Gezi’den 23 Haziran’a (ve sonra gerisin geri) sek sek
İş 23 Haziran'a geldiğinde artık çok tecrübeli, ayak oyunlarına pabuç bırakmayan, sakarlık yapmayan, kendi gövdesini eksisiyle artısıyla gücüyle güçsüzlüğüyle iyi tanıyan bir Muhalefet bu ülke belleği için benzersiz bir Barış Bloku kurarak kendini gösterdi. Ve tam bunun bir gün sonrasında, 24 Haziran'da, son derece kritik bir Gezi davası konması rastlantı değildi herhalde.
Süreyyya Evren
1-Başlangıçta Gezi vardı. Gezi olduğunda ansızın oldu. Sonradan tarih yazarsak birikimler bulabiliriz, türlü arka planlar, oluşturucu olaylar, zemini kuran öğeler tespit edebiliriz, Gezi’ye giden yolları döşeyen taşları incelemek zevkli ve doğrudur. Evet ama öngörmüş, hazırlanmış, bunu bekleyen biri var mıydı? Yok. “Milyonlarca insanın ‘ben yaptım’ diye düşüneceği ve öyle hatırlayacağı bir şey geliyor” diyen oldu mu? Hayır. Gezi ağır ağır, belirtilerini göstere göstere mi gerçekleşti. Tanrılar için belki, biz ölümlüler için hayır. Dahası;
2-Gezi bizi zamanda ileriye attı. Etkisi aniydi ve sadece mekâna değil zamana da bir müdahale içerdi. Gezi herkes için o kadar yeniydi ki bugünde yaşanıyor gibi değildi, başka bir zamana aitti. Kendi yaşadığımız günde miyiz başka bir çağın gününü mü yaşıyoruz insanlar bilemedi. Elbette bu bir miktar Gezi sırasında Gezi’nin idealizasyonuyla mümkün oldu. Savunma da hazırdı: İdealizasyon olmadan ne aşk olur, ne şarkı bestelenir, ne de meşin bir topun peşinden koşulur. Ve bu idealizasyon kuşkusuz en fazla İstanbul’da güçlüydü çünkü bir ütopya deneyimi sunan ana yer Gezi Parkı’nın ta kendisi, dolayısıyla da İstanbul oldu. Üstelik;
3. Gezi kısa sürmedi. Bünyeye nüfuz etmesine yetecek kadar zaman geçirildi Gezi’de ve Gezi ile. Gelecekte, o güzel ütopyada, bir an, birkaç saniye, rüya kadar kısa bir süre değil, günler günler günler geçirildi. Yeterince iyi anne diyorlar ya onun gibi, yeterince uzun sürmüş bir yazdı. Deneyimler deneyimleri izledi. Ütopya içinde de sorunlar olduğunu keşfedecek kadar vakti oldu milletin. Cennetteki dertleri tanımaya başladı insanlar. Fakat daha kötüsü, iyiye çabuk alışıldı, kalbindeki iyi duyguya alıştı insan, yanındakinin kalbine alıştı, bir ferahladı, saldı varoluşu kolektif iyinin yeşil çimlerine. Derken;
4-5. Pat diye bitti Gezi. Düşüş sert olmasın diye yastıklar icat edildi, edilmedi değil, hatta bu yastıklar (parklara yayılan forumlar gibi) gelecekte benzer biçimlerde geri gelebilecek en yapıcı, yaşam kurucu öğeler olmasına, karar alma mekanizmalarıyla, aşağıdan iradesiyle, yataylığıyla, çok kültürlülüğü doğallaştırmasıyla, daha sayayım mı, en öğretici şeyler olmasına rağmen. Hayır, forum morum ne olursa olsun, Gezi’nin bitişi çok keskin yaşandı. İdealize edilmiş dünya tepemize çöktü. Muhalefetin Gezi’de yaşadığı ütopya bıçak gibi kesildi. O dönemde çok insanlar depresyona girdiler. Girmesinler mi? Büyük kayıp duyguları yaşandı, büyük yaslar tutuldu. Tutulmasa mıydı? Gezi’den dünyaya iniş tepetaklak oldu. Pat diye tutulup atılmak gibi. Rüya-ütopya hunharca bitirildi. Ve buna akla havsalaya sığmaz somut acılar eşlik etti. Çok canlar yandı, ocaklar söndü, yaralar alındı, güzel insanların gitmesine engel olunamadı. Ve muhalefet Gezi'den eve döndüğünde kendini eski evinde değil, bu kez ayarı biraz bozuk bir zaman makinesine binmiş gibi daha geride buldu. Ülke daha geriye gitmiş gibiydi, halbuki Gezi’de daha ilerisini görmüştük. Bu hal biraz özgüven de verdi. Ütopyanın tadı damakta çok tazeydi. Herkes her şeyi hatırlıyordu. Muhalefet o düşülen yerden hemen, ivedilikle çıkmaya koyulacağını ilan etti. Ancak ayağa kalktığı anda Muhalefet anladı ki bedeni ütopyaya ayarlı değil, bir sürü sakarlık yapıyor, ya eski kamplaşmalarının katılıklarını hemen terk edemeyip yanındakinin ayağına basıyor ya uzlaşma denince eli fazla kaçıyor sözgelimi Ekmeleddin'i gösteriyordu. 2013-2015 arası böyle çuvallamalarla geçti. Hal böyleyken;
