Ahmed Hami'nin hayatı, bir ülkenin dramı

Ölenler, yaralananlar, kayıplar, evlerinden barklarından olanlar, göç edenler... İstatistiklerde yer alan hiçbir sayı Suriye'de yıllardır süren iç savaşın boyutlarını anlatmaya yetmiyor. Ahmed Hami'nin 2013'ten beri başına gelen ve Halep'ten Türkiye'ye uzanan felaketler zinciri ise Suriye trajedisinin acı dolu bir özeti gibi.

Google Haberlere Abone ol

Emine Algan

DUVAR - Ahmed Hami, Halep’te kalabalık bir ailede doğup büyüdü. 14 çocuklu ailenin en küçüklerindendi. Liseye başladığı yıl, ülkesinde şiddetlenen çatışmalar savaşa dönmüştü. Her yerde bombalar patlıyor, silahlı saldırılarda siviller ölüyor, her şeye rağmen hayat devam ediyordu. Ahmed lise sona geçtiğinde ailesine destek olmak için bir lokantada garsonluk yapmaya başladı.

2013’ün Ağustos ayıydı. Sabah evden çıkarken böbreğinde bir sancı hissetti. Fazla üzerinde durmadı, “geçmezse iş çıkışında hastaneye giderim” diye düşündü. İşe gitti. Açık havadaki masalar arasında dolaşıp siparişleri alıyor, getiriyor, topluyordu. Saatler geçti, sancısı geçmedi. Dayanılacak gibi değildi. “Şunları masaya götüreyim de, patrondan izin alıp hastaneye gideyim” diye düşünürken kulakları sağır eden bir patlama oldu. Ahmed, elindeki lahmacunlarla havaya savruldu…

Gözlerini açtığında hastanedeydi. Annesini, babasını, en büyük abisini gördü hayal meyal. Belden aşağısı tutmuyordu. Ambulansla Türkiye’ye gönderileceğini söylediler. Gaziantep’teki bir hastaneye götürülürken sadece abisi yanındaydı. Akciğerlerinde şarapnel vardı, ameliyat edildi. Fakat iyileşmek yerine ciğerleri iltihaplanmıştı. Urfa’ya sevk edildi. Orada da ameliyatlar geçirdi. İki ay kadar kaldıktan sonra Diyarbakır’a, Dicle Üniversitesi Hastanesi’ne sevk ettiler. Üç ay kaldı hastanede. Henüz bacağına müdahale edilememişti. Ankara’ya gönderdiler. İki ay fizik tedavi gördü. Kardeşinin durumuna çare arayan abi, İstanbul’da bir ev tuttu ve Ahmed’i alıp özel bir fizik tedavi kliniğine götürdü. Her gün düzenli tedavi görürse belki yeniden yürüyebilirdi. Bir yılın sonunda “Omurilik ameliyatı olması lazım” dediler. Başka bir ülkeye gitmesi gerekiyordu.

Türkiye’ye geldikten sonra geçici kimlik belgesi verilmişti Ahmed’e. Pasaport için başvurdu, alamadı. Elindeki geçici belgeyle ve doktor raporlarıyla konsolosluklara başvurdu. Bütün yolları denedi; olmadı. Yirmi yıldır Yunanistan’da yaşayan dayısı devreye girdi. Kaçak yollardan Yunanistan’a geçerse dayısı ne yapıp edip tedavi ettirecekti. Ailece karar verdiler; başka yol kalmamıştı.

Dayısının oğluyla İzmir’de buluştu, Kuşadası’na gittiler. Ahmed gibi üç dört kişi daha vardı kaçak gideceklerin bindirildiği araçta. Hareket edeli beş dakika bile olmamıştı ki, bir sokakta polisler aracın etrafını sardı. Ne olduğunu anlayamadan Ahmed kendini cezaevinde buldu. Örgüt üyeliği iddiasıyla yargılandığını ve bindirildiği araçtaki kaçak yolculardan bazıları hakkında yakalama emri olduğunu, sonradan öğrenecekti. Söke T Tipi Cezaevi, belden aşağısı tutmayan Ahmed’i, “Biz burada bakamayız” diyerek rehabilitasyon imkânı olan Menemen R Tipi Cezaevi’ne gönderdi.

Ahmed Hami, otel çalışanlarından birinin yardımıyla dışarı çıkabildiğinde tekerlekli sandalyesiyle Dağkapı Meydanı'nda dolaşıyor.

Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 30 Ekim 2017 tarihli raporunda, “Belden aşağısı felçli olduğu, dosyadaki mevcut belgeleri ve kurulumuz muayene bulgularına göre halihazırda; hayatını yalnız idame ettiremeyeceği, bir başkasının desteği ile bakıma muhtaç olduğu oy birliği ile mütalaa olunur” dendiği halde tutukluluğu devam etti Ahmed’in. Menemen Cezaevi’nde kalırken yaşadığı bir olay, ikinci bir dava daha açılmasına sebep oldu:

“Rehabilitasyon var diye gönderdiler ama ne banyo, ne tedavi, ne sıcak su, ne havalandırma… Bir buçuk yıl hücrede tek başıma kaldım. Açık görüş yok, telefonla görüş hakkı yok, avukat bile yok. Bir gün yan hücrelerden bir ses geldi. Başka hücrede kalan biri kendini asmak istemiş, ip koptuğu için düşmüş. Doktor getirsinler diye bağırmaya başladık. Kimse müdahale etmedi. Sonunda gardiyanlar geldi ama bağırmışız diye isyan çıkartmaktan dava açıldı.”

Bu olaydan sonra tek kişilik hücrelerde kalan tutuklular, koşulların düzeltilmesi için açlık grevine başlıyor. 25. günde Ahmed tekrar Söke Cezaevi’ne gönderiliyor. Bu sırada avukatı Leyla Çelik, rehabilitasyon merkezi olması gereken Menemen Cezaevi’nde hak ihlalleri yaşandığını tespit ederek tabip odası, baro ve insan hakları kuruluna başvuru yapıyor. Ahmed “işkence merkezi” dediği Menemen’e dönmemek için direniyor.

5 Aralık 2016’da tutuklanan Ahmed, Söke ve Menemen cezaevlerinde iki yıl sekiz ay hapis yattı. Bu süre boyunca ailesinden hiç kimseyle, telefonla bile görüşemedi. 5 Temmuz 2019’da sağlık sorunları nedeniyle tahliye oldu ama dosyası hâlâ Yargıtay’da ve yurtdışına çıkış yasağı var. Avukatı Leyla Çelik ve İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı avukat Eren Keskin, yasağın kalkması ve Ahmed’in Suriye’ye dönmesi için uğraşıyor.

Ahmed Hami, Kobani'deki ailesinin gönderdiği parayla küçük bir otelde kalıyor.

Tek başına hayatını sürdüremeyeceği Adli Tıp raporuyla sabit olan Ahmed, tahliye olduğundan beri Diyarbakır’da. Çünkü geçici kimlik belgesinin ilk verildiği yerde ikamet etmek zorunda. Felç geçirmesine sebep olan DAEŞ bombasından sonra Halep’ten ayrılıp Kobani’ye giden ailesinin gönderdiği parayla küçük bir otelde kalıyor.

Hikâyesini anlatırken hem kızgın, hem hâlâ şaşkın. “Tedavi için buraya getirildim, tedavi için başka ülkeye gitmeye çalışırken ceza aldım, hapis yattım, hâlâ tedavi olamadım” diyor. Günlerini kitap okuyarak, otel çalışanlarından birinin yardımıyla dışarı çıkabildiğinde tekerlekli sandalyesiyle Dağkapı Meydanı'nda dolaşarak geçiriyor. Türkçe’yi cezaevinde öğrenmiş. En çok Mehmed Uzun ve Musa Anter’i seviyor.

15 yaşında lise öğrencisiyken, elinde müşteriye götürdüğü lahmacunlarla bir anda havaya savrulan Ahmed, hastanelerde ve cezaevinde geçen altı yıl boyunca okuduğu kitaplardan ülkesindeki savaşın nedenlerini anlamaya çalıştı. Savaştan önce de anadili Kürtçe’yi sadece evde konuşabildikleri ülkesinde savaşın kolay kolay bitmeyeceğini düşünüyor. Çocukluğunun Halep’ini özlüyor. Çoktan yıkılmış olan kaleye tırmandığı günleri, yıllardır hiç haber alamadığı, hayatta olup olmadıklarını bile bilmediği arkadaşlarını özlüyor. Ve her şeye rağmen umutlu:

“Siyaseti sevmedim, benim hedefim okumak. İnşallah bugünler geçerse tıp okuyup sağlık için hizmet etmek istiyorum.”

Gülerek ekliyor: “Kendi sağlığımla uğraşırken tecrübe sahibi de oldum, daha iyi hizmet ederim.”