Evindar Aydın: Hasankeyf’e baraj yapmak Topkapı Sarayı’nı AVM yapmaktır
Türkiye yeni baraj, santral kurmazsa, bacasız santraller kapatılırsa karanlıkta mı kalır? Veriler bu iddiaları destekliyor mu? Türkiye’nin enerji politikasını, Hasankeyf’e kondurulmakta olan Ilısu Barajı’nı, Kürtler ve kaçak elektrik konusunu Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Başkan Yardımcısı Evindar Aydın ile konuştuk.
Termik santrallere baca filtresi tartışmasıyla beraber Türkiye’de enerji politikası sorgulanıyor. Elektrik üretiminde önemli olan hidrolik santrallerin Karadeniz bölgesi başta olmak üzere yarattığı tahribat sellerle isyanını dile getiriyor. Baraja hücum politikasının en can yakıcı örneklerinden biri 12 bin yıllık mirasa sahip Hasankeyf’te yaşanıyor. Hasankeyf sular altında kalıyor. Enerji yatırımları, “yapmak zorundayız, yoksa karanlıkta kalırız” kılıfına büründürülüyor.
Türkiye yeni baraj, santral kurmazsa, bacasız santraller kapatılırsa karanlıkta mı kalır? Veriler bu iddiaları destekliyor mu? Türkiye’nin enerji politikasını, Hasankeyf’e kondurulmakta olan Ilısu Barajı’nı, Kürtler ve kaçak elektrik konusunu Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Başkan Yardımcısı Evindar Aydın ile konuştuk.
'ENERJİ POLİTİKASI, BAZI FİRMALARA RANT SAĞLAYACAK ÇERÇEVEYE BÜRÜNÜYOR'
Termik santraller konusu gündeme geldiğinde bazı medya organlarında “Filtre takmayan santraller kapanırsa Türkiye karanlıkta kalır” denildi. Elektrik arzında Türkiye’yi karanlıkta bırakacak düzeyde bir sorun var mı?
Bu iddianın veriler ve rakamlarla alakası yok. Türkiye Elektrik İletim A.Ş (TEİAŞ) ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK)’nun verilerine şu anda internet sitesinde yıllara göre ulaşabiliyorsunuz. Örneğin, 2008’de Türkiye’nin kurulu gücü 42 bin MW’tı (megawatt). Aynı dönemde üretim 198.4 milyar KWh (kilowattsaat) oldu. 10 yıl sonra 2018’de kurulu güç 88.5 bin MW, üretim ise 303.8 milyar KWh olmuş. Yani 10 yıl evvel 42 bin MW kurulu güce karşın yuvarlarsak 200 milyar KWh üretim vardı. 2018’deyse kurulu güç yüzde 110 artarak, 42 binden 88.5 bine çıkıyor, öte yandan üretim ise 303 milyar KWh'de kalmış. Yani üretimde yüzde 50, kapasitede yüzde 110 artış var. Tabloda açık olan arz fazlası var.
Üretim ile tüketim arasında ciddi bir uçurum var. Bu neden kaynaklanıyor?
Santrallerin çoğu ya yarı kapasitesiyle ya da verimsiz süreçlerle çalışır. Türkiye’de enerji planlaması yapılırken sadece üretim üzerinden ilerleniyor. Örneğin teşviklerle, yenilenebilirler ile ilgili politika, 2005’te çıkan küçük lisanssız HES’lerle ilgili süreç dikkate alındığında tüketim ayağı gözetilmeden üretime odaklanıldığı ve enerji alanının özellikle bazı firmaların rant elde etmesini sağlayacak bir çerçeveye büründüğü görülüyor.
'2018’DE KÖMÜRE 655 MİLYON TEŞVİK VERİLDİ'
Kömüre teşvik de veriliyor değil mi?