6. Hayal kırıklıklarından nur topu gibi bir 7 Haziran doğdu. Ütopyaya birlikte gitmişliğin Gezi'den kalma büyük artısı o oldu ki beğenmediklerimizle birlikte öğrendik, çok öğeli, öğrenen, tek bir devasa organizma gibi muhalefet iki yılda durumu toparlayıp toplumu 7 Haziran'a çekti. 7 Haziran salt bir seçim değil aynı zamanda rotası ütopya-rüyadan geçen bir gelecek vaadiydi. Gezi’de görülen geleceğe gitmek için siyaset ve seçim sistemi denilen engelin doğasına müdahale edildi, su yolu değiştirildi. Neredeyse herkese rağmen, 7 Haziran 2015 yaşandı. Seçime olduğundan başka bir şeymiş gibi, bir sivil itaatsizlik eylemiymiş gibi katılındı. Gezi’de gördüklerini bedeninde uygulayabilir oldu halk. Birkaç saçmalamadan sonra birlikte öğrenebileceğini hatırlayanlar bunu başarmanın haklı gururunu yaşadı 7 Haziran gecesi. Bir parti seçim kazanmadı, bir zümre seçim kazanmadı, bir kazanan da illa ki olmadı. Bir geniş birliktelik, büyük ölçüde insani, ahlaki temellere dayanan ve öznesinin yeri o kadar da net olmayan bir birliktelik, kendine seçim sistemi içinde büyüyebileceği ve hayatı etkileyebileceği bir format icat etti. Bunu gören kötü kalpli canavarlar ve;
7-8. Ve büyük harfle Şiddet 7 Haziran’dan sonra halkın tepesine çöreklendi. İktidar, hem de sadece o bu şu değil büyük harfle Türkiye İktidarı, 7 Haziran’ın açtığı barışla büyüme ihtimalini kavrayamadı. Şiddet ülkeye hâkim oldu. Panikle ve sınır tanımaz bir vahşetle, olmadık aracıları kullanarak, olmadık fiillere imza atarak ortalığı kan gölüne çeviren bir Sistem belirdi. Şiddetin dozu arttı ve çeşitlendi, dört koldan acı yağdı. 7 Haziran 2015 sonrası Türkiye normalizasyondan hızla koptu. Şöyle bir varsayım da sanki etkili oldu –tekrar normalize olursak tekrar Gezi gelebilir, tekrar 7 Haziran gelebilir, en iyisi mi bunu imkânsız kılacak bir ezme ve yıldırma operasyonuna girişelim. Türlü türlü insanlık dışı şey. Normalizasyon bir tehdit olarak görülmeye başlandı. Bu dönem millette geri çekilmeye yol açtı. 2015-2019 arası haliyle uzun sürdü. Ömürler, ümitler uçtu gitti. 7 Haziran öncesinin ve gününün yapıcı enerjisi eridi. Herkes kaçacak Kanada aramaya başladı. İsteksizlik ve boşvermişlike geçildi. Patlamalar, darbeler, KHK’lar, Barış İçin Akademisyenlere saldırılar, ölümler, savaşlar, saymak istemiyor insan. Sonra iyice sesi kısmışken ansızın hiç yoktan bir Muharrem İnce kampanyası ile tekrar gaza gelindi. Bu enerji de bir büyük fiyasko gecesi ile efsane bir hayalkırıklığına dönüştü. Fakat Muharrem İnce kampanyası başlamadan önce memlekete nasıl bir ölü toprağı serili olduğunu unutmak zor. Bir ümit geldi, bir olabilir duygusu geldi zemine. Muharrem İnce kampanyasından da muhalefetin yeni büyük gövdesi bir dersler alarak ve biraz daha eline koluna hâkim olmayı öğrenerek, büyüyerek ve bedenini biraz daha tanıyarak çıktı. Muharrem İnce kampanyası acı bittiğinde artık ergenlik de bitmişti. Öyle ki;
