‘Nefret söyleminden heykeller de payını alıyor’

Kent estetiği açısından önem taşıyan heykeller İstanbul seçimi öncesi siyasi tartışma konusu oldu. AK Partili İbrahim Aydemir, Ekrem İmamoğlu'nun seçildiği takdirde kente "imansızların putunu" dikeceğini söyledi. Nefret söyleminden heykellerin de payını aldığını söyleyen heykeltıraş Erdal Duman "Bir sanat eseri günah keçisi ilan ediliyor" dedi.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - Tüm dünyada şehir estetiğinde önemli bir yer tutan heykeller Türkiye’de birçok kez siyasi tartışma konusu oldu. Başkent Ankara’yı yaklaşık 25 yıl yöneten Melih Gökçek’in kaldırdığı heykeller de, yerine koyduğu heykeller de uzun yıllar gündemde kaldı. İstanbul’dan Diyarbakır’a heykel tartışmaları Türkiye'de hiç eksik olmadı.

Dünyanın pek çok yerinde şehirlerin simgesi olan ve büyük önem atfedilen heykellerin Türkiye'deki son tartışması AK Parti Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir’in sözleriyle gündeme geldi. Aydemir, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu'nun daha önce belediye başkanlığı yaptığı Beylikdüzü'ndeki Rauf Denktaş heykeline gönderme yaparak İmamoğlu'nun belediye başkanı seçildiği takdirde "imansızların putlarını" dikeceğini söyledi.

'BİR SANAT ESERİ GÜNAH KEÇİSİ İLAN EDİLİYOR’

Bir belleği, tarihi yansıtan heykellere yönelik siyasetçilerin tutumunu, yerel yönetimlerin bakış açısını Hacettepe Heykel Anasanat Dalı’nda sanatta yeterlilik çalışmalarına devam eden heykeltıraş Erdal Duman ile konuştuk. Siyasetçilerin nefret söylemi ürettiği bu alanın şehirlerdeki durumunu örneklerle açıklayan Duman, "Bir sanat eseri günah keçisi ilan ediliyor" dedi.

'İMGE ÖYLE SIÇRAR Kİ TUTAMAZSINIZ'

AK Partili İbrahim Aydemir, Ekrem İmamoğlu'na ilişkin "İmansızların putlarını dikecek" dedi. Siyasetçiler heykelleri neden dillerine doluyor?

Siyasetçi, oluşturduğu ya da oluşturmak istediği kitlesine bu alandan bir şeyler söylediğinde daha kolay ulaşabileceğini düşünüyor. Ekrem İmamoğlu'nun döneminde yapılan heykel, Rauf Denktaş'ın heykeli. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti lehine gelişen bir durumu anlatıyor ve Denktaş'ı anıyor. Bu sipariş edilen bir heykel ve insanlara yaşanmış bir şeyi anlatıyor. Tarih bir şekilde kitaplarla da alanlardaki biçimlerle de anlatılır. Burada yarım yamalak bir bilgiyle, doğrudan işaret edilmesi, nefret söylemi ve hedef gösterilmesiyle karşıdaki siyasetçi yaralanmaya çalışılıyor. Bu oldukça kolay çünkü gösterilen o kadar savunmasız bir şey ki. Burada bu var dediğinde her şeye çekebilirsiniz. İmge öyle sıçrar ki tutamazsınız. 'Bu heykel Kıbrıs adına önemli' dediğinizde saldırılacak bir şey olmuyor ama 'Bunlar put' dediğinizde bazıları için saldırı unsuruna dönüşüyor. Pek çok farklı politik bakış açısı var. Burada bunlardan birisi, birçok kişiyi kendi alanına çekebileceğini düşünerek argüman olarak bunu kullanıyor. Bu süreçte bir sanat eseri günah keçisi ilan ediliyor.

'NASIL OLUR DA BİR SANAT YAPITI İNSANA BUNU ÇAĞRIŞTIRIR?'

