Tuna Altınel’e özgürlük
Pasaport tahdidini kaldırmak için gittiği Balıkesir’de tutuklanan barış akademisyeni Tuna Altınel’in ilk duruşması 30 Temmuz’da görülecek. Altınel’in Galatasaray Lisesi’nden devre arkadaşları da ‘Tuna Altınel’e Özgürlük’ imza kampanyası başlattı. Altınel’in Galatasaray Lisesi 116 devre arkadaşlarından Ömer Faruk Kurhan da Altınel’in tutuklanma sürecini kaleme aldı.
Ömer F. Kurhan
Barış akademisyenleri davasında tutuksuz yargılanan matematikçi Tuna Altınel, 11 Mayıs’ta pasaportuna niçin tahdit konulduğunu öğrenmek ve mümkünse tahdidi kaldırmak için Balıkesir Nüfus Müdürlüğü’ne yönlendirilmişti. Fransa’ya dönüp öğretim üyesi olduğu Claude Bernard Üniversitesi Lyon-1’de iş başı yapmak üzere hazırlık yapıyordu.
Balıkesir’e gittiğinde, nüfus müdürlüğünde görevli memur tarafından bir süre oyalandıktan sonra tutuklanarak Kepsut Cezaevi’ne yollandı. Fransa’da Amitiés Kurdes de Lyon et Rhône-Alpes tarafından organize edilen bir toplantıya katıldığı ve çevirmenlik yaptığı tespit edilmiş, bu nedenle yasadışı örgüt üyesi olduğu şüphesiyle tutuklanmasına karar verilmişti.
Tuna Altınel’in zaten barış akademisyenleri davasında tutuksuz yargılanırken yasa dışı örgüt üyeliğiyle suçlanması ve bu kez tutuklanarak ikinci bir dava ile karşı karşıya kalması nasıl yorumlanmalı?
Bu yanıtlanması zor bir soru değil. Tuna Altınel “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalayıp mahkemedeki savunmasında “Ben Barış Bildirisi'ni yalnızca imzalamadım. Onu düşündüm, hissettim, yaşadım. O metni ben yazdım. Her cümlesinin arkasındayım.” demişti ve hâlâ aynı noktada.
Tuna Altınel toplumsal barışa katkı sunma isteğini bildirinin hazırlandığı şartlar ve dönemle sınırlamayıp sürekli hale getiren kararlı bir barış aktivisti. Fransa’da katılmış olduğu toplantı suçlama konusu haline getirilirken her ne kadar istihbari bilgi olduğu iddia edilse de, yasal olduğu bilinen bir etkinlik. Tuna Altınel tutuklandığı güne kadar her yönüyle saydam bir barış faaliyeti yürütmüştü. Bunu hem sosyal medya hesaplarından hem de barış akademisyenleri davasındaki savunmasından anlamak mümkün. Amacını açıkça belirtmiştir: “Her Türk vatandaşı benim yaptığımı yaparsa barışa biraz daha yaklaşırız.”
Fransa’da yasal olan bir toplantının Türk yargısı tarafından kriminalize edilmesi, İçişleri Bakanı Soylu’nun Mart ayında yaptığı ve çok geçmeden Dışişleri Bakanlığı’nın tashih etme gereği duyduğu bir açıklamasını akla getiriyor:
“Avrupa'da, Almanya'da öyle terör örgütünün toplantılarına katılıp da ondan sonra gelip Antalya'da, Bodrum'da, Muğla'da tatil yapanlar var ya, onlar için de tedbir aldık şimdi. Hadi gelsinler bakalım havalimanlarından içeri girsinler. Gözaltına alıp yallah, öyle kolay değil. Dışarıda hainlik yapıp, içeride, Türkiye'de keyfini, sefasını sürmek bundan sonra kolay değil.”
Dışişleri Bakanlığı İçişleri Bakanı Soylu’nun açıklamasını tashih etmeye çalışırken, hiç kuşkusuz ve aynı zamanda, iktisatçıların yapısal olduğu noktasında büyük ölçüde uzlaştıkları ekonomik krizin hafifletilmesi için hayati önem kazanan Türk turizminin olumsuz etkilenmesini önlemeye çalışıyordu.
Bu bakımdan Tuna Altınel’in biraz şanssız olduğu söylenebilir. Gerçi pasaportuna konulan tahdidi kaldırmak üzere gittiği Balıkesir’de Arkeoloji ve Kuvayı Milliye müzelerini gezmek, yörenin ünlü bir tatlıcısına uğramak gibi faaliyetlerde bulunduğu biliniyor. Fakat mesleki yaşamını yıllardır Fransa’da sürdürmesine rağmen Fransız vatandaşlığına geçme fırsatını kullanmamak ve resmen T.C yurttaşlığı ile yetinmek gibi bir tercihte bulunmuştu. Barış akademisyenleri davasında yargılanırken de bu tavrını sürdürdü.