(dön ve tekrar) 6. Başkanlık seçimi gecesi dip yapılan yerden Muhalefet bir kez daha doğrulduğunda artık üstüne bir ağırlık, bir olgunluk gelmiş olarak belirdi. Ağır hareket etmeyi öğrenmiş durumdaydı. Muhalefet acele etmedi. Herkes dersini almıştı, herkes yoğurdu üfleyerek yedi. 2015 sonrası geri çekilmeler sırasında bellekten Gezi ihtimali, gerçek-olan-rüya-ütopya çıkmış değildi. Geriden geriden muhalefet bu kez 2013-2015 hızıyla değil ama ağır ağır 2015-2019 arasında etik öncelikleri ideolojik önceliklerin arkasına atarak biraraya geldi, gövdeyi diriltti. İş 23 Haziran'a geldiğinde artık çok tecrübeli, ayak oyunlarına pabuç bırakmayan, sakarlık yapmayan, kendi gövdesini eksisiyle artısıyla gücüyle güçsüzlüğüyle iyi tanıyan bir Muhalefet bu ülke belleği için benzersiz bir Barış Bloku kurarak kendini gösterdi. Ve tam bunun bir gün sonrasında, 24 Haziran'da, son derece kritik bir Gezi davası konması rastlantı değildi herhalde. Büyük harfle İktidar, Muhalefet'in siyasi değerlere değil ahlaki değerlere önceliği verebilme becerisini en eski yöntemlerle kırıp dağıtmaya çalışmak için devredeydi. Gelgelelim;
5-4. Muhalefet şimdi onlar düşünsün, biz işimize bakalım hep birlikte havasına girdi. Kompleks bir yapıya kavuşan Muhalefet 31 Mart-23 Haziran sürecinde kimseye çelme takmadı, rakibinin ciğerini okuyormuş gibi bir havaya büründü. Eski tip dinamiklere karnı toktu. Buradan bakınca İktidar için sorun şu, Muhalefet öğrene öğrene sınavlardan geçe geçe başlangıçta (Gezi) bir esriklik ânı değerleri gibi görünen değerleri içselleştirdi, sağlamlaştırdı, geliştirdi, uyarladı, alıştı bunlara ve şimdi topluma yaymaya hazırlanıyor. Gezi’nin sahibi yok, tapusu kimsede değil, benimse içselleştir kendinin kıl senin olsun, bu kadar. Günümüzde;
3. Demek ki artık ahlak temelli, güçlü, çok bileşenli, büyük ama kendi başına dengede durabilen ve sakarlık da yapmayan muhalif gövde hayalkırıklıklarının en ağırlarıyla da başedebiliyor. Gövde kendi kendisini ve tüm bileşenler tüm bileşenleri sürekli aşağıdan denetliyor. Kimsenin en ufak bir ahlaksızlığına kimsenin tahammülü yok muhalif gövde içinde. Arkaik değerler son derece geçerli. Aynı fikirde değiliz ama aynı ahlakta birleşiyoruz gibi bir hava var. İyi olmaya çalışacağız demiş bir harekete sürekli katılımın yaşandığını bu hareketin illa bir tek hareket bile sayılamayacak kadar çok ve bağımsızlığına devam eden bileşenlerden oluştuğunu, gövdesini türlü ortamlara adapte olabilir becerilerle badireden badireye düşerken donattığını düşünün. Yine de;
2. Bazı somut sözler hatırladıkça hatırlayanı kırıyor, incitiyor, burkuyor: Suruç, Berkin, Ali İsmail, Ethem, Ankara Garı… Muhalefetin zafer ânı yok, sürekli yeni sorun var çözülecek, yeni karar var alınacak, dönüşümün tek bir momenti yok, lineer bir yükseliş çizgisi de yok, yayıla yayıla ileri geri sağa sola yukarı aşağı türlü hareketlerle yol alıyor. Kendini böyle buluyor. Sorabiliriz: Türkiye’de Muhalefet Gezi’den bugüne nasıl evrildi, ne gibi aşamalardan geçti ve 23 Haziran momenti dikkate alındığında nasıl bir evrede olduğu öne sürülebilir? Belki bazı imgelerin kendileri bastırıldı ama kültürleri yerleşti. Ramazanda yer sofraları imgesi bastırıldı, ama uyuşmayacak siyasetlerden olup da bir etik pozisyonda birleşilebileceği fikri kendini 23 Haziran’a kadar başarıyla ve geliştirerek taşıdı. Bu birliktelikler ideolojilerin ikincil olabildiği anlaşma zeminlerini gerek şart olarak her seferinde öne sürdü. Sormak lazım;
1. Peki neden “Mazbatayı ver, mazbatayı ver, İmamoğlu’na mazbatayı ver” diye bağırıyorlardı? Diyeceksiniz ki büyük başkan, en büyük devrimci, yaşasın ideolojimiz diye bağıracak halleri yoktu. Kimse öyle bir yerden konuşmuyor, konuşanlar da zaten gövdeye dışarıdan tavır almakla meşgul. Hayır, “Mazbatayı ver, mazbatayı ver, İmamoğlu’na mazbatayı ver” dendi çünkü liyakat önemli, adalet önemli, hak önemli, hak etti mi etmedi, kimin hakkı önemli. Çünkü iyi olan kazansın.