'Güvenli bölge benim mi? Kirayı nasıl vereyim?'
Halit Pazaroğlu, 2014’te Humus’tan Türkiye’ye gelmiş. “Suriyeliler geri gönderilirse ya ölürler ya cezaevine atılırlar” diyor. Zaten kalanların yaşlılar olduğunu, yerlerini, evlerini bırakamadıklarını anlatıyor. Yusuf Abbas, 2012’de Türkiye’ye tek başına kaçak olarak gelmiş. Zorla geri dönüşler halinde “İzmir’e gider ilk botla karşıya geçerim. Diyeceksin ‘Ben sana güvenli bölge yaptım.’ Eee, bu güvenli bölge benim mi? Oradaki evler benim mi?” diye soruyor. Gazeteci Ercüment Akdeniz ise zorla geri dönüş ihtimalinde ölümcül rotaların deneneceğini kalanların ise illegal yaşam içerisinde özellikle iş hayatında istismar edilceğine dikkat çekiyor.
DUVAR - Sıra halinde Arapça tabelaların altında her milletten insan seli var. Olduğu yerden kaçanların, İstanbul’dan kaçamayanların, ayakta kalmaya çalışanların, diğer semtlerde hiç olamayacakların bir şekil buluştuğu yer Aksaray. Ortaya karışık şekilsiz haliyle tipik bir Ortadoğu şehri. Tipik olması eksik, yoksul, el yordamı medeniyetin anca görülüyor olmasından. Derdi hep başından aşkın, vakit yok herhangi Avrupa şehri gibi olmaya.
Halit Pazaroğlu, 2014’te Humus’tan Türkiye’ye gelmiş. İki yıl önce Türkiye vatandaşlığı aldığı için bu soyadını taşıyor. Burada tanıştığı arkadaşının soyadıymış bu soyad. Bir bayram İzmir’e davet edilmiş. Sonrası dostluk. Kimliğini aldıktan sonra ona sürpriz yaptığını ve arkadaşının ağladığını anlatıyor. Basit ve dokunaklı. “Aaa ne güzel” gibi kısa tepkiler veriyoruz Aynur’la. (Tekin) Fazlasına ihtiyaç yok çünkü.
‘BU OLANLAR BELA BİR ŞEY’
Halit bey hemen her cümlesini anlaşılır olduğundan emin olmadığı için “Tamam?” diye bitiriyor. Bazen duruyor. “İnsan psikolojik olarak gerçekten çıldırdı” diyerek savaşı anlattığı yerde özellikle. Merhametli ve her şekil anlamaya çalışan bir adam var karşımda. Dinlerken en çok hissettiğim bu. Öyle ki, “Suriyeliler gitsin” diyenleri dahi anladığını söylüyor. “Sonuçta onun ülkesi” diye ekliyor. “Haklılar ama sonuçta bizim başımıza gelenler bizim suçumuz değil. 2003 yılında Suriye’ye Iraklılar gelmişti. Durumları kötü diye o zamanlar hissetmemiştik. Bütün halklar anlasın. Bu olanlar bela bir şey.”
“Mimarlık 1. sınıf öğrencisiydim. Sadece okuduğum için beni cezaevine aldılar. 6 ay 11 gün kaldım” diyor. Humus şehrinde, Muhaberat şubelerinde kaldığını anlatıyor. Babası rüşvet verdikten sonra hapishaneden çıkabilmiş. “Bir kişilik yerlere 10- 12 kişi kalıyordu. Bir kişi ayakta bile duramıyordu. Bazılarına işkence yapmadılar. Havasızlıktan öldüler” diyerek anlatıyor o günleri.
“Bizim savaşımız ırkçı savaştı” diyor Halit bey ve insanların bir anda birbirlerini öldürmeye başladığını anlatıyor.
‘SURİYELİLER GİDERSE YA ÖLÜRLER YA CEZAEVİNE ATILIRLAR’
Geride kalan yakınlarını soruyorum Halit beye. “Özellikle siyaset hiç konuşmuyorlar. Sadece yemek, içmek… Elektrik, internet sıkıntısı var. Suriye 100 yıl sonra düzelirse çok iyi. Ölen çok olduğu için ailelerin hepsinde kayıp var” diyor.