Öte yandan, Fransa’da kadrolu öğretim görevlisi ama aynı zamanda T.C yurttaşı kimliğiyle, Tuna Altınel’in özellikle ilgili devletler (Fransa ve Türkiye) açısından uluslararası bir hukuk denklemi yarattığını iddia etmek yanlış olmaz. Bir yandan ifade özgürlüğü hakkını tanıyan Fransa yargısı, diğer yandan barış çağrıları dâhil ifade özgürlüğünü terör suçu kapsamında değerlendirebilen Türk yargısı var.
“11 Mayıs’ta Tuna Altınel’in tutuklanmasına giden yol nasıl döşendi?” sorusunun yanıtı tabii ki sadece Fransa’da katıldığı ve çevirmenlik yaptığı toplantı değil. Sorunun yanıtı aynı zamanda yakın geçmişte geliştirdiği bazı tavırlarında saklı:
Toplumsal barışa katkım olsun diyerek fırsat bulduğunda Kürt coğrafyasını ziyaret etmek, çatışmaların yoğunlaştığı zamanlarda bile yapıcı bir Türk-Kürt köprüsü kurmaya çalışmak. Barış akademisyenleri davasında yargılanmasına neden olacak bir bildiriye imza atmakla kalmayıp ona sahip çıkmak. Dava sürecinde kime nasip olacağı kestirilemeyen “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması” kumarını oynamayı daha en baştan reddetmek. Ya hapishane ya sürgün ikilemini kabul etmeyip ısrarla barış akademisyenleri davasının hem sanığı hem Türkiye’deki yakın takipçisi olmayı sürdürmek. Türkiye’de çoktandır terör suçu kapsamında değerlendirilen barışçı faaliyetlerine ara vermemek.
Tuna Altınel’in karşı karşıya kaldığı ve tutuklu yargılanacağı ikinci davasının, barış akademisyenleri davasının yeni bir aşaması olduğu gerçeğinin yeterince algılandığı söylenemez. Barış akademisyenleri davasının evrimine bakıldığında, özetle şunlar yaşandı:
Davutoğlu’nun başbakan olduğu dönemde, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisi ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmedi. Fakat ne kadar ileri gidileceği konusunda Saray ile Başbakanlık arasında anlaşmazlıklar yaşandı. Gözaltılar ve işten çıkarmaların sistemli ve merkezi bir karakter edinip edinmeyeceği tartışmalı hale geldi. Nihayetinde yargılamaların tutuksuz yapılmasına karar verildi ve tutuklanmış olan dört akademisyen tahliye edildi. Bu sırada Tuna Altınel bildiriyi imzaladığı için hakkında dava açılan yüzlerce akademisyenden birisiydi.
Kapsamlı bir meclis araştırmasının dahi yapılmadığı, hâlâ ne olup olmadığı tam anlaşılamayan 15 Temmuz 2016 askeri kalkışması barış akademisyenleri davası için de bir dönüm noktası oldu. OHAL ilan edildiğinde, KHK’lar aracılığıyla akademik camiayı da hedefleyen geniş çaplı kıyım, barış akademisyenlerinin önemli bir bölümünü (TİHV verilerine göre 406 akademisyeni) içerecek şekilde uygulandı. Tuna Altınel Türkiye’de değil Fransa’da akademisyenlik yaptığı için, doğal olarak bu kıyımdan etkilenmedi.
Sanıklar “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması” (HAGB) seçeneği ile baş başa bırakıldı ve HAGB’yi kabul etmeyenlere doğrudan sürgün ya da hapishane yolu gösterildi. Buna karşılık Tuna Altınel “Aleyhime kabul ettiğim, benim gözümde imzamı geri çekmeme denk olan HAGB'yi reddediyorum. Barış çağrısı suçlanamaz, ona hüküm verilemez.“ diyerek HAGB’yi reddeden akademisyenler arasında yer aldı.
HAGB’yi kabul eden akademisyenlerin bir kısmı HAGB’den yararlanmalarını engelleyen sürelerde hapis cezalarına çarptırıldı. Böylece, HAGB’den yararlanamayan akademisyenlerle HAGB’yi daha en baştan reddeden akademisyenler aynı sepete konuldu ve tamamına sürgün ya da hapishane yolu gösterildi. Bu sırada Tuna Altınel düzenli olarak Türkiye’ye gelerek barış akademisyenleri davasının hem sanığı hem yakın takipçisi olmayı sürdürdü.