Evet. Örneğin 2018’de yerli kömürün ekonomiye kazandırılması için 655 milyon liralık teşvik açıldı. Bu teşvik, özelleştirme için yapılacağına daha önce gündem olduğu üzere baca gazı filtreleme sistemlerinin kurulması için harcanabilirdi. Harcanmadı. Bu esnada cumhuriyet tarihinde ilk defa Elektrik Üretim AŞ (EÜAŞ) zarar açıkladı.
EÜAŞ’ın zarar etmesi ilginç değil mi?
Tabii ilginç. Bu zarar durumu, verilerin açıklanma takvimine de yansıdı. EÜAŞ’ın 2018 verilerini normalde 2019’un Ocak ya da Şubat’ında açıklaması gerekiyordu. Ancak önce 31 Mart yerel seçimleri, ardından 23 Haziran’da ikinci defa yapılan İstanbul seçimi beklendi. Seçimlerden sonra veriler açıklandı ve 1.6 milyar lira (eski parayla 1.6 trilyon) zarar olduğu anlaşıldı.
Verilerin geç açıklanması zarardan kaynaklanmış demek ki. Elektriğe bu kadar zam yapılmasına karşın 1.6 milyar zarar neden olmuş? Raporda açıklama var mı?
Rapora göre zarar, Türkiye Elektrik Taahhüt AŞ’nin (TETAŞ) satın alınmasından kaynaklanmış. Ama yıllardır özel elektrik şirketleri kâr etsin diye vatandaşın elektrik alım bedeli büyük zam oranları ile yükseltilirken EÜAŞ, bazı dağıtım şirketlerine düşük fiyatla elektrik satmaya zorlandı. TETAŞ zaten bu işlemleri gerçekleştiren şirketti. Birbirinin zararını besleyen politikaların dayatıldığı iki kurum birleştirildi. Ancak TETAŞ, sadece alım-satım işlemleri yapan bir kurum iken nasıl zarar yaptığını açıklamak da hayli güç.
Zararın bir nedeni de yerli kömür ile elektrik üreten şirketleri sübvanse etmek amacıyla yapılan elektrik alımıdır. Düşünün ki, siz elektrik üretiyorsunuz ama hükümet sizin satış rakamınızın üstünde bir fiyatla özel şirketlerden elektrik almaya zorluyor.
'EMO, ARTIK HES'LER KONUSUNDA TEMKİNLİ'
Sizin de aktardıklarınız çerçevesinde kömür cephesinde durum parlak değil. Bir de hidrolik santraller var. Burada durum nasıl?
Hasankeyf’i bir hidrolik projesi olarak ele alırsak durum orada da pek parlak değil. Hidrolik iklim ve doğaya zarar vermemesi için doğru noktaların seçilmesi, su rejiminin buna uygun olması, beraberinde yerleşim alanlarına çok yakın olmaması (kamulaştırma bedeli gibi faktörler) unsurlar dikkat alınmalı.
Ancak HES’ler ya da küçük santral örnekleri bu konuda soru işareti oluşturuyor. Bu santrallerle ilgili ciddi toplumsal tepki de oluştu. Burada sorun neydi?
Evet HES’ler konusu, çok büyük sorunlara neden oldu. Karadeniz bölgesi başta olmak üzere sahalarda yaptığımız teknik ziyaretlerde HES konusunda karamsar bir manzarayla karşılaştık. Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) 10 yıl önce yenilenebilir enerjiyi ve hidroliği ön plana çıkarırken bugün hidrolik konusunda temkinliyiz.
'KARADENİZ’DE CAN SUYUNA BİLE SANTRAL KURDULAR'
Neden?
Planlamalar çok kötü. Örneğin Karadeniz’de suyun yönü değiştirilmiş. Dağdan akan suyun tüneller ve borularla 2-3 km düzeyinde yönü değiştirilmiş. Ayrıca küçük HES’lerle beraber her yıl mutlaka bölgede seller oluyor. Burada can kayıpları yaşanıyor. En son Haziran 2019’daki selde sekiz kişi yaşamı yitirdi. EMO olarak oraya gidip baktığımızda hidrolik santralin dağıtım kısmı dere yatağına yapılmış, dahası dere yatağına ev yapılmış. Bir de o dönem üretilen dil vardı: can suyu. Can suyu, hidrolik santral yapılacağı zaman, deredeki suyun yüzde 10’unun kalan canlılar için ya da derenin kuramaması için bırakılması demek. Bana kalırsa tüm su can suyudur. İnsan eliyle planlanmış, insan eliyle yapılmış bir husus değil. Ancak can suyu kuralına bile uyulmamış. Karadeniz’de can suyu hidrolik santralleri bile mevcut.
Bu korkunç bir durum. Gördüğümüz manzara fazla para kazanmak için canlıları ölüme terk etmek olmuyor mu?
Elbette öyle. Haziran’daki selden sonra yukarıdaki santralin havuzu patlamıştı. Orada bir can suyu santrali patladı yani. Halk haklı olarak bu projeleri eleştiriyor, çünkü insanlar, ağaçlar, hayvanlar dere kenarında olmalarına karşı susuz kalıyor. Karadeniz bölgesi için söz konusu dönemde devlet hem ciddi teşvikler hem de alım garantileri verdi. Yani bölge ranta açıldı. Aynı durum yenilenebilir enerji için de yaşanıyor.
'ILISU BARAJI'NIN KURULU GÜCE KATKISI YÜZDE BİRİN ALTINDA'
HES’ler gibi toplumda tepki çeken bir diğer konu Hasankefy’e baraj yapımı. Arz fazlası olan bir ülkede Hasankeyf’i yok edecek Ilısu Barajı gerçekten çok mu elzem?
Hasankeyf’te yaşanılanın baraj üstünden tartışılmasını doğru bulmuyorum. Bu bir temel insan hakkıdır. Bu bir insan hakkını tartışmaya açmak demektir. Hasankeyf 12 bin yıllık bir dünya mirasıdır. Sadece bu ülkenin değil, dünyaya kalmış bir mirastır. Bunu basit bir mülkiyet ilişkisine indirgemek, oraya istediğimi yaparım demek maalesef Türkiye gibi ülkelerin tarzı oldu. Bu tartışmaya açık değildir. Oylayamazsınız. “Topkapı ya da Ayasofya’yı yıkıp yerine AVM yapalım mı” demekle aynı anlama gelir.
Hasankeyf’e yapılmakta olan Ilısu Barajı’nın gerekçesi elektrik üretimine katkısıydı. Bu baraj ülkemiz için vazgeçilmez mi?
İnsanlığımızı, tarihe saygımızı, tarihi miras vurgumuzu bir yana bırakalım ve bu barajın gerekçesine bakalım. Ilısu barajının elektrik üretimine katkısı olacak deniyor. Oysa bu barajının kurulu güce katkısı yüzde birin altında. Yineleyelim, Türkiye’de arz fazlası var, üstelik kurulu kapasitesinin yarısı kullanıyor. Enerji verimliliği yok, santraller yarı kapasiteyle çalışıyor. İletim ve dağıtımdan kaynaklanan kayıplar var, siz bu tabloya rağmen “Hayır, ben Hasankeyf'in 12 bin yıllık tarihini, yapısını hiçe sayıyorum. Buraya baraj yapacağım” diyorsunuz. Bu bir güvenlik barajıdır. “Barbarlık huydur çıkmaz” demekten başka ne denebilir. Hasankeyf turizme açılırsa, hem maddi hem de prestij olarak onlarca santralden daha fazla ekonomik getiri ve siyasal prestij kazanırsınız.
'KAÇAK ELEKTRİK VURGUSU KÜRT SORUNUNA DÖNÜK SİYASİ BİR STRATEJİDİR'
Elektrik üretiminde üretimi konuştuk bir de kayıp/kaçak konusu var. Kaçak elektrik denilince Kürtler işaret ediliyor. Dahası yapılan elektrik zamlarına da kaçak elektrik gerekçe gösteriliyor. Gerçekten elektrik zammı Kürtler kaçak elektrik kullandığı için mi oluyor?
