Korkut Boratav: İktidar dağılmaktadır
Prof. Dr. Korkut Boratav, 23 Haziran seçimlerini değerlendirdiği yazısında, AK Parti'nin 31 Mart sonrasındaki durumunu analiz ederken, "AKP’nin sayısız seçim deneyimi ile İstanbul’daki kargaşa nasıl bağdaştırılabilir? Tek açıklama var: İktidar dağılmaktadır" tespitini yaptı. Boratav, "Açık-seçik ortaya çıkmıştır ki, kurumsallaşamayan bu tuhaf rejim, Türkiye’nin gelişkinlik düzeyindeki bir kapitalist toplumu yönetemez" dedi.
DUVAR - Prof. Dr. Korkut Boratav, 23 Haziran seçim sürecini ele aldığı sol.org'daki yazısında, AK Parti iktidarının dağılmakta olduğunu öne sürdü. İktidarın seçimin yenilenmesi tercihinin açıklanması güç bir basiretsizlik olduğunu ifade eden Boratav, "31 Mart’ta Türkiye’deki seçim galibiyeti de 23 Haziran’da bir hezimete dönüştürüldü" dedi. Boratav, muhalefet blokunun Gezi eylemlerinde filizlendiği tespitini yaparken, "Muhalefet blokunun ortak paydası, yani “hukuk devletine dönüş” çağrısı, bu tür bir radikal programı esasen içermemektedir. Ancak, bu tür asgarî hedefler, tarihsel anti-faşist mücadelelerin tümü için geçerlidir" dedi.
"Ekrem İmamoğlu’nun ezici farkla kazandığı İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi üzerine her şey söylendi; yazıldı. Özgün şeyler söylemek güç; sıradan bazı gözlemlerle yetineceğim. Bazıları, seçimden bir hafta önce BirGün Pazar’da bir söyleşide yer alıyordu. Hâlâ geçerli olduğunu düşünüyorum" diyen Boratav'ın yazısı şöyle:
Bahçeli, 31 Mart seçimleri arifesinde Cumhur İttifakı için %52’lik oy oranı hedeflemişti. Türkiye sonuçları, AKP + MHP’nin bu hedefi (%51,6 ile) yakaladığını gösterdi. İktidarın doğal tepkisi, “hedefimizi yakaladık; bir kez daha kazandık…” söylemini medyaya, kamuoyuna taşımak olmalıydı.
Hatırlayınız: 2017’de oluşan anayasal çerçeve, KHK’larla oluşturulan yeni düzen ve 2018 seçimleri, Cumhurbaşkanı’na dört buçuk yıllık neredeyse sınırsız bir iktidar kapısı aralamıştı. İslamcı faşizme “yumuşak geçiş”in önü açılmıştı. Bu ortamda büyükşehirlerde belediye başkanlıklarının muhalefete geçmesi önemsiz bir ayrıntı olarak görülmeliydi. İkna, yönetimi felç etme ve kayyum seçenekleri sonuna kadar açıktı. İstanbul-Ankara yenilgileri, sıradan nöbet değişimleri olarak yorumlanmalıydı. Elbette, zamanla “gereğine bakmak” üzere…
Açıklanması güç bir basiretsizlik sonunda bu seçenek reddedildi; İstanbul seçiminin yenilenmesine karar verildi. 31 Mart’ta Türkiye’deki seçim galibiyeti de 23 Haziran’da bir hezimete dönüştürüldü.
Nasıl açıklanabilir? İstanbul kampanyasındaki tuhaflıkları da dikkate almadan soruyu yanıtlamak güçtür.
İsterseniz “tek adam” üzerinde yoğunlaşın; isterseniz “yakın çevre”yi ekleyin; iktidar, akılcı ve tutarlı karar alma yeteneğini yitirmektedir.
31 Mart’ın hemen sonrasında Cumhurbaşkanı’nın ilk tepkisi serinkanlıdır. Ardından gelen seçimi yenileme kararı, kimi baskılardan türeyen bir “sürüklenme” gibidir.
Sonraki kampanya sırasındaki tuhaflıklar da ortadadır: Cumhurbaşkanı önce geri çekildi; sahneyi uyumsuz iki şahsiyete, Binali Yıldırım ile İçişleri Bakanı’na bıraktı. Sonra, adeta çaresizce geri geldi; İmralı’yı devreye soktu. Hepsi İmamoğlu’na yarayan şizofrenik suçlamalar da eklenerek…
AKP’nin sayısız seçim deneyimi ile İstanbul’daki kargaşa nasıl bağdaştırılabilir? Tek açıklama var: İktidar dağılmaktadır.
Bu tespitin İstanbul seçimleriyle sınırlı olmadığı da anlaşılmaktadır. Cumhur İttifakı, çözümsüz kan uyuşmazlığı içindedir. Parlamenter sistemin çökmesi, iktidar partisi olan AKP’yi işlevsizleştirmektedir: Seçmenler ile iktidar arasındaki halkayı oluşturan milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığı makamına, bakanlara, “esrarengiz yetkililere” ulaşamamaktadır.
Bu tıkanıklıklara, seçimin yitirilmesini ekleyin: Örneğin AKP İstanbul örgütünün varlık nedeni ortadan kalkmıştır. Bu “dağılış”ın tüm ülkeyi kapsaması gündemdedir.
Daha da vahimi, Cumhuriyet’in geleneksel kamu yönetimi tamamen çökmekte; kadroların yetersizliği kargaşaya ayrıca katkı yapmaktadır. Dış politikada, ekonomide patlak veren krizler yönetilememektedir.
Açık-seçik ortaya çıkmıştır ki, kurumsallaşamayan bu tuhaf rejim, Türkiye’nin gelişkinlik düzeyindeki bir kapitalist toplumu yönetemez. İktidardaki dağılma, özünde bu algılamaya dayanmaktadır.
MUHALEFET BLOKU VE 'HER ŞEY GÜZEL OLACAK...'
İstanbul seçimi, Türkiye toplumunun kabaca yüzde 50’sini oluşturan fiili bir muhalefet bloku tarafından kazanıldı. Bu muhalefet bloku ilk defa Gezi kalkışmasında kendiliğinden filiz verdi. Giderek siyasî partilere, hareketlere intikal etti. 2015 Haziran seçimlerinde, 16 Nisan referandumunda ve sonraki seçimlerde etkili oldu.
Bu blokun bugünkü bileşenleri arasında önemli ideolojik, politik anlaşmazlıklar var. Bunları herkes biliyor. Siyasî liderler, AKP iktidarına karşı muhalefete öncelik verdiler; anlaşmazlıkları deşmeyecek olgunluk gösterdiler. İktidar-karşıtı muhalefet blokunun sürdürülmesi, bu olgunluğa bağlıdır. Güç bir ön-koşuldan söz ediyorum.
Peki, iktidara muhalefetin güncel hedefi nedir? Muhalefet ittifakında yer alan partilerin, hareketlerin ortak talebi, hukuk devletine dönüş diye özetlenebilir. Gerçekleşirse İslamcı faşizme geçiş frenlenmiş olur. Fiili bir anti-faşist cephenin asgarî hedefi olarak da yorumlanabilir.
AKP’nin 23 Haziran seçiminden yenik çıkması, İslamcı faşizme gidişin frenlenmesine katkı yaptığı ölçüde hepimizi sevindirmelidir. Bu yenilgi, Türkiye’nin kapitalizme özgü sınıfsal yapısını, emperyalizme bağımlılığını elbette değiştirmemiş, hatta ilk aşamada etkilememiştir.
Muhalefet blokunun ortak paydası, yani “hukuk devletine dönüş” çağrısı, bu tür bir radikal programı esasen içermemektedir. Ancak, bu tür asgarî hedefler, tarihsel anti-faşist mücadelelerin tümü için geçerlidir.
Ancak bu tespit, muhalefet ittifakının siyasî bileşenleri için geçerlidir. İstanbul seçimini oylarıyla kazanan tabana, yani halk sınıflarının muhalefet saflarında yer alan öğelerine baktığımızda, hukuk devletine dönüş talebinin çok ötesine giden özlemler ve arayışlar söz konusudur.
Bunların varlığını, İstanbul seçimleri sırasında tesadüfen ortaya çıkan; hızla benimsenen slogan yansıtıyor: Her şey çok güzel olacak…
Bu basit sloganın İstanbul’dan Karadeniz’e Türkiye halkının önemli bölümlerince benimsenmesi, bence iki nedenden ötürü değerlidir.