Heykel üzerinden nefret söylemi üretilmesine ilişkin ne düşünüyorsunuz?

Ben bunun empatisini kurmaya çalışıyorum ama bir türlü başaramıyorum, boşta kalıyor. Nasıl olur da bir sanat yapıtı insana bunu çağrıştırır? Bu ancak bakan insan sayesinde olur. Ortada duran bir nesne var ve o nesnenin okunması birçok açıdan olabilir. Siz birçok açıyı ıskalıyorsunuz, sadece nefret söylemi kalıyor ve onun üzerinden okuyorsunuz. Kentin içerisine bir şey konulduysa o belleği, geçmişi, tarihi, gelecekte yaşanacak bir şeyi tanımlıyorsa ben özne olarak burada 'tanımlayamıyorum' diyebilirim. Her sanat eseri her insanda mutlaka bir şey yaratacak anlamı yok. Burada bunu yapanların kötü niyetle yaptıklarını düşünüyorum.

'KİŞİ NEFRET SÖYLEMİYLE DOLDUYSA HEDEF ARIYOR'

Türkiye'de yakın tarihte heykellerin baltalarla tahrip edildiği olaylara şahit olduk. Buna ne neden oldu?

Siyasi ortamın bir sonucu bu. Sonuçta özne dediğimiz şey biçimlenen, biçimlendirilebilen bir şeydir. Siyasilerin önemi o kadar büyük ki... Nefret söylemini ortaya attıktan sonra kişi nefret söylemiyle dolduysa hedef arıyor. Kafasına yerleştirilen nefret söylemi doneleri o heykelde varsa o heykele saldırıyor. Kafasında birebir ilişkisini kuruyor. Algılayamadığı, kabul etmediği nesneyle karşı karşıya kalınca onu yok etmeye çalışıyor. Bunun empatisini yapamıyorum ama bir bakıma o heykelle hesaplaşıyor olarak kendini hissediyor diyebilirim. Çok garip bir durum. Bugün sadece nefret söyleminden payını heykel değil, doğa, hayvan, kadın, çocuk vb. her şey payını alıyor.

Siyasilerin birbirlerini suçlayıcı dil üzerinden andıkları heykel alanında neler eksik, nelerin tamamlanması gerekiyor?

Güzel bir soru bu. Yönetime ve kentliye çok fazla iş düşüyor. Yönetim sanatı kentte yaşanabilir bir unsura dönüştürmek zorunda. Bugün batıda müzelerde kuyrukların olduğu örneği çokça veriliyor. Oradaki bakış açısı kentte dolaştığında karşısına çıkan şeyi yıkmak ya da yok etmek üzerinden değil de algılanması gereken bir şey üzerinden şekilleniyor. Bu algı biçiminin yaygınlaştırılması adına adımların atılması gerekiyor.

Duman,”Kent içerisinde her şeye yer bulunur ama heykele bulunmaz, kenara itilir” dedi.

İktidarın, kent düzeyinde sanatın ve sanatçının kullanılabilir olması adına çabası yok. Sanatçılar kendi başlarına imkanları dahilinde bir çaba içerisinde bir şeyler yapmaya çalışıyor. Üniversitelerde sempozyumlar üzerinden kampüs içlerinde bir çaba söz konusu oluyor ama kentin içerisinde belediyeler bu zamana kadar çok doğru işler yapmadı. Örneğin Ankara'ya sipariş heykeller dikildi. Robot, dinazor gibi ürünlerin düşünsel olarak karşılığı yoktu. İrdelendiğinde rantla ilişkili nesnelerin egemen olduğu bu dönemde gerçek sanatçılar şehirde kendi özgün işleriyle halkın birleşeceği alanları bulamadı. Bu büyük eksikliğin bundan sonra tamamlanması gerekiyor.

'SİYASET HER ALANI KENDİ TASARRUFUNDA KULLANMAYI ÇOK İYİ BİLİYOR'

Ankara'da Melih Gökçek döneminde pek çok heykel kayboldu ya da bilinçli bir şekilde yeri değiştirildi. Mansur Yavaş da Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesinin hemen ardından Meclis'in köşesinde bulunan saat figürünü kaldırdı. Bu alan siyasiler açısından bir hesaplaşma alanı mı?

Heykelin kent içerisindeki işlevi aslında bambaşkadır. Siyaset işin içerisine girdiğinde her alanı kendi tasarrufunda kullanmayı çok iyi biliyor. Kadını, adaleti, erkeği, çocuğu, dini ahlakı her şeyi kendi tasarrufu etrafında şekillendirmeye çalışıyor. Bundan payını sanat da alıyor. Sanatın, politik tartışmanın önünü açan çoklaştırıcı bir yönü var. Birileri için bu alan hesaplaşma iken, sanatçılar ya da sanatı kendi alanında bir argüman olarak kullananlar için çoğullaştırıcı bir durum.

'IŞİD'İN PALMYRA'DAKİ HEYKELLERİ KIRDIĞINI HATIRLIYORUM'

Ankara'da, Tandoğan Meydanı'ndaki 'Su Perileri' heykeli 1992'de kaldırılıyor ve yıllarca depoda tutuluyor. 20 yıl sonra bir sanat galerisinin bahçesinde kendine yer bulabiliyor. Yüksel Caddesi'ndeki teyze heykelinin ve Seğmenler Parkı'ndaki İlhan Koman heykelinin ise akıbeti hâlâ bilinemiyor. Heykeller dünyada da bu şekilde sırra kadem basıyor mu? Bu sanat eserlerine yönelik bakış açısını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyada bu kadar heykelin kaybolduğu başka bir yere denk gelmedim. Afganistan'da, Pakistan'da dinamitlerle patlatılan heykelleri biliyorum. Suriye'de IŞİD'in Palmyra antik kentindeki heykelleri kırdığını hatırlıyorum. Türkiye'de örnekler de o kadar çok ki. Ankara'da Yüksel Caddesi'ndeki kadın, ayakkabıcı amca heykeli vardı o da kayboldu. Şu anda olan heykeller de o kadar kötü durumda ki, yok desek daha iyi. Bakımsız halde bilinçli şekilde bırakılıp bir süre sonra da kaybolduğu için kimse bunların akıbetini sorgulamıyor.

'HEYKEL İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ DE TAŞIR'

Kentin içerisinde doğalında herhangi bir şeyin bakımının yapılması gerekir. İnsanlar dışarıda duran arabasını bile ayda bir yıkarken kentin simgesi olan heykeller atıl bir şekilde hiçbir bakım yapılmadan bırakılıyor. Yaşatmak istiyorsan, değer taşıdığına inanıyorsan bakmak zorundasın. Kayıp olma hali Türkiye'de sanata olan bakış açısını özetliyor. Biz örneğin Ankara'da İlhan Koman heykelini kentli ile mücadele ederek yeniden kazandık. Sahip çıktığımız İlhan Koman'ın heykeliydi. İkincisi de ifade özgürlüğümüzdü. İfade özgürlüğü de kendi kendisini devam ettirebilen bir şey değildir. İfade özgürlüğü ona inananlar tarafından sahip çıkmasıyla mümkün olur. Heykel kentte belleği taşır ama ifade özgürlüğünü de taşır.

'ANTEP FISTIĞI YA DA BAZLAMAYA KİM KARŞI GELECEK?'

