'İklim mültecileri uluslararası hukuk kapsamına alınmalı'
“İklim Krizi ve Mültecilik” panelinde konuşan Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Üstün Reinart, deniz seviyesinin yükselmesiyle bazı adalar ve kıyı kentlerinin su altında kalması ve 2050’ye kadar 140 milyon kişinin iklim mültecisi olmasının beklenildiğini söyledi. Reinart, uluslararası kurumların yeni bir kavram oluşturup iklim mültecilerini uluslararası hukuk kapsamına alması gerektiğini belirtti.
İZMİR - Halkların Köprüsü Derneği, İzmir Sanat Merkezi, Oditoryum Salonu’nda “İklim Krizi ve Mültecilik” konulu panel düzenledi. İzmir Düşünce Topluluğu Ekoloji Sözcüsü İbrahim Akın’ın moderatörlüğünde gerçekleşen panelde, Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Üstün Reinart “Adı Konulmayan Kriz: Küresel İkllim Değişikliği”, Ege Üniversitesi’nden ihraç edilen Dr. Nermin Biter ise “Bir Hak Talebi Olarak İklim Adaleti” konularını anlattı. İklim krizi ve göç-mültecilik ilişkisinin konuşulduğu panelde, canlı yaşamının geleceği, iklim göçünün nasıl gerçekleştiği ve kimlerin nasıl bir tehditle karşı karşıya kaldığı konuları ele alındı.
Uzun yıllardır ekolojinin politik ