Geçersiz akıl yürütme: Safsata

Konu sanıldığı kadar karmaşık değil; zihnimizi kendi haline bıraktığımızda geçersiz akıl yürütmeleri hemen fark ederiz. Belki ilk anda ne olup bittiğini teşhis edemeyiz ama üzerinde biraz kafa yorduğumuzda sorunu da teşhis edebiliriz. Doğrulara ulaşmak ve doğru tartışmalar yapmak amacıyla en sık kullanılan on hatalı akıl yürütmeden ve bunların gündelik hayatımızdaki örneklerinden bahsetmeye gayret edeceğim.

Google Haberlere Abone ol

Cihangir İslam

Safsata geçersiz akıl yürütmedir.

Safsata yanıltmaca teşebbüsüdür.

Kısaca safsata mantık kurallarına aykırı iddialardır.

Safsata çoğu zaman boş söz de değil, zararlı sözdür.

Geçersiz akıl yürütmelere her an muhatap olabiliyoruz.

Geçersiz akıl yürütmeler bizleri yanlış çıkarımlara, yanlış sonuçlara, yanlış düşüncelere, yanlış söylemlere ve yanlış eylemlere sürükleyebiliyor. Sadece bu yönüyle bile önemi ortada.

Geçersiz akıl yürütmeler hem kişinin hem de toplumun önünü tıkıyor.

Safsata, zihinlerimizi ifsat ediyor, çürütüyor.

Bu tür akıl yürütmeleri terk etmedikçe ne tek tek benler ne de toplum doğrularla buluşamayacaktır.

Hakikat diye bir kaygımız ve hedefimiz varsa öncelikle geçersiz akıl yürütmelerden kurtulmak zorunluluğumuz var.

Konu sanıldığı kadar karmaşık değil; zihnimizi kendi haline bıraktığımızda geçersiz akıl yürütmeleri hemen fark ederiz. Belki ilk anda ne olup bittiğini teşhis edemeyiz ama üzerinde biraz kafa yorduğumuzda sorunu da teşhis edebiliriz.

Sonra!

Sonrası bize kalmış.

Bunları ayıklayarak hayatımızdan çıkartmak diğer yanda muhatabımızı safsatasıyla yüzleştirmek bizlerin hakikatle ilişkisine, hakikate duyduğu saygı ile alakalı.

Burada da yegane yetkili ve sorumlu biziz.

Kendimiz!

Doğrulara ulaşmak ve doğru tartışmalar yapmak amacıyla en sık kullanılan on hatalı akıl yürütmeden ve bunların gündelik hayatımızdaki örneklerinden bahsetmeye gayret edeceğim.

RASYONEL TARTIŞMANIN ON EMRİ

Burada rasyonel tartışmayı “doğru önermelerle yapılan” ve “mantık kurallarına uygun olan” tartışmalar olarak anlıyorum.

1. “Konuşanın şahsına saldırmayacaksın, onun sadece argümanını tartışacaksın!”

Bu tip safsataya yani bu tip geçersiz akıl yürütmelere “ad hominem” diyoruz.

“Ad hominem” Latince bir terimdir ve Mantık derslerinde safsatanın en sık örneği olarak gösterilir.

“Ad hominem,” “insan karalama” anlamında kullanılır.

İnsan karalama türü safsatalarda önermeler yani ifadeler değil kişiler hedef alınır.

Örnek 1: “Ayşe / Ali x-partisindendir (veya y-dinindendir veya z-ideolojisindendir), o halde onun herhangi bir konuda söylediklerinin herhangi bir değeri yoktur. Sonuçta böyle birinin sözüne mi inanacağız.”

Örnek 2: Özellikle farklı kesimlerden siyasilerin diğer siyasilerin ifadelerini eleştirecekleri yerde ifade sahibi siyasinin kişiliğine saldırması yine “ad hominem”in çok sık gözlediğimiz örneklerindendir. Okuyucuyu psikolojik olarak yazıdan uzaklaştırmamak amacıyla somut örnek getirmenin gerekli olmadığını düşünüyorum. Hafızasını yoklayan her okuyucunun aklına bir anda çok sayıda örnek geleceğinden eminim.

Bir önermenin “doğruluk değeri” ve mantıksal çıkarımın “geçerliliği” önerme sahibinin yani ifade edenin kişisel özelliklerinden değil o önermenin “doğruluğundan” (önermenin gerçeklikle ilişkisinden, gerçekliğe uygun düşmesinden) ve önermeler arasındaki “geçerli çıkarımlardan, mantıksal çıkarımın sağlam ve geçerli olmasından” veya “tutarlılıktan” (geçerli mantıksal ilişkiden, önermeler grubunda diğerleriyle çelişen bir önermenin olmamasından) kaynaklanır.

“Ad hominem” yani “insan karalama” içeren çıkarımlar geçersizdir.

Önermeleri veya çıkarımları değil kişileri hedef almaktadır.

Günlük hayatımızda ve siyasi tartışmalarda ne yazık ki sıklıkla kullanılır.

Kıssadaki “yalancı çobanın” bile en az bir kez doğru bir önermesinin olduğunu biliyoruz. Köyün bütün mal varlığını kaybetmesi “ad hominem” yanılgısı üzerinden tavır almasıyla doğrudan ilişkilidir

Bu tür safsatanın bilgi değeri yoktur. Sadece kullananı diğer insanlar indinde haklı olarak güvenilmez kılar, hepimizin zihnini ifsat eder.

2. “Daha kolay muhalefet etmek amacıyla karşındakinin argümanını yanlış tanımlamayacak, abartmayacaksın!”

Bu tip safsataya “straw man fallacy” diyoruz. “Korkuluk adam safsatası” olarak çevirebiliriz.

Bu tip safsataya bulaşanlar bazen karşısındakinin argümanını sığ bir düzeye indirgerler, önemsizleştirirler ya da argümanın anlamını abartarak, gerçeklikten uzak kılmaya, pratikte geçersiz hale getirmeye çalışırlar.

Örnek 1: “Ayşe / Ali özgürlüklerin artmasından, insan haklarının eksiksiz bir şekilde uygulamaya konmasından, yargıda adaletten, kimsenin yoksulluk düzeyinin altında bırakılmamasından bahsediyorlar. Oysa dört bir yanımız düşmanlar tarafından sarılmışken sanki bu ülkede aç insanlar varmış gibi, yargı adil değilmiş gibi açıklamalar yapmak birliğimizi bozmaktan, ülkemizi parçalamak özleminden başka bir anlam taşımaz. Bu ifadeler bu ülkeye, milletimize açıkça bir ihanettir. Güvenlik tedbirleri ve denetimler arttırılmalı hatta hak düzenlemeleri gözden geçirilmelidir. Bu tür ifadeler sarf edenler hak ettikleri cezayı bulmalıdır. Ülkemizin birlik ve bütünlüğü, devletimizin bekası ancak bu şekilde sağlanabilir.”

Dikkat edilirse hak ve özgürlüklerden bahseden bir ifade ihanete bağlanmıştır. Hak ve özgürlüklerin küçültülerek önemsizleştirildiğini, ifadedeki kastın abartıldığını tespit etmek çok kolay.

Halbuki bir ülkede bütünlüğünün garantisi o ülkedeki insanların kendilerini özgür hissetmeleriyle, haklarının güvence altında olduğunu bilmesiyle, adil bir yargıdan emin olmasıyla ve refahın adil bir şekilde dağıtılmasıyla sağlanabileceği ortadadır. Bir devletin bekası ancak vatandaşlarının o devleti gönüllü olarak sahiplenmeleriyle mümkündür. Bir devlet adil ve kucaklayıcı olabilirse vatandaşları tarafından gönüllü olarak sahiplenilir. Dolayısıyla bu talepler zaten başlı başına en sağlam güvenlik tedbirleridir. Bunları sağlamak zaten her iktidarın görevidir. Bu talepleri gündeme getirmekle ihanetin ne gibi bir alakası olabilir. Bu talepler bir devletin bekasını nasıl tehdit edebilir.

Bu tür safsatanın bilgi değeri yoktur. Sadece kullananı diğer insanlar indinde haklı olarak güvenilmez kılar, hepimizin zihnini ifsat eder.

3. “Tekil veya küçük sayıda örneklerle kestirmeden genellemeler yapmayacaksın!”

Yine sıklıkla karşılaştığımız bu tip safsataya “hasty generalization” yani “kestirmeden genelleme” diyebiliriz.

Örnek 1: Küresel ısınmaya karşı çıkan bazı gruplar 10 yıllık veriyi dikkate alarak “ısınma bir yana küresel soğumadan bahsedebiliriz” diyorlar. Halbuki küresel ısınma iddiasında bulunanlar yüz yıllık veri üzerinden konuşuyorlar. Hangi örnekleme daha çok güvenirsiniz?

Örnek 2: Bazen teşhisin bile ne olduğunu bilmediğimiz hastalarda alternatif tıp adı altında tekil vakalar üzerinden ‘mucize’ sonuçlar dinlemekteyiz. Bu ‘mucize’ sonuçlarda hem sorunun nereden başlayıp nerede sonlandığı hakkında net bir bilgimiz yani tıbbi kayıtlar yok hem de, elimizde kayıtlar olsa dahi, bir-iki vaka üzerinden genellemelere gitme hakkımız yok. Tıbbi bilgi, aynı teşhisi alan bir grup hastanın, söz konusu hastalığın farklı evrelerinde hangi tedaviye nasıl sonuç verdiğinin ve bu vakaların takip dönemindeki durumunun düzenli bilgisi ve analizi sonucunda edinilen bilgi demektir.

Örnek 3: 2018 yılında 440, 2019 yılının ilk onbuçuk ayında 299 kadın cinayeti karşısında istisnai bir-iki ters olguyu yani kadınların erkekeleri katletmesini göstererek veya kadın cinayeti olgusunun üzerinden atlayarak bu sonuncular üzerindeki etkili faktörleri ön plana taşıyarak kadın cinayetlerini reddedenler istisnai olanı genelleme çabasına giriyorlar.

Örnek 4: Enflasyonu hesaplamada bilinen yöntemleri kullanmak yerine (belki de alım gücünün düşmesi sonucu talebin azalması nedeniyle) fiyatı düşen veya en az yükselen emval üzerinden enflasyon hesabı yapmak.

Bu uygulama açıkça bir manipülasyon hatta aldatmacadır.

Yanlışlar açık ve seçik bir şekilde ortada. Aslında bilimin alanında yani gözlemlenebilir ve ölçülebilir alanlarda mutlak genellemelerden kaçınılmalıdır. Ancak yeterli istatistiksel ölçütlere sahip olan bir örneklem üzerinden mutlak genelleme yapmaksızın sınırlı çıkarımlarla konuşma hakkına sahip olabiliriz. Elimizde birden fazla örneklem varsa şüphesiz daha büyük olan ve nitelikleri açısından genel popülasyonu daha iyi temsil eden örneklemi dikkate alabiliriz.

“Kestirmeden genelleme” bu saydıklarımızın hepsiyle maluldür.

Bu tür safsatanın bilgi değeri yoktur. Sadece kullananı diğer insanlar indinde haklı olarak güvenilmez kılar, hepimizin zihnini ifsat eder.

4. “Kullandığın ispata muhtaç öncüllerden birini doğru varsayarak argüman üretmeyeceksin!”

“Begging the question” olarak bahsedilen argümandır.

Farklı şekillerde Türkçe karşılıklarını bulabiliriz. “Döngüsellik,” “döngüsel nedenselleştirme,” “döngüsel gerekçelendirme” gibi Türkçe karşılıklarını görebiliriz.

“Döngüsellik” safsatasında yapılan işlem, bizzat kendisi de ispata muhtaç olan bir önermeyi devreye sokmak, bu önermeyi sağlam bir temelmiş gibi bir diğeri için neden veya gerekçe olarak sunmaktır.

“Döngüsellik” safsatasının farkına varmak bazen çok kolaydır ama bazen de çok zor olabilir.

Bu zorluğun nedeni “kullanılan önermelerin zorunlulukla yanlış önermeler olmaması” ve / veya “önermeler arası bağlantıların zorunlulukla çelişki içermemesi”dir.

Hatta “döngüsellik” dediğimiz safsatanın çoğu zaman bu olumsuz özellikleri taşımamasıdır.

“Döngüsellik” bağlamında asıl sorun önermeler arasındaki bağlantıların bir nedensellikten / açıklamadan / ilave bilgiden yoksun oluşudur.

Bir diğer deyişle döngüsellik, kapalı bir önermeler sisteminde yetersiz / hatalı ispattır.

Sorun bizlerin bu önermeleri kullanım ve kabul biçimindedir.

Örnek 1: “Yalan söylemek, harama el uzatmak, insanlar üzerinde baskı kurmak bizim inancımızın, dolayısıyla böyle bir inanca sahip bizlerin reddettiği davranışlardır. Çünkü bizim inancımız ve geleneğimiz bu kötü davranışlardan uzak duran insanlar yetiştirmeyi emreder.”

Burada sorun önermelerin tek tek doğruluğu ile alakalı değildir.

Zaten “döngüsellik” açısından birinci cümlenin de ikinci cümlenin de yanlış olması gerekmiyor.

Doğru olduğunu kabul edelim; bu iki cümlede farklı şekillerde dile getirilen şey aslında aynı ifadedir.

Öyle bir ispat ki meşruiyetini yine kendisinden alıyor; “meşruiyeti kendinden menkul” bir çıkarımdan öteye gidemiyor.

Bu iki cümle arasındaki bu bağlantı nedensellik ilişkisini kuramıyor veya ek bir açıklama getiremiyor.

Önermelerin doğru olup olmaması yani gerçeklikle örtüşüp örtüşmemesi ayrı bir tartışma konusu.

Bu tür safsatanın bilgi değeri yoktur. Sadece kullananı diğer insanlar indinde haklı olarak güvenilmez kılar, hepimizin zihnini ifsat eder.

5. “Bir olguyu zamansal dizilimde daha önce meydana geldi gerekçesiyle sonraki bir olgunun nedeni olarak iddia etmeyeceksin!”

“Post hoc / False Cause” olarak isimlendirilmiştir. “Yanlış nedensellik” olarak anlayabiliriz.

Bu kargaşanın nedeni “A” ve “B” olarak adlandırabileceğimiz iki olgunun ardışık veya aynı anda ortaya çıkmasının zihnimizi ikisi arasında kurulabilecek bir nedensellik ilişkisine sürükleyebilmesidir.

Aralarında bir nedensellik ilişkisi olabilir de olmayabilir de. Bunu ancak bu olgularınmevcut geçerli teori üzerindeki ilişkisi ile anlayabiliriz.

Tek başına zamansallık ilişkisi “nedensellik” açısından “gerek neden”dir ancak “yeter neden” değildir.

A ve B söz konusu olduğunda hepimizin kolayca hatırlayabileceği gibi dört farklı nedensellik ilişkisinden bahsedebiliriz.

Bunlar:

(1) A, B’nin nedenidir;

(2) B, A’nın nedenidir;

(3) Bir başka faktör olan “C” hem A hem de B’nin nedenidir;

(4) A ve B arasında mevcut bilgimizle gözlemlenebilir bir nedensellik ilişkisi yoktur.

İki olgu farklı nedensellik ilişkileri içerisinde olmalarına rağmen ardışık veya aynı anda ortaya çıkabilir.

Örnek 1: Londra’ya göç eden leylek sayısı artışı ile yeni doğan sayısındaki artışın bir korelasyon içerisinde olduğu gözlemlenmiştir. Aynı zaman dilimi içerisinde artış göstermişlerdir.

Ancak mevcut bilgimizle yani geçerli embriyoloji ve kuş bilimi teorileri üzerinden bu iki olay arasında bir nedensellik ilişkisi kuramıyoruz.

Örnek 2: Faizdeki yükselişin nedeninin enflasyon olduğu söylenir. Buna karşı “enflasyonun nedeni faizdir” görüşü ortaya atıldı. “Faizleri düşürdük mü enflasyon da düşecektir” dendi.

Halbuki ikisinin de nedeni olabilecek üçüncü bir neden veya bir nedenler paketi gözlerden kaçırılıyor.

Aslında faiz ve enflasyonun sabitlenememesinin altında yatırımcının ülkeden kaçışı, buna bağlı olarak kurdaki değişiklikler yatıyor.

Ayrıca Almanya ve Japonya gibi ülkelere baktığımızda enflasyonun da faizin de oldukça düşük olduğunu görüyoruz.

Bu ülkelerin ekonomisi incelendiğinde bu iki ülkenin de yatırımcıyı tutabildiği, “dış ticaret fazlası” yani cari fazlası olduğu, nitelikli ve katma değeri haiz mal ürettiği, refahın yaygınlaştırıldığı gibi uygulamalar karşımıza çıkar. O halde güçlü bir ekonominin, nitelikli üretimin, cari fazlanın ve gelir bölüşümünde adaletin asıl neden olan “kuru sabitleyerek” enflasyonu ve faizi sabitleyebileceği ortadadır.

Bunların yanında ürettiğinden fazla tüketmemek prensibi de genel bir kural olarak kabul edilebilir.

Ülke genelindeki adaletsizlik, yargının siyasallaşması nedeniyle yatırımcının burada tutulamadığı hatta yerli sermayenin dahi kendine daha güvenli ülkeler aradığı ortadadır. Bu durumda kur sabitlenemediği için enflasyon ve faiz de sabitlenemez. Aldığı krediler ile hak etmediği bir standardı hatta lüksü yaşayan bir toplum, elindeki geliri adil bir şekilde paylaşmayan bir toplum yüksek enflasyon belasından da yüksek faiz felaketinden de kurtulamaz.

Bu tür safsatanın bilgi değeri yoktur. Sadece kullananı diğer insanlar indinde haklı olarak güvenilmez kılar, hepimizin zihnini ifsat eder.

6. "Ortada ikiden fazla mümkün yollar varken argümanı sahte bir ikileme indirmeyeceksin!"

“False Dichotomy” olarak bilinen bu safsata türünü “yanlış ikilem” olarak isimlendirebiliriz.

Foyası ortaya çıkmış bir safsatadır.

Örnek 1: “Ya toprağınsın ya da benim!”

Halbuki muhatabın, “konuşanla beraber olmak” ve “mezara girmek” dışında bir çok seçeneği vardır.

Karşısındakinin zihnini tehditle baskı altına alan bir söylemdir.

Örnek 2: “Ya bizdensin ya da hainsin!”

Örnek 3: “Ya bendensin ya da düşmanımsın!”

Bu iki örnek hakkında benzer şeyler söylenebilir.

Aslında gerçekten bir ihanetin söz konusu olup olmadığı, kimin neye ihanet ettiği, bu cümleyi dile getirenin ihanet ile ilişkisinin ne olduğu bilinmemektedir.

Bu tür cümleler de muhatabın zihnini baskı altına almaya çalışan tehdit dilinin siyasi alana aktarımıdır.

Bu tür safsatanın bilgi değeri yoktur. Sadece kullananı diğer insanlar indinde haklı olarak güvenilmez kılar, hepimizin zihnini ifsat eder.

7. “Bilinmeyen veya bilmediğin bir iddianın doğru veya yanlış olması gerektiğini savunmayacaksın!”

Latince “ad ignorantiam” olarak anılan safsata türü “cehalet safsatası” ya da “bilgisizlik safsatası” olarak anlaşılabilir.

Bilmediğimiz, bilgi sahibi olmadığımız bir alan hakkında bir cahil cesaretiyle konuşabilme cüretidir.

Bir iddianın tersi ispatlanamadığı için iddianın doğru olması gerektiği safsatasıdır.

Bu şekliyle bizim yargı sistemimizde özellikle iddia makamı tarafından halen rahatlıkla, hukuka aykırı olarak ve pervasızca kullanılır.

Hakkında bilgi sahibi olmadığımız veya benim bilmediğim bir şeyin yok olduğu iddiası da bu cümledendir.

Halbuki “bir kanıtın yokluğu” elbette ki “bir yokluğun kanıtı” olarak kullanılamaz; ama “bir varlığın kanıtı” olarak hiç mi hiç kullanılamaz.

Örnek 1: “UFO’ların % 95’i tanımlanabildi ama % 5’i hala tanımlanamadı. Bu da bize uzaylıların dünyayı ziyaret ettiğini gösterir.”

Örnek 2: “Senin bu suç örgütüne üye veya sempatizan olmadığına dair bir kanıt yok elimizde. O halde sen bu örgütün üyesi veya en azından sempatizanısın!”

Bu tip çıkarımlar ve ifadeler “ad ignorantiam” safsatasına tipik örneklerdir.

Örnek 3: “Hiçbir şey olmamış ise, biz biliyoruz ki bir şeyler oldu” cümlesi siyasi literatürümüzde şimdiden baş köşeye oturmuş ifadelerden biridir.

Aslında bu örneğin “bilgisizlik safsatası” örneği olarak gösterilebilmesi tartışmalı bir konu.

Bütün safsata örneklerine bakıldığında bu örneği tam olarak bir yere yerleştirmek mümkün olamıyor.

Belki de yeni bir safsata tanımı geliştirmek gerekiyor.

Bu tür safsatanın bilgi değeri yoktur. Sadece kullananı diğer insanlar indinde haklı olarak güvenilmez kılar, hepimizin zihnini ifsat eder.

8. “İspat yükümlülüğünü iddiayı sorgulayana yüklemeyeceksin!”

“Burden of proof reversal” olarak bilinen bu safsatayı “ispat yükümlülüğünü tersine çevirme” olarak okuyabiliriz.

Bir kimsenin doğru olduğunu savunduğu kendi sıradışı iddiasının yanlışlığını kanıtlamayı karşısındakine yüklemesidir.

Örnek 1: Bir savcının, hakkında suça dair bir kanıt bulamadığı bir insana masum olduğunu ispatlamayı dayatmasıdır.

Halbuki “müddei iddiasını ispatla mükelleftir” kuralı ve “masumiyet karinesi” hukukun kadim kurallarıdır.

Örnek 2: “Sandıkta hiçbir şey olmadıysa X-partisinin oyları nasıl bu kadar düştü ve seçimleri kaybetti. Burada bir hile yapılmadığının ispatı gerekiyor.”

Burada da gördüğümüz gibi X-partisinin beyin kadrosunun kaybedilen oyların nedenlerini araştırıp siyasi bir analiz yapacağı yerde ciddi oy kaybını bir hileye bağlaması ve hile yapılmadığının ispatını da karşı tarafa yüklemesi “ispat yükümlülüğünü tersine çevirme” işleminin tipik bir örneğidir.

Bu tür safsatanın bilgi değeri yoktur. Sadece kullananı diğer insanlar indinde haklı olarak güvenilmez kılar, hepimizin zihnini ifsat eder.

9. “Aralarında mantıksal bir bağ yoksa bunun şundan türediğini varsaymayacaksın!”

“Non sequitur” safsatası “türemezlik” olarak ifade edilebilir.

Türemezlik safsatasını “post hoc / false cause” yani “yanlış nedensellik” safsatasıyla karıştırmamak gerekir.

“Yanlış nedensellik” safsatasında yanlış ilişki nedensellik bağı üzerinden kurulmuştur.

“Türemezlik” safsatasında yanlış kurulan ilişki ise “mantıksal”dır.

Örnek: “X-partisine oy verip iktidarda tutmazsanız elde ettiğiniz bütün haklarınızı ve kazanımlarınızı kaybedersiniz.”

Bu cümlede vatandaşların bütün hakları ve kazanımlarının yegane ve değişmez kaynağı olarak X-partisi işaret edilmektedir.

Yani X-partisi varsa haklar ve kazanımlar vardır, X-partisi yoksa bu haklar ve kazanımlar da yoktur deniyor.

Halbuki bu iki olgu arasında mantıksal bir zorunluluk yoktur.

X-partisi sayesinde bir çok hakların ve kazanımların kazanıldığı gibi kaybedildiği iddiaları da geçerli olabilir.

Bir başka parti örneğin Y-partisi bu hakları ve kazanımları daha da geliştirebilir.

Bunlar ancak tecrübe edilerek açığa çıkartılacak olaylardır.

Mantıksal zorunluluk dediğimizde tersi düşünülemeyecek olan bir durumdan bahsediyoruz.

“Her üçgen üç köşelidir” önermesi tersi düşünülemeyecek olan doğru bir önermedir; zorunluluk içerir.

Bu önermenin değillemesi yani “her üçgen üç köşeli değildir” önermesi daima yanlıştır.

“Her üçgen üç köşelidir” önermesi ile “bir üçgende birden fazla dik açılı köşe bulunamaz” önermeleri arasındaki bağ mantıksal açıdan bir zorunluluk içerir.

Oysa “x-partisine oy vermek” ile “haklarımı ve kazanımlarımı kaybetmek” arasındaki ilişki olumsaldır; mantıksal bir zorunluluk içermez.

Türemezlik safsatasında, gerçekte olmayan bir “mantıksal zorunluluk ilişkisi” sanki varmış gibi gösterilmeye çalışılır. Geçersizdir.

Bu tür safsatanın bilgi değeri yoktur. Sadece kullananı diğer insanlar indinde haklı olarak güvenilmez kılar, hepimizin zihnini ifsat eder.

10. “Müddeinin veya öncüllerin popüler olmasını bir çıkarımın kanıtı olarak sunmayacaksın!”

Bu safsataya “bandwagon fallacy” veya “genel kanı safsatası” adı veriliyor.

Çok fazla tarife ihtiyaç yok.

Sadece konuşan hakkındaki kanaatimiz ve duygularımız üzerinden onun her söylediğinin “doğru” olduğunu kabullenmektir.

“Ad hominem” safsatasının tersi gibidir.

Önermenin sahibi çürütülmek üzere karalanmaz, bilakis, ne söylerse söylesin kabullenmek üzere adeta putlaştırılır.

Bir diğer şekli de “doğru” birkaç öncülün peşine doğru olmayan bir çıkarımı eklemektir.

Örnek 1: “Dr-X’in önerdiği bir ürünün test edilmeye veya teyide ihtiyacı yoktur.”

Örnek 2: “O ne derse, o.”

Yani “o” ne derse “doğrudur” ve itaat edilmesi gerekir anlamındadır.

Bu tip kabuller sadece bilgisel ve mantıksal doğruluk açısından değil moral doğruluk açısından da ciddi problem teşkil eder.

Örnek 3: “Günde beş kez alnı secdeye giden, Ramazan’da orucunu tutan, zekatını veren bir insanın harama el uzatması mümkün değildir.”

Bu önermenin içinden geldiği geleneği dikkate aldığımızda gereklilik üzerinden bu bağlantı kurulabilir. Yani “mümkün değildir” ifadesi yerine “el uzatmamalıdır” ifadesi kullanılsa ortada, söz konusu gelenek açısından bir sorun kalmaz. Ahlaki bir öğüt olarak yerini alır. Ancak “mümkün değildir” dediğimizde bir kesinlikten yani mantık dilinde bir zorunluluktan bahsediyoruz.

Bir insanın inancı, dünya görüşü ile moral (ahlaki) düzeyinin ilişkisi otomatik bir ilişki değildir; çünkü insan bir makine değildir.

Örneğin İzzetbegoviç “ahlaksız dindarlar” ile “ahlaklı ateistler” meselesini bu konuda örnek olarak gösterir. İnsandaki “irade” denilen kırılma noktasını işaret eder ve inancın veya inançsızlığın moral davranışların niteliğini garanti etmediği, insanın moral seviyesini yüksek tutmak için iradesini kullanarak sürekli bir şekilde çaba harcamasının gereğini ortaya koyar.

Aslında kutsal kitapların kendi inançlılarına “suç ve ceza” tanımları getirmesi de inanmanın eylemlerimizi ahlakiliğini garanti altına almadığını işaret eder ve bu ifade geleneğin kendi içerisinden gelir. Yani üçüncü örnekteki ifade bizzat kendi kaynaklarıyla da çelişir.

Bu tür safsatanın bilgi değeri yoktur. Sadece kullananı diğer insanlar indinde haklı olarak güvenilmez kılar, hepimizin zihnini ifsat eder.

Sonuç olarak hiçbir safsatanın bilgi değeri yoktur.

Sadece safsatacıyı diğer insanlar indinde haklı olarak güvenilmez kılar.

En kötüsü zihninlerimizi ifsat eder.

Safsata mantığın zeminini yok eder ya da tahrip eder, zulmü görünmez kılar ve bir toplumu felakete sürükler.

Safsata çok kötü bir eylemdir!