Murat Yetkin yazdı: Erdoğan'ın yenilgisinden çıkan dersler

Gazeteci Murat Yetkin, İstanbul seçiminin sonucunu değerlendirdiği kişisel web sitesindeki yazısında, "İmamoğlu'nun seçim galibiyeti ya da Erdoğan’ın yenilgisinin Türkiye’nin iç, dış ve ekonomi politikalarında bir dizi değişikliğe yol açması söz konusu olacaktır" dedi. Yetkin, Erdoğan'ın 28-29 Haziran'daki G20 zirvesinde bakışların farklılaştığı gerçeğiyle karşı karşıya kalabileceğini ifade etti.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Gazeteci Murat Yetkin, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini Ekrem İmamoğlu'nun 9 puanlık farkla kazanmasının Batı siyasetinde 'landslide-heyelan' denilen açık bir fark olduğunu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yenildiğini yazdı. Yetkin, kişisel web sitesinde 'Erdoğan’ın İmamoğlu’na yenilgisinden çıkan dersler' başlıklı yazısında İmamoğlu'nun açık farklı zaferiyle Erdoğan'ın kendi iç, dış ve ekonomi politikalarıyla birlikte giderek artan kibirli söylemine seçmenden 'artık yeter' yanıtı aldığını ve sonucun Türkiye’nin iç, dış ve ekonomi politikalarında bir dizi değişikliğe yol açmasının söz konusu olacağını ifade etti.

"Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir belediye Başkanlığına yeniden seçildiğini ilk duyuran rakibi Binali Yıldırım oldu. Yıldırım böylelikle ne Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, ne YSK’nın, ne Anadolu Ajansı, ne de AK Parti İl Yönetiminin kendisini daha fazla arada bırakıp ezdirmesine meydan vermeden havlu atıp sahneden çekildi; 23 Haziran seçimini saat 19.20’de bitirdi" diyen Yetkin, ortaya çıkan tablonun 'bir ilçe belediye başkanının bir cumhurbaşkanını açık farkla yenmesi' şeklinde de ifade edilebileceği yorumunu yaptı. Yetkin şunları yazdı:

Erdoğan’ın hemen herkesi azarlayan, kendisi desteklenmezse ülkenin ve milletin başına gelecek felaketlerden söz eden yaklaşımına karşın, İmamoğlu’nun “Her şey çok güzel olacak” iyimserliği galip gelmiştir.

İmamoğlu’nun aldığı yüzde 54,2 oy, Erdoğan’ın 25 yıl önce, 1994 seçimini kazanıp siyasi yükselişini başlattığı yüzde 25,2 oyun iki katından fazladır.

Eğer seçim ilçeler düzeyinde de tekrar edilmiş olsaydı, İstanbul’daki 13 ilçenin daha İmamoğlu başkanlığındaki muhalefete geçmesi söz konusu olacaktı; AK Parti’nin oy depoları sayılan Fatih, Üsküdar ve Beykoz’da, 31 Mart’ta MHP’nin aldığı Silivri’de çoğunluk, açık farkla İmamoğlu demiştir.

Bunda, İmamoğlu’nun, son yıllarda Erdoğan ve AK Parti tarafından temsil edilen Arap kültürel etkisi altındaki Ortodoks Müslümanlık anlayışına, seçmenin geleneksel Türk tipi, Anadolu tipi Müslümanlığa dönüş eğiliminin de etkisi olmuştur. İmamoğlu, bildik Türk sosyal demokrat kalıplarının dışında, hem dindar, hem laik ve Atatürk’e saygıda kusur etmeyen, modern, şehirli aile profilini temsil etmiştir. Bu sonuçta Kılıçdaroğlu’nun İmamoğlu ve İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nda –CHP’nin eski tüfeklerinin direnişine rağmen- ısrar etmiş olmasıyla sergilediği liderlik de pay sahibi olmuştur.

İmamoğlu’nun aldığı oy desteği, CHP’nin potansiyelinin oldukça üzerindedir. Bu sonucu sadece CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti lideri Meral Akşener’in seçim ittifaklarının başarısıyla açıklamak mümkün değil. Sadece İmamoğlu’nun demokratik tahammül örneği veren güler yüzlü, kucaklayıcı söylemiyle de açıklamak yetersiz kalır. Ya da, birazdan geleceğiz, Erdoğan ve Bahçeli’nin son düzlükte icat ettiği “Öcalan açılımı” fiyaskosuyla da. Bu sonuçta, Erdoğan’ın giderek başında bulunduğu AK Parti iktidarını her şeyi yapmaya ehil ve muktedir görmeye başlayan, kapasite sınırlarının üzerinde siyasi iddia ve kibirli söyleminin de büyük payı vardır. HDP’den Saadet Partisi'ne, hatta öyle anlaşılıyor ki AK Parti ve MHP’den de İmamoğlu’na oy verilmiştir.