Barış akademisyenleri davasının yarattığı baskıyla “Nasıl bir barış?” sorusunun yanıtı zaten aranamaz hale geldi. Bu sorunun yanıtını arayabilmek için öncelikle ifade özgürlüğünün hukuki güvence altına alınması gerekirken tersi yapıldı. Bu sırada Tuna Altınel, Türkiye’de yapılamaz hale geleni Fransa’da yapmayı sürdürüyordu. Türk yargısının verdiği yanıt nihayet 11 Mayıs’ta Tuna Altınel’in tutuklanması oldu.
Gelinen aşamada, Tuna Altınel bir yandan tutuksuz yargılandığı barış akademisyenleri davasında terör propagandası yapmakla suçlanırken, diğer yandan tutuklu yargılanacağı ikinci davada yasa dışı örgüt üyeliği ile suçlanacak. Kim bilir, belki böylece barış akademisyenlerine terör propagandası yapmaları için talimat veren ya da onlara “Kandırıldık!” demelerini sağlayacak yasa dışı örgüt üyesinin kim olduğu da keşfedilmiş olacak. Daha önce bu kişinin Bese Hozat olduğu iddia edilmiş olsa bile, barış akademisyeni Cem Özatalay’ın savunmasında dile getirdiği gibi, aynı dönemde “PKK üst düzey yöneticisi” Bese Hozat kamuoyuna barış talebi içeren ve hükümeti muhatap alan bir bildiri değil, şiddet kullanımını içerecek şekilde başkaldırı çağrısında bulunmuştu. Bu, barış akademisyenleri davasına temelsiz suç imalatının nasıl damgasını vurduğunu gösteren somut ve yalın bir tespitti.
Barış akademisyenleri davasının evrimi, önce “Nasıl bir barış?” sorusuna yanıt aramanın kriminalize edildiği, bir yerden sonra tümden ifade özgürlüğü hakkının kriminalize edildiği bir sürece işaret eder. Bu, örneğin barış akademisyenleri bildirisine destek veren Ali Kerem Saysel’in de savunmasında dikkat çektiği bir noktaydı:
“Barış sürecinin nasıl başlayıp nasıl sona erdiği halen ciddi belirsizlikler içermektedir ve değerlendirmesi bilgiye dayalı, özgür ve kapsamlı bir tartışmanın konusudur. Bunun yeri katılımcıların, yargılayanlar ve yargılananlar olarak eşitsiz bir şekilde karşı karşıya geldiği mahkeme salonları olmamalıdır.”
Tuna Altınel’in 30 Temmuz’da yapılacak ilk duruşması, barış akademisyenleri davası ve şiddet çağrısı içermeyen ifade özgürlüğü hakkının tanınması açısından, bir kez daha Türk yargısını test edecek. Kendisine resmi siyasetin dönemsel, bazen günübirlik çizgisine göre ayar veren bir yargı mekanizmasının adil sonuçlara ulaşması beklenemez.
Kısmen 2013-2015 çatışmasızlık dönemi dışarıda bırakıldığında, duruma ve faile göre değişkenlik arz edebilen “adalet” absürtlüğü devam etmektedir. Bugüne kadar, barış akademisyenleri davasında art arda verilen cezalar ve 11 Mayıs’ta Tuna Altınel’in ikinci bir suçlama eşliğinde tutuklanıp cezaevine yollanması, Türk yargısı adına pek umut verici olamadı. Bunu ilk duruşması 24 Haziran’da yapılan Gezi davasında da görüyoruz: Sekiz aydır tutuklu olan Yiğit Aksakoğlu’nun tahliyesine karar verilirken, 20 aydır tutuklu olan Osman Kavala yeniden cezaevine yollandı.
Hangi görüş veya çizgiyi içinde barındırırsa barındırsın, özgürlükçü demokrat kamuoyuna düşen ilk duruşması 30 Temmuz’da yapılacak Tuna Altınel davasına seyirci kalmamaktır. “Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek” demenin ötesinde bir yerdeyiz. Öyle görünüyor ki, Türkiye’de sıranın kime geleceği, uzun süredir hapishanelerin doluluk kapasitesi ile ilgili teknik bir meseleye dönüşmüş durumda. Hükümet için kötü haber şu ki, kusursuz distopya ancak hayal edilebilir, uygulanamaz.
Bu vesileyle “Tuna Altınel’e Özgürlük” diyen iki imza kampanyasına dikkat çekelim:
https://math.univ-lyon1.fr/petitionTunaAltinel/en/free-tuna-altinel/