Toplumsal boyutuyla deprem korkusu
Bir haftadır ciddi bir deprem riski altında olduğumuzu “yeniden hatırladık”. Aslında toplum olarak, yıllardır diğer araçlara makas atan, bundan dolayı yaşanan kazalara tanık olsa da pek üzerinde durmayan, bir hafta önce makas atarken kaza riski yaşayınca birden korkmaya başlayan biri gibiyiz.
Korku bir duygudur. Aynı zamanda bir insanı psikiyatriste getiren en önemli nedenlerden de biridir. Terk edilme korkusu, başarısızlık korkusu, küçük düşme korkusu, sağlığını yitirme korkusu, kirlenme ya da hastalık bulaşması korkusu farklı klinik durumlarda insanın hayatını zorlaştırabiliyor. Bu yüzden korku kişiyi psikiyatriste getirir. Korku bizim işimiz.
Diğer yandan korku aslında tartışma götürmez biçimde bir duygu. Hüzün, gurur, utanç, neşe, öfke ya da heyecan gibi bir duygu. Bir duyguyu geçirmek her zaman iyi fikir midir peki? Şimdi kısaca “Duygu niye var?” sorusuna yanıt bulmaya çalışalım, sonra korkuya, oradan da deprem korkusuna geçeceğiz…
Duygu elbette insana özgü bir fenomen değil. En azından memelilerin hepsi ve omurgalıların da bir kısmı duyguya sahipler. Hatta Charles Darwin “The Expression Of Emotion In Man And Animals” isimli kitabında türler arasında duygu ifadelerini karşılaştırmıştır. Artık duygunun aralarında algı, dikkat, bellek, motivasyonel öncelikler, iletişim ve ifade, refleksler, enerji, beden fizyolojisi ve davranış gibi çok sayıda çıktıyı, “paket halinde” düzenleyen bir fenomen olduğunu biliyoruz (1). Cep telefonlarınızdaki “modları” düşünün. Mesela uçak modunda telefon şebekesi bağlantınız, wi-fi bağlantınız, bluetooth bağlantınız ve radyo bağlantınız kesiliyor ama kayıtlı bulunan fotoğraflarınıza bakabilir ve müzik dinleyebilirsiniz. Bu modun amacı bu işlevleri teker teker ayarlamak zorunda kalmamanız. Duygular için de “Pek çok zihinsel ve bedensel durumu düzenleyen modlar” diyebiliriz.
Korku bu düzenlemenin oldukça belirgin olduğu duygulardan birisidir. Özellikle bedensel (fizyolojik) değişikliklerden zengindir. Bir köpek tarafından kovalandığı için çok korkan bir çocuğu gözümüzün önüne getirelim. İlk bakışta gözleri kocaman açılmış, harcadığı bedensel eforla orantısız biçimde derin derin soluk alıp veren, burun kanatları açılmış, kan şekeri yükselmiş, çarpıntı yaşayan, titreyen, aklı fikri o köpekte olduğu için söylediğinizi anlayamayan hatta duyamayan, köpeğin olduğu yerden küçücük bir ses gelse irkilen bir halde olacaktır muhtemelen. Korku duygusu yukarıda bahsedilen düzenlemeyi gerçekleştirmiştir.
Yazık değil mi bu çocuğa? Korkmasa keşke…
O konuda emin değilim işte. Gerçek ve somut bir tehlike varlığında korku modu hayat kurtarır. Zaten bu yüzden evrimsel süreçte ortaya çıkmış ve varlığını sürdürmüştür. Derin nefes alma, nabzın ve kan basıncının artması, kan şekerinin yükselmesi aslında bir nevi doping etkisi oluşturur. Bu yüzden korkan insanların insanüstü bir efor gösterebildiği aktarılır. Yine bütün odağın tehlike sinyaline yöneltilmiş olması da somut bir tehlike varlığında hayatı kurtarabilir. Ayrıca diğer duygulardaki gibi korkunun önemli işlevlerinden biri de sinyalizasyondur. Duygumuzun diğerleri tarafından görülmesinin hem bize, hem de diğerlerine faydası olabilir. Hatta insanda kaşların bu duygu ifadesini aktarmaya yönelik işlevi nedeniyle evrimsel süreçte ortaya çıktığı düşünülmekte (2). Örneğin korkmuş birini gördüğümüzde hem ortamda bir tehlike olduğunu kavrayabiliriz ve biz de korkup önlem alırız, hem de korkan kişiye yardım etme isteği duyarız. Yine de bu noktada işi karıştıran bir unsur daha var: Korkularımız somut tehlikelere karşı mı oluşuyor gerçekten?
Köpeğin tehlikeliliği konusu muğlaktır. Gerçekten tehlikeli köpekler olabildiği gibi, çoğu köpek aslında son derece uysal hayvanlardır. Sık karşılaşılan başka bir örnek olan uçuş korkusunda da somut bir tehlike olup olmadığı konusu tartışılabilir. İstatistiksel olarak uçuşun kara yoluyla seyahatten güvenli olduğunu biliyoruz. Burada, uçurum kenarından ya da ağaçtan düşme gibi evrimsel kökenlerimizden tanıdık gelen bir yükseklik tehdidine karşı, evrimsel olarak duyarlanma şansımızın olmadığı süratle hareket etmekten yeterince korkamadığımızı öne sürmek de mümkün. Diğer araçlara makas atarak ilerlemek evrimsel olarak karşılığı olmayan, dolayısıyla çok daha tehlikeli olmasına karşın yeterince korkamadığımız bir durum. Yine de uçuş korkusunun oldukça belirgin sembolik boyutları vardır. Bağımlı kişilik yapısındaki insanlar sevdiklerine ulaşamamaktaki, obsesifler uçağı kontrol edemeyecek olmaktaki, narsistler kendilerine layık olacak kadar yetkin olup olmadıklarını bilemedikleri pilotlara kendilerini emanet etmekteki huzursuzluklarını uçuş deneyimi üzerinden sembolize edebilirler.
Son olarak somut tehlikenin hiç olmadığı bir durumu, mesela tavşandan korkan birini ele alalım. Bu kişi tavşanın tehlikeli bir hayvan olmadığının farkındadır aslında. Yine de tavşan görünce bile çarpıntı hissetmesine ve oradan uzaklaşmak istemesine engel olamaz, değil ki tavşana dokunsun… Bu durumlarda korkunun esas nesnesi farklıdır ve o nesne o kadar tahammül edilemez ki, kişi kendi de fark etmeden o nesneyi tavşanla sembolize ediyordur. Bu varsayımsal vakayı speküle etmek gerekirse, annesi küçük kardeşini “tavşanım” diye sevmiştir ve tavşan onun için gözden düşmek ve terk edilme tehlikesini sembolize ediyordur ya da küçükken kendisini taciz eden kişinin adı fonetik olarak tavşanı çağrıştırıyordur… Bu durumda korku tamamen işlevsiz evrimsel bir külfetten ibarettir. İşte psikiyatristler bu yüzden korkularla baş etmeye yardımcı olurlar. Psikoterapi sürecinde korkunun gerçek nesnesiyle karşılaşmak yıpratıcı ve sarsıcı bir çalışma gerektirse de, ancak bu karşılaşmadan sonra öykü yeniden kurulabilir (annem beni terk etse de kendime bir hayat kurabildim ya da artık istismara karşı koyamadığım o küçük ve çaresiz durumda değilim) ve kişi yeni bir anlatı ile sadece tavşan korkusunu geçirerek değil, yeniden yapılanarak hayatına devam edebilir. Churchill “kan, ter, meşakkat ve gözyaşı” vadetmiş, psikoterapi için bunlardan sadece kan kısmı iddialı olurdu sanırım. Yine de Churchill’in ifade bulmayan esas vaadi bunlardan sonra artık başlayabilmek olsa gerek, psikoterapi için de öyle…
Depremden korkmamayı nasıl başarırız?
Bir haftadır en sık karşılaştığım soru bu oldu sanırım. Bu soruyu ancak deprem korkusunu yukarıdaki perspektiften tanımlayarak ele alabiliriz. Yazının bu kısmına kadar sabrettiyseniz aslında köpekten ve uçaktan korkmanın büyük oranda, tavşandan korkmanın ise tamamen sembolizasyon üzerinden gelişen, dolayısıyla da işlevsel olmayan, bu nedenle de geçirilmesi iyi olabilecek korkular olduğu sonucuna varacaksınız. Diğer araçlara makas atmak ise aslında somut tehlike doğuran ama yeterince korkulamayabilen bir durum. Dolayısıyla deprem korkusunun somut bir tehlikeye yönelik mi, yoksa sembolik bir nedenle mi geliştiğine göre sorunun kendisi anlam kazanacak.
Konya’da, güvenli olduğunu bildiği bir binada yaşayan bir kişi yaşadığı yerde deprem yaşamaktan korkuyorsa sembolik bir korku yaşadığını varsayabiliriz. Daha önce deprem yaşamış kişilerin korkularının canlanması da öyle. Bu grup için psikoterapi iyi fikir olabilir. Ama son bir haftadır bu soruyla sıkça karşılaşmamın nedeninin bu grup olduğunu düşünmüyorum. Bir haftadır ciddi bir deprem riski altında olduğumuzu “yeniden hatırladık”. Aslında toplum olarak, yıllardır diğer araçlara makas atan, bundan dolayı yaşanan kazalara tanık olsa da pek üzerinde durmayan, bir hafta önce makas atarken kaza riski yaşayınca birden korkmaya başlayan biri gibiyiz. Yıllardır makas atmaktan zaten korkuyor olmak daha iyi olurdu. Elbette yıllardır korkmuyor olmamızın nedeni makas atan gencinki gibi haz arayışı değil, depremin yarattığı dehşet duygusu ve sistemik önlemler alınmıyorken bireysel önlemlerin yetersiz kalacağı düşüncesiyle önlem almanın kendisinin bile kaygı uyandıran bir eyleme dönüşmesi. Yıllardır depremden korkmadık değil aslında, yıllardır depremden korkamadık. Korku karşısında çaresiz kaldık. Yıllardır korkuyor olsak, sadece bireysel önlemler almakla kalmazdık. Yıllardır korkuyor olsak konutların, okulların, hastanelerin ve diğer binaların güvenliğine ilişkin daha politize olurduk. Şimdi korkmaya başladık.
Korku bir duygudur. Korku davranış üzerinde birbirine zıt görünen etkilere sahiptir. Korku nedeniyle ketlenmek de harekete geçmek de mümkün. Depremi engellemenin bir yolu yoksa eğer, deprem korkusunu geçirmektense, deprem korkusuyla harekete geçmenin daha büyük toplumsal fayda sağlayacağına inanıyorum.
1- Cosmides, L., & Tooby, J. (2000). Evolutionary psychology and the emotions. Handbook of emotions, 2(2), 91-115.
2- Godinho, R. M., Spikins, P., & O’Higgins, P. (2018). Supraorbital morphology and social dynamics in human evolution. Nature ecology & evolution, 2(6), 956.
8 Soruda: Oturduğum bina sağlam mı? Deprem dayanıklılık testi nasıl yapılır?