Gelelim, seçmenin sabrını taşıran damla olan “Öcalan açılımına”.

31 Mart seçiminden hemen sonra, 21 Nisan’da CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na Çubuk’taki şehit cenazesinde, HDP’yi terörist ilan etmedi diye, devlet güvenlik güçlerinin gözü önünde linç girişiminde bulunulduğu hafızalarda.

Meclis’teki üçüncü büyük parti grubuna sahip HDP’yi terörist ilan etmediler diye Kılıçdaroğlu’nu, Akşener’i, SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun Erdoğan-Bahçeli ittifakınca “terör destekçisi” ilan edildiği de öyle.

Keza HDP’nin seçilmiş belediye başkanları “PKK’lı terörist” diye hapse atılmışken, HDP’nin önceki eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ hapisteyken, daha 31 Mart’ta seçilmişlerin Kürtçe tabela asması yasaklanmışken, Binali Yıldırım’a Diyarbakır’da “Kürdistan” ve “pekeke” dedirterek Kürt seçmenin aklının çelinebileceğini öngörmek kimin parlak fikriydi acaba? Ya da PKK lideri Abdullah Öcalan’a HDP’ye güya “tarafsızlık” ve “üçüncü yol” görüntüsü altında, aslında “İmamoğlu’na oy vermeyin” anlamına gelen mektup yazdırmak, yüzlerce kişinin ölüm emrini vermekten aranan Osman Öcalan’a devlet televizyonu TRT’de CHP-karşıtı propaganda yaptırmak kimin fikriydi? Erdoğan-Bahçeli ikilisine çok pahalıya patlayan bu fiyaskonun kimin fikri olduğu ve onun akıbetini gerçekten merak ediyorum. Erdoğan’ın “Kürt de olsa insandır” sözünün dökülmesine yol açtığı “kardeşlik” yaldızından hiç söz etmiyorum bile; o kişiyi merak ediyorum daha çok.

İmamoğlu’nun açık farkla kazanması bir bakıma Öcalan’ın oportünizmini, fırsatçılığını da açığa çıkarmış, hem PKK hem, HDP üzerindeki etkisine hasar vermiştir. Erdoğan’ın bundan sonra, eğer Bahçeli veto etmezse yeni PKK diyaloglarında Öcalan’ı kullanması zorlaşmış görünmektedir; HDP’li seçmen “Öcalan’a selam, ama oylar İmamoğlu’na” demiş görünmektedir.

İmamoğlu’nun seçim galibiyeti, ya da Erdoğan’ın yenilgisinin Türkiye’nin iç, dış ve ekonomi politikalarında bir dizi değişikliğe yol açması söz konusu olacaktır.

Öncelikle Erdoğan’ın seçim yenilgisinden sorumlu tuttuğu AK Parti yöneticilerine tırpan vuracağı beklentisi Ankara siyaset kulisinde yüksektir. Bu tırpanın şiddeti, Abdullah Gül-Ali Babacan ve ayrıca Ahmet Davutoğlu etrafındaki gruplaşmaların, AK Parti bünyesindeki çatlakların artmasıyla da sonuçlanabilir.

İstanbul’un Ankara’dan fazla önem verdiği “kabine değişikliğinin” aynı zamanda Cumhurbaşkanının damadı olan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın koltuğunu koruyup korumaması dışında fazla bir önemi olduğu söylenemez. Albayrak gitse de, kalsa da ekonomide yaşayabilir bir programa ihtiyaç vardır ve burada da sorumluluk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisindedir. Öte yandan pratik olarak Serhat Albayrak’ın orkestra şefliğinde bulunan hükümet yanlısı medyanın, tam saha baskıya rağmen Erdoğan’ın seçim kazanmasını sağlayamadığı, tam tersine zarar verdiği göz önüne alınırsa, medya cenahında da değişiklikler muhtemeldir.

İçerideki seçim yenilgisi, ülkenin beş büyük şehrinin muhalefet tarafından yönetilecek olması, seçmenden aldığı bu sert uyarı Erdoğan’ın dış politikasını etkileme potansiyeli taşıyor. Örneğin “Öcalan açılımından” sonra Suriye ve Irak’ta PKK ile mücadele konusunda ABD, Rusya ve diğer muhataplarla yeni bir denklem kurulup kurulmayacağı önemli bir sorudur. Keza S-400 ve Amerikan yaptırım konularında durum eskisine göre zorlaşacaktır.

Erdoğan, 28-29 Haziran’da Japonya’nın Osaka şehrindeki G20 zirvesine katıldığında ABD Başkanı Donald Trump’tan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e, AB liderlerinden Çin Devlet Başkanı Xi (Şi) Jinping’e dek bakışların farklılaştığı gerçeğiyle karşı karşıya kalabilir.

YAZININ TAMAMI