Birincisi, “her şeyin kötü olduğu” algısı, teşhisi içerdiği için… Bu, aynı zamanda, “her şeyi çirkinleştirenlerin tespiti” anlamına geliyor. O yüzden, “aynı geminin yolcuları…” söylemine uzak duruyor.
İkinci olarak, halkımız, “her şeyin güzel olacağı bir Türkiye” arayışında ise, mutlu olmalıyız. Zira, “yeni bir dünya özlemi” bu güzellik arayışında içkindir. Bir anlamda, altı yıl öncesinin Gezi kalkışmasında ortaya çıkan radikal, hatta devrimci çağrılara açılımdır.
Halk sınıflarının “yeni ve güzel bir dünya özlemi”, elbette, Türkiye’yi hukuk devletine ve Haziran 2015’e dönüş gündeminin ötesine taşıyacak öğeler içermektedir. Bu öğeleri siyaset alanına taşıma işlevini, muhalefet blokunun sol kanadı üstlenecektir. Ama zamanı gelince…
2015’E DÖNÜŞ RESTORASYONU
Muhalefet blokunda, hukuk devleti hedefini, parlamenter demokrasiye dönüş biçiminde yorumlama eğilimi gözleniyor. Bu “dar” yorum, faşizme geçişi frenleyeceği için benimsenebilir.
Ne var ki, büyük sermaye ve dış güç odakları, farklı bir geçiş programı tasarlamaktadır: Ilımlı İslam ve liberaller arasındaki büyük bir koalisyon tasarımı… Liberal kanadı temsile, (“ulusalcı” ve sol etkilerden arındırılmış) CHP veya bugünkü Millet İttifakı adaydır. Ilımlı İslam ise AKP’den kopmalarla oluşacaktır. Bugünkü CHP yönetiminin bu türden bir Merkez İttifak’a yatkın olduğu öteden beri biliniyor. Gündeme gelen Ali Babacan-Abdullah Gül girişimi bu çerçeveye oturuyor.
Bu tasarım, İstanbul seçimini kazanan muhalefet blokuna, “ılımlı bir siyasî İslam” aşılama, ekleme girişimidir. “İhvancı” ve diğer aşırılıklardan, istikrarsızlığa yol açan savrulmalardan arındırılmış bir AKP… Bir anlamda 2016’daki OHAL, KHK uygulamalarının ve 2017 Anayasa revizyonunun öncesi… Yani, 2015 Türkiye’sinin restorasyonu…
“2015’e dönüş restorasyonu” sadece yetersiz değil; tehlikelidir. Bu türden bir Merkez İttifak, (Gülen akımına da uzanan) bir siyasî İslam içerecektir. Cumhuriyet değerlerinden, özellikle laiklikten sapmaların yaygınlaştığı, Kemalistlerin tasfiyesiyle görevli yargı cinayetlerinin yaşandığı 2007-2015 yıllarının sorumluluğu onlara da aittir.
Dahası, Türkiye’yi emperyalizmin iki ayağına, 2003 sonrasında finans kapitale ve 2011 sonrasında Orta Doğu’da ABD taşeronluğuna teslimiyette de onların katkısı var. Birincisi ağırlaşan dış ekonomik bağımlılığa ve ekonomik krizlere yol açtı. İkincinin bedeli, bugün Suriye bataklığında ödenmektedir.
Hukuk devletini çökertmenin ilk adımı olan 2010 Anayasa değişikliğinin mimarları arasında da yer aldılar. Gülen’in “mezarlardan çıkarak oy verin” çağrısı unutulabilir mi?
İstanbul seçimini kazanan muhalefet bloku; 23 Haziran’da “her şey çok güzel olacak” özlemi içinde AKP’yi oylarıyla hezimete uğratan İstanbul halkı; onlarla birlikte nefes alan Türkiye’nin on milyonları, liberal-ılımlı İslam ittifakına; sözünü ettiğim “2015’e dönüş” tasarımına mahkûm edilmemelidir.
İstanbul seçiminin öncesinde, içinde ve sonrasında anti-faşist muhalefette yer alan; alacak olan ilerici, aydınlanmacı, sosyalist herkese, önümüzdeki dönemde bu bakımdan önemli görevler düşecektir.