Bu iddia özellikle Gaziantep’ten doğuya doğru geldikçe söyleniyor. Öte yandan bölgenin en önemli şehri üstünden gidelim. Türkiye’deki kurulu güç 90.5 bin MW, Diyarbakır’ın kurulu gücü 2253 MW. Bölgenin en kalabalık ve sanayisi en gelişmiş şehri. Örneğin Batman’ın tüketimi bunun yarısı, Mardin’inki üçte biri. Buna Şırnak ve Hakkari’yi de katıp 10 şehir olduğunu varsayalım. Totalde 10 şehrin toplam kurulu gücü 10 bin MW’yi geçmez. 90 bin MW içinde 10 bin MW yüzde 10 demek. Yani siz en fazla kurulu gücünüz kadar tüketebilirsiniz ki bu durumda tüm elektrik kullanıcılarının kaçak kullandığını tüm kurulu gücün kullanıldığını varsaydık ki böyle değil.
Bazı medya organları 22 Aralık’ta DEDAŞ’a dayandırarak Güneydoğu bölgesindeki altı ilde kaçak oranının yüzde 86 olduğuna dönük bir haber yaptı. Bu oran doğru mu? Mümkün mü böyle bir şey?
Hayır değil. Bölgede kayıp/kaçak oranı, dağıtım şirketlerinden aldığımız veriler kendi verilerimize göre en fazla yüzde 40, Dicle Elektrik Dağıtım AŞ’nin son verilerine göreyse yüzde 56. Diyelim ki en kötü senaryoya göre, bu 10 şehirde herkes kaçak elektrik kullansın ve kurulu kapasitenin tamamı kullanılsın, toplam kurulu gücün 90.5 bin MW olduğunu düşünürsek bu kullanımın bütün içindeki payı yüzde 10. Biz kaçak meşrudur, kullanın demiyoruz. Kaçak elektriğin ekonomik ve sosyolojik gerçekleri olduğunu da bilelim. Ancak bunun abartıldığı gibi yüzde 86 olmadığını, olamayacağını ifade ediyoruz. Örneğin Diyarbakır en büyük şehir, ancak burada fabrika, sanayi sınırlı olduğu için tüketim konutlarda yoğunlaşıyor. Ortalama bir evin kurulu gücü 8-10 KW'dır (kilowatt). Bunun kullanım karşılığı alındığında 4-5 KW demektir. Bunun bir bina olduğunu düşünürseniz en fazla 100 KW bir tüketim söz konusu demektir. 10 bina olursa 1000 KW olur. Bugün Diyarbakır’da bir fabrikanın ortalama tüketimi 2000-3000 KW'dır. Yani 10 tane bina, yarım bir fabrika kadar elektrik tüketmiyor. Şehrin üretim modeline bakarsak sanayi yok, konutlaşma çok. Yani Kocaeli, Gebze, Bursa, Denizli gibi devasa tüketicilerin olduğu bir yerde bunun dillendirilmesi Kürt soruna dönük siyasi bir stratejidir.
Zamlar, yolsuzluklar, rantların yanında bahsettiğimiz bu durum devede kulak bile değil. Yineliyorum kesinlikle kaçak elektrik kullanımını onaylamıyoruz. Ancak medyanın iki semt için söylenen yüzde 86’yı tüm bölgede böyleymiş gibi büyük bir iştahla haber yapması, bu rakamın rasyonelliğini sorgulamaması, devletin bu politikasına desteğinin göstergesidir.
Evindar Aydın kimdir?
2006 yılında Dicle Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliğinden mezun oldu. Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Diyarbakır Şubesi Yönetim Kurulu Üyeliği ve Yazman Üyelik Görevlerini üstlendi. 2018 yılı Nisan ayında yapılan 46. dönem EMO Olağan Genel kurulu'nda Yönetim Kurulu Üyesi seçildi ve halen EMO 46. dönem Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı görevini sürdürmektedir.