Halit bey ilk geldiği zamanları anlatıyor. Bu cümleler içinde “Ben, biz, geride kalanlar” gibi özneler çok karışık. “İnsan psikolojik olarak gerçekten çıldırdı. İstanbul’a ilk geldiğimde geceleri sokaklarda yürüyordum. İnanmıyordum. Şimdi düşündüğüm zaman oradakilerin yaşadığına inanmıyorum.”
Halit bey, “Suriyeliler geri gönderilirse ya ölürler ya cezaevine atılırlar” diyor. Zaten kalanların yaşlılar olduğunu, yerlerini, evlerini bırakamadıklarını anlatıyor. “Babamı çok ikna etmeye çalıştım ama sonuçta öldü. Allah rahmet eylesin” diyor. Halit beyin babası atılan bomba sonucu hayatını kaybetmiş.
‘İZMİR’E GİDERİM, İLK BOTLA KARŞIYA GEÇERİM’
Yusuf Abbas, 2012’de Türkiye’ye tek başına kaçak olarak gelmiş. Tercümanlık yapıyor. Ablası ve amcaları Menbiç’te yaşıyor.
Geri kalan akrabaları için “Ordan çıkmaları imkansız. Buraya gelmek masraf. O para yok onlarda” diyor. Menbiç’te elektriklerin sık sık kesildiğini, yiyecek gibi ihtiyaçları almakta sorun yaşandığını sonuçta savaş bölgesi olduğunu konuşuyoruz.
Suriyelileri geri gönderme durumunda ne yapacağını soruyorum Yusuf beye ve güvenli bölgeyi. Şöyle yanıtlıyor: “İzmir’e gider ilk botla karşıya geçerim. Diyeceksin ‘Ben sana güvenli bölge yaptım.’ Eee, bu güvenli bölge benim mi? Oradaki evler benim mi? Kiracı olarak oturacağım. Kirası nedir? Ben nasıl vereceğim o kirayı?”
“Yakında kimliği olmayanları almaya çalıştılar. Şimdi git İzmir’e bak. İzmir doldu. Çünkü orası Avrupa’ya gidiş için ilk yer.”
Yusuf’a yaşını sormadım. Fakat 30 değil. Türkiye’de ilk Suriye dizisi çekeceğini söylüyor. Hikaye? Aklında. Gördüklerini anlatacağını söylüyor. Niye olmasın şeklinde dinlesem de dürüst olduğum söylenemez.
'ÖLÜMCÜL ROTALAR DENENİR, İLLEGAL YAŞAM İSTİSMAR EDİLİR'
En Güzel Şarkı, Sığınamayanlar adlı kitapların yazarı olan gazeteci Ercüment Akdeniz, güvenli bölgenin, 1951 Cenevre Sözleşmesi’nden bu yana uygulanan, denenen bir şey olmadığını ifade ederek anlatıyor: “90’lı yıllarda Bosna, Ruanda örneğinde denendi fakat iyi bir sonuç elde edilemedi. O zaman da çatışma bölgelerinde güvenli bölge kurulmuştu. İnsanlar can korkusunu yeniden yaşamaya başladılar. Şimdi daha zor bir şey denenmek isteniyor.”
“Eğer uygulanırsa gönüllü bir netice alınamaz” diyor Akdeniz. “Zorunlu uygulanırsa uluslararası hukuka aykırı. De facto uygulanırsa Bosna, Ruanda, Irak örnekleri var. Çok daha trajik sonuçlar olabilir ve bunun vebali çok ağır olur.”
Zorunlu geri dönüşler halinde neler olabileceğini sorduğumda ise şöyle bir tablo ortaya koyuyor Akdeniz: “Geçişler zorlaştığı için Akdeniz’in daha güney bölgelerini ve Karadeniz’i de kulanmaya başlıyor mülteciler ki bunlar ölümcül rotalar. İkinci sorun ise illegal yaşam ve illegal çalışma. Atölyeden eve, evden atölyeye olan iyice kapandıkları, yasadışı hayat benimsenir ki bunun en önemli yol açtığı sorun bu illegal yaşamın istismarı olur. Çok açık söyleyeyim. Yeni şebekeler ortaya çıkacak. Madem sen kaçak yaşıyorsun o zaman benim himayemde bana komisyon vererek çalışacaksın denilir.”