İmamoğlu: Kendimi umudun sembolü olarak görüyorum
YSK'nın İstanbul seçimlerini iptal etmesinin ardından mazbatası alınan Ekrem İmamoğlu süreci değerlendirdi. Yaşananları "demokrasiye yapılmış bir ihanet" olarak değerlendiren İmamoğlu, 31 Mart seçimleri sonrası halka yakınlaştırdığını söyleyerek bu süreçte kendisini "demokrasinin ve umudun sembolü olarak" gördüğünü söyledi.
DUVAR- 31 Mart yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığını kazanan ancak Yüksek Seçim Kurulu'nun seçimi iptal etmesi nedeniyle mazbatası geri alınan CHP'li Ekrem İmamoğlu süreci "demokrasiye yapılmış bir ihanet" olarak değerlendirdi. İmamoğlu, 31 Mart seçimleri sonrası yaşanan sürecin kendisini halka yakınlaştırdığını söyleyerek "31 Mart sonrası ortaya konan hukuksuz süreç, toplumun bizi, duruşumuzu, karakterimizi tanımasına fırsat verdi" dedi.
İmamoğlu, WDR Cosmo için gazeteci Işın Eliçin'in sorularını yanıtladı.
Yüksek Seçim Kurulu’nun seçimi iptal etmesi, sizin için, İstanbul ve Türkiye için ne anlama geliyor?
Bu aslında demokrasiye yapılmış büyük bir ihanettir. YSK’nın elbette seçimi iptal etme hakkı var ama alınan kararın gerekçelerinin mutlaka doğru olması lazım. O seçimin iptal edilmesine haklı gerekçeler oluşturulması lazım. Süreç tamamen uydurma bir gerekçe ile işletilmiştir. Dolayısıyla demokrasiye ihanettir, zarardır. Bunu telafi etmek yine bize düşüyor.
31 Mart’ta adaylığınız açıklandığında sizi tanıyanların sayısı çok değildi. Ana akım medyada yer almadınız, devlet yardımlarından fazla yararlanamadınız. Şimdi sadece İstanbul değil, Türkiye’de hatta uluslararası alanda tanınan bir siyasetçi oldunuz. 23 Haziran seçimine kampanya şartları değişmiş olarak mı gireceksiniz?
Böyle bir pozisyonun lehime olmasını elbette istemezdim. Kazandığım bir seçimde görevimi yerine getirmek isterdim. Ama şu bir gerçek, 31 Mart sonrası ortaya konan hukuksuz süreç, toplumun bizi, duruşumuzu, karakterimizi tanımasına fırsat verdi. Belki yönetme anlayışımızı dört, beş yılda tanıtma imkanımız olacaktı ama tam tersine 31 Mart gecesinden itibaren bize yapılan müdahaleler, eylemler sayesinde kendimizi daha iyi anlatacak bir 36 gün yaşadık diyebilirim. Ama dediğim gibi böyle bir ortamın olmamasını tercih ederdim. Şu an mevcut durum budur, bizi kabul eden, benimseyen, tanıyanların sayısı artık çok İstanbul’da. Artık mini minnacık bir çocuktan en tecrübeli insanına kadar bizi tanıyorlar. Şimdi ne anlatmak istediğimizi bizi tanıyan insanlara daha net bir biçimde anlatmak üzere farklı mecralar oluşturmamız gerekiyor. Bunların değişeceğine inancımız ne yazık ki çok az. Daha çok gezeceğiz, daha çok bire bir ilişkiler kuracağız. Gönüllü sayımız artacak. Sadece bir gecede, 6 Mayıs gecesi gönüllü sayımız 70 bin kişi arttı.
Ne anlatacaksınız seçim kampanyanızda?
Hazırladığımız çok sayıda projeyi, İstanbul’u nasıl tasarladığımızı zaten anlatmıştık. Elbette bunları tekrar edeceğiz, hafızaları tazelemek zorundayız. Ama daha ötesinde bu seçimin bir demokrasi mücadelesi olduğunu ifade edeceğiz. Mağdur edildiğimizi de anlatacağız ki toplumun demokrasiye olan inancı artsın. Ben Türk insanının vicdanına ve özgürlük duygusuna inanan bir insanım. İşin özeti; evet, mağduriyetimizi anlatacağız, projelerimizi anlatacağız ama en önemlisi umut vereceğiz. Her şeyin çok güzel olacağını anlatacağız İstanbul’da. Güler yüzümüz devam edecek.
Umudun sembolü olduğunuzu söylüyorsunuz. Neyin umudu bu?
Şöyle; seçimi kaybetmiş bir insan pozisyonuna sokulmak istendim. Aslında ben seçimi kazandım, belediye başkanıyım ama o akşam elimden alındı. İnsanların elinden bir şey alındığında yılgınlık beklenir, umutsuzluk beklenir ki milyonlarca insanın o birkaç saat içinde umutsuzluğa düştüğünü ben biliyorum. Bana mesajlar atıldı ama benim, tam aksine umudum arttı, heyecanım büyüdü, yapacağımız daha fazla iş olduğunun bilincine vardım. Dolayısıyla o bilinçle bunu anlattım, insanlara umut aşıladığımı hissettim. Milyonlarca insanın simgesi olarak kendimi işaret etmem aslında bilinçli olarak yapılmış bir hareket değil. Bilinçaltının yansıması. Umutlu insanların beni kendisi olarak görmesini istedim, böyle ifade edeyim.
Seçimin iptal kararı Avrupa’da, özellikle Almanya’da çok yankı buldu, tepkiler var. Örneğin Türkiye’de bundan böyle iktidar değişiminin demokratik yollarla olmayacağı endişesi var. Buna katılıyor musunuz?
Yurtdışından bakıldığında nasıl görüldüğünü, ne hissedildiğini bilemem ama ben bu ülkede, bu şehirde, seçim süreci içinde kendimi demokrasinin ve umudun sembolü olarak gösteriyorum çünkü demokrasinin demokrasi mücadelesi ile olgunlaşacağına inanıyorum. Asla onların düşündükleri gibi olmayacak, 23 Haziran’da İstanbul’un bir seçim ile nasıl değiştiğini görecekler. Demokrasiye, özgürlüğe, Cumhuriyet’e halkın büyük bir kesimi inanmıştır. İnanmayan bir kesim vardır evet, onları da ikna edip uyandıracağız.
İktidar, Türkiye İttifakı’ndan söz etti siz de İstanbul İttifakı demiştiniz. Bunu oluşturacağınıza inanıyor musunuz?
Zaten oluşturduk. Bizim ifadelerimizi kopyaladıklarını düşünüyorum. Biz İstanbul İttifakı’nı tanımladığımızda gülümseyenler, bunu seçim sırasında bile ufak ufak dile getirmişlerdi, sonra Türkiye İttifakı demeye başladılar. Biz bu şehrin 16 milyon insanına, bu ülkenin 82 milyonuna güvendiğimizi söyledik. Türkiye İttifakı’nı kurarken aynı cümleleri kendileri sarf ettiler. Doğrusu da bu aslında. Herkes, partisi, partisinin bileşenleri ile siyasi bir mücadele verebilir ama esas olan bunun bütünüdür. Zaten demokrasinin vazgeçilmez şartı budur. Demokrasilerde seçilen bir parti vardır, ona oy verenler de vardır ama esas olan oy vermeyen insanların varlığını muhafaza etmektir, onları mutlu etmektir. Demokrasi onun için güzel. Doğru olan bu, ama ifadelerin nasıl hissedildiği konusunda şüphelerim var. Biz İstanbul İttifakı kavramını ispat ettiğimiz gibi, Türkiye İttifakı’nın konuşulmasına vesile olduğumuz için mutluyuz. Onu da inşallah biz gerçekleştireceğiz.
Bir anlamda iktidarın söylemini elinden aldığınızı söylemiş oldunuz...
Hayır, tam aksine bizim söylemimizi onlar elimizden aldı ama hiç önemli değil, güzel şeyler konuşulsun. Keşke iktidar Türkiye İttifakı dese, o yolda yürüse. Keşke Türkiye’deki partiler böyle bir sürece hizmet etse, kimseyi ayırt etmese.
İstanbul Belediyesi için çalışmaya başlamıştınız. İçeride bütçe olsun, israf konusu olsun birtakım sıkıntılar olduğunu fark etmiştiniz, bunların üstüne gitmek istiyordunuz. Bir yandan da İstanbullulara vaatlerde bulunmuştunuz. Şimdi bu süreç kesintiye uğradı, endişe ediyor musunuz?
Elbette endişe ediyorum. Çünkü, 19 gün içerisinde ne kadar edilebiliyorsa, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin iyi yönetilmediğini tespit ettik. Zaman kaybedilmemesi gerektiği konusunda da inancımız tamdı. Şu anda bu önümüzdeki süre İstanbul açısından zaman kaybıdır. Ama telafi edecek gücümüz olacak inşallah.
Siz, iktidarın oyların yeniden sayımı sırasında, bu iptale kadarki süreçte gündeme getirdikleri şaibe iddialarının aslında onların aklından geçenler olduğunu söylemiştiniz. Ve seçim hukuksuz olduğunu söylediğiniz bir şekilde iptal edildi. Bunların tekrar edilmeyeceğinden emin misiniz?
Elbette bu tür girişimler olacaktır. Ama içine hukukçuların daha büyük oranda katıldığı bir denetim platformumuz olacak. Şu anda bu sorumluluğu üstlenmek isteyen milyonlarca insan var. Önceki seçimde bu mücadeleye katılanların on katı, yirmi katı insanın bire bir mücadelenin içinde olacağını görüyorum. Bir başka tarafı, bu işin uzmanları çok aktif rol alacaklar. Biz sandıktan YSK sürecine kadar, hatasız hatta hiçbir mazeret üretmeyecek kadar ekstra tedbirli bir ortam yaratacağız. İnşallah öyle bir sonuç çıkacak ki YSK’nın eli kolu bağlanacak, onlar da demokrasiyi kabul etmek zorunda kalacaklar.
Kaybetme ihtimaliniz de var ama?
Elbette var.
Buna hazır mısınız?
Türkiye’deki siyasal süreç, demokrasi süreci bir seçime odaklanacak kadar basit bir süreç değil. 82 milyon insan yaşıyor bu ülkede ve özgürlüğünden besleniyor. Demokrasiye, adalete olan inancından besleniyor. Elbette kırılganlıklar yaşanıyor, elbette zafiyetler oluşuyor dönem dönem. Bunların asla düzelmeyeceğini düşünmek, her şeyin bittiği bir an demektir. Ben kazanmayı bildiği kadar kaybetmeyi de bilen bir siyasetçiyim. Bugün de nasıl yeniden başlanacağını iyi bilen birisiyim. Bu süreç bizi başarıya kavuşturacak, onu da görüyorum.
Herkes konuşsun, dediniz. Bununla birlikte sanatçılardan, iş dünyasından sesler çıkmaya başladı. Bunun dışında eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu gibi siyasetçiler karara dair tepkilerini daha net bir biçimde dile getirdiler. Bunları siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin çağrınızla oldu.
Tabii ki toplum konuşmalı. Bahsettiğim bu süreç benim şahsi sürecim değil ki. Ben Türkiyem için, İstanbul için, demokrasi için mücadele ediyorum. Bu aslında toplumun bağımsızlığı, özgürlüğü, çocuklarımızın iyi yetişebilmesi, iş insanının ürettiğini satabilmesi, varlığının kendi varlığı olduğuna inanabildiği bir ortamın olması anlamına geliyor. Hak, hukuk, adalet duygularının var olduğu anlamına geliyor. Bütün bu mücadele bunun için. Bu herkesi ilgilendiriyor. Ben bu sürece önderlik ediyor olabilirim ama sanatçısı da, memuru da, öğretmeni de, iş insanı da herkes konuşacak. İşçisi, ev kadını, emeklisi de konuşacak. Böyle olduğu takdirde bahsettiğiniz kaygıları 23 Haziran’da asla yaşamayız.
İstanbul’da bir kadın devrimi vaat ettiniz. Seçildikten sonra mı, seçim kampanyası başladıktan sonra mı, kadınları nasıl katmak istiyorsunuz bu demokrasi mücadelesine?
Kesinlikle... Bir kere her ortamda kadınlar da olacak kesinlikle ama esas olan yönetirken de kadınlar olacak. Bu konuda özel bir çabamız var. Türkiye’nin, İstanbul’un iyi yetişmiş kadınlarına fırsat verilmediğini düşünüyorum. Şu anda da bu mücadeleyi verme konusunda en ön safta, en inançlı kitlenin kadınlar olduğunu görüyorum. En başta anneler, hatta büyükanneler, anneanneler, babaanneler... Ben şöyle bakıyorum, bir annelik duygusuyla tehdidi önceden sezme ya da kaygıyı önceden hissetme ile sürece olan inancını büyütme olarak tanımlıyorum. Bu bakımdan bu sürecin başarısında gerçekten kadınların çok büyük katkısı olacağını hissettiğim için kadın devrimi olarak tanımladım.