Dünyanın birçok yerinde heykeller kentlerle özdeşleşmiş durumda. Türkiye'de kentlerin girişlerinde bazlama, havuç ya da ekmek şeklinde yapıtlar var. Kent estetiği açısından bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnsanlar yeni bir eve taşındıklarında evlerinde kocaman bir duvar varsa buraya bir şey yapmalıyız diyor ve kendi bakış açısında, kendi inancı çerçevesinde o duvara mutlaka bir şey koyuyor. Kent de biraz böyle. O kenti yönetenlerin bakış açısı neyse onun üzerinden hareket ederek bir kaşar nesnesini kentin girişine koyabiliyor. Buna burada heykel demeyeceğim çünkü bu bir kent mobilyası süs nesnesi... Bir şeyi yok ediyor tasfiye ediyor ve yerine bir şey koyuyor. Bu tavır sanatın yok edilmesiyle çok paralel ilerleyen bilinçli bir tavır.

Heykel kentlerin çok önemli bir unsuruyken bunu yapmamak yönetenlerin, kent nasıl dizayn ediliri bilmemesiyle alakalı. Bir de bunların yapılmasının nedeni hiçbir tehlikesinin olmaması. Horoz, Antep fıstığı ya da bazlamaya kim karşı gelecek? Karşı gelemediği için de argüman üretilemeyecek. Kent bu noktada bir insan biçimi üretiyor. Siz böyle bir nesneyi kente doldurdukça ürettiğiniz zihniyete de katkı sağlamış oluyorsunuz. Yaptığınız şey iyisiyle kötüsüyle bir şey temsil eder. Önemli olan bu tartışmaların önünü açabilmek ve bu tartışmaların ardından bir özne yaratabilmektir. Biz bu tartışma hiç olmasın diye en baştan bu alanı zaten kapatmışız.

'BİZ BUNUN ÖZÜNÜ ANLAMAYAN YÖNETİMLERLE KARŞI KARŞIYAYIZ'

Kent içerisinde her şeye yer bulunur ama heykele bulunmaz, kenara itilir. Türkiye'de birçok heykel bir yere iliştirilir. Eğer reklam panosuysa her şekilde onun görülmesi için uğraşılır, kaldırımın ortasında durur. Heykele kimse görmesin gibi yaklaşılır. Ama onun yeri bir meydandır. Ortaya koyduğun anda oturacak, bekleyecek bir alan yaratır. İnsanlarla temas kurma alanı yaratır ve biz bunun özünü anlamayan yönetimlerle karşı karşıyayız.

REKTÖRLÜĞÜN BODRUMUNA KALDIRILAN HEYKELLER

Sanatın birçok alanında sansür olduğunu birçok örnekten ne yazık ki biliyoruz. Heykel alanında bu nasıl hissediliyor?

Politik süreci hepimiz görüyoruz. Birçok farklı alanda bunu hissediyoruz. Sergi kokteyllerine saldırıldığını, sergilerin kapatıldığını biliyoruz. Sansür sanat alanında yapılıyor ancak heykel de kentle olan ilişkisi yüksek olduğundan bundan oldukça fazla etkileniyor.

İki heykel Gazi Üniversitesi’nin rektörlük binasında bodrum kata konuldu.

Burada bir örnek vermek isterim. Gazi Üniversitesi'nde iki tane heykel vardı. 2.5 metre boyunda bir erkek figür ve kadın figürden oluşan bu heykeller 1930'lu yıllarda yapıldı ve anonim eserlerdi. Gazi Üniversitesi'nde resim bölümünün koridorunda duruyordu. Dönemin başbakanlığına bağlı bir kurum toplantılarını bu kampüste gerçekleştiriyormuş ve o dönemin yönetimi sakıncalı görünür diye bu heykelleri oradan kaldırıyor. Biz bu heykelleri bulmak için aramaya başladık. Bu heykelleri rektörlük binasının altında merdivenin karanlık bölümünde köşeye konmuş iki nesne olarak bulduk. Bu iki heykel Türkiye'de heykele bakışı özetliyor. Burada hem inanç üzerinden hem de siyasi bakış açısından heykelin neler yaşadığı görülüyor.