. Bu devam etti. Önemli büyükşehirleri kaybetmiş olmak, çok yavaş olan bu kopuşun, dönüşümün sürdüğünü göstermiş oldu. Bu seçimde aynı zamanda Antalya, İstanbul, Adana, Ankara gibi büyükşehirlerin neredeyse tamamının yer yer daha büyük fark olsa da genel olarak yüzde 1-2 oynamayla el değiştirmiş olmasının siyasi sonuçlarının ne kadar büyük olabildiğini de görüyoruz.
Seçim süreci normal şartlarda olabilseydi, yani demokratik katılımın ve temsiliyetin mümkün olduğu, CHP’nin ya da İyi Partililerin ve tabii Kürtlerin kamusal alandaki görünürlülük meselesinin bu kadar tek taraflı bir devlet propagandasına dönüştürülmediği bir seçim süreci olsaydı, muhtemelen bunun etkisi çok daha büyük olurdu. Bu çok net. Yani kitlelerin milliyetçilik, ırkçılıkla bu kadar ipotek altına alındığını göz önünde bulundurursak, aslında muhalefet için önemli bir başarı demek lazım buna.
Çoklu faktörlerin bir arada işlediğini söylediniz, esas olarak hangi etmenler AKP oylarında gerilemeye ve büyükşehirleri kaybetmesine neden oldu?
Daha tarihsel ve olgusal olarak baktığımızda gördüğümüz şey şu; Gramsci’ye çok referansla söylendiği üzere; eskinin bittiği ama yeninin şekillenmediği durumlara kriz deniyor. Ekrem İmamoğlu gibi “kurtarıcı” figürler üzerinden şekillenen bir yeni var ama bunun ne kadar yeni olduğu ayrı bir tartışma. İktidarın yerel yönetimlerle gittikçe toplumsal alanda güç biriktirerek kendi kurumlarını yaratmış, gittikçe genişlemiş, gittikçe daha İslami muhafazakar kesimlerde orta sınıflaşmayı kısmen mümkün kılmış, kendi zengin sınıfını kısmen yaratmış, sivil alandaki kendi kurumlarını vakıflardan sendikalara, taraftar gruplarına kadar üretmiş; sivil toplumdaki gücünü siyasal alana devşirmiş, büyümüş genişlemiş bir yapı söz konusu. AKP dediğimiz yapı böyle bir şey. Bir de tabii büyük projeler üzerinden yeni sermaye sınıfları yaratmanın dışında, kitlelerin kendisine bağlı kalmasını sağladığını da söyleyebiliriz. En büyük havaalanı, en büyük cami, en büyük alışveriş merkezi, köprüler vs’ler, yeni sınıf yaratmanın, ihya etmenin dışında, kendisine iktisadi maddi güç yaratıp onu değişik vakıflar üzerinden tekrar dağıtmayı da sağladı.
Malum bütün bu büyük sermaye sınıflarıyla beraber inanılmaz geniş bir vakıf ağı da yaratıldı. O vakıflar üzerinden yeni nesiller üretmek, yeni nesiller ıslah etmek stratejisi AKP’nin bambaşka bir temel ayağı ve bunun sözüm ona cemaatin boşalttığı yerleri dolduran bir işlevi de var. Bunlar maddi şeyler. Bir de ama insanların duygularını harekete geçiren, onların özgüvenini artıracak büyülü-ikonik yapılar yaratma meselesi var.
Nasıl yapılar?
Mesela Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın yapılması hikayesi. Saray, devasa ikonik bir yapı, yeni bir merkez olduğu kadar aynı zamanda eskiyi de müzeleştiren bir yapı anlamına gelir. Bugün Çankaya Köşkü’nü kaçımız hatırlıyoruz? AKM de öyle. Çankaya Köşkü yıkılmadı belki ama AKM’yi tamamen yıkarak bunu yaptı.
Ancak kendi kurumlarını, kendi merkezlerini yaratmak bir başarı hikayesi olduğu kadar bir yıkılış hikayesi olarak da görülebilir. Bu noktada İbn-i Haldun’un Asabiye kavramı üzerinden 700 yıl önce bize açıkladığı “oluşum-çürüme diyalektiği”ne başvurabiliriz. İbn-i Haldun’a göre, güçlü toplumsal dayanışma ruhuna, yani Asabiye’ye sahip olmak ve karizmatik bir liderlik etrafında kenetlenmiş bir toplumsal tabanı yaratma durumu, hem söz konusu kimliğin iktidarı ele geçirmesinin olasılık koşulu, hem de bu siyasal oluşumun çürümesinin asıl müsebbibidir. Böyle bakıldığı zaman AKP’nin tekrar fabrika ayarlarına dönmesi, tekrar eski kadrolarını çağırıp bu işe yeni baştan başlaması vs. nostaljinin ötesinde bir şey değil.
Beka söyleminin tutmadığı yönündeki değerlendirmelere nasıl yaklaşıyorsunuz? ‘Bir mermi kaç para, şimdi açız ama yarın doyarız’ söylemi, ekonomik krizin ağırlaşan yükünü etkisizleştirebildi mi?
Buna kuşkuyla yaklaşıyorum. Oy üzerinden bakarsak evet, toplamda 2 milyona yakın bir düşüş var. Belediyelere baktığımız zaman da, CHP ve İYİ Parti’nin yönettiği belediyeler Türkiye nüfusunun yarısı. Ekonomin yüzde 70’ini bu şehirler idare ediyor, kültürel sermaye burada, genç nüfus burada, entelektüeller burada, medya, okullar burada. Dolayısıyla kentlerde iktidar bu anlamda el değiştirdiği için beka söylemi tutmadı diyebiliriz. Ama öbür taraftan zaten ağırlıklı olarak toplumun yoksul kesimlerinden oy alabilme kapasitesine sahip bir AKP var ve gücünü hala kaybetmiş değil. Orta sınıflaşan, zenginleşen muhafazakarlardan kentli nüfustan desteğini kaybediyor, fakat yoksullardan desteğini kaybetmiyor, bu paradoksun altını çizmemiz lazım.
Beka söylemini bir kenara bırakırsak, şöyle bir şey de var; madem her şey iyi gidiyordu, biz gittikçe büyüyorduk, AB’ye giriyorduk, dünyanın ilk 20 ekonomisine girecektik vs... Peki, ne oldu? Nerde yanlış yapıldı ve bu yanlışın sorumlusu kim? Deyim yerindeyse bizim mutluluğumuzu bizden kim çaldı? Böyle zamanlarda iktidarların istisnasız hepsinin yaptığı şey içerde ve dışarda kendisi dışında sorumlu aramak. Ve bu her seferinde işe yarayan bir formül.
CHP’nin soldan, özellikle de Kürtlerden aldığı desteği nasıl değerlendireceği konusu, 31 Mart sonuçlarının bir diğer başlığını oluşturuyor. Ne dersiniz, bu destek CHP de zihinsel bir değişiklik yaratır mı?
CHP’nin bundan sonraki üç dört sene içinde siyasal iktidarı yerinden edip edemeyeceği belediye pratiklerinde göstereceği marifete bağlı. Eğer zihinsel yapısı bir reformdan geçecekse, kendisinin devletin yegane sahibi olmadığını ve bu devleti ancak başkalarıyla, hem muhafazakarla ve hem de Kürtlerle birlikte yönetebileceğini idrak ederse, o zaman umut var demektir. Bunu yakalayabileceği yer de belediyeler üzerinden yapacağı -sosyal ve kültürel- hizmet politikası. Belediyeler, bundan sonra temel bağlayıcı gösteren olacak. Sadece merkezi mahallelerde yaşayan seküler orta sınıf kesimlerin değil, aynı zamanda çepere itilmiş yoksulların, işçilerin, işsizlerin desteğini alarak güç devşirebilir. CHP söz konusu belediyecilik için yeterli zaman bulup, imkan yaratırsa ve Kılıçdaroğlu yerine “yeni bir kurtarıcı olarak” Ekrem İmamoğlu CHP başına gelirse, o zaman CHP’nin bir sonraki seçimde çok büyük şansı olur.
Erdoğan’ın kuruluş ayarlarına dönme/normalleşme ya da çatışma, zor, şiddet politikasını sürdürme seçeneğinden birini tercih edeceği bir yol ayırımında olduğu son günlerin popüler tartışma başlığı. Türkiye ittifakı, demiri soğutma, MHP ile tamam mı devam mı başlıklarını da içine alan Erdoğan’ın zor kararı tartışmasına yaklaşımınız ne?
Bu siyasal iktidarın bu haliyle, yani bu kadar zamandan sonra hiçbir şey olmamış gibi eskiye dönmesi biraz önce dediğim gibi bir siyasal nostalji. Bu kadar yaşanmış acı tecrübelerden sonra, gazetecilerin, akademisyenlerin, siyasetçilerin tutuklamasından, yerinden edilenlerden, hak gasplarından vs’den sonra hiçbir şey olmamış gibi ne Türkiye’deki toplumsal muhalefet bağrına taş basarak başa dönebilir, ne de siyasal iktidar kendisini bir tür yıkayarak, temizleyerek yeni baştan bir hikaye kurabilir. Bu iktidarın -simgesel- ideolojik ömrü bitti. Eğer bir gelecek vaadi kalmamışsa, herkesi kucaklayan evrensel çerçeve sunamıyorsa, böylesi bir yapının kalıcı olması söz konusu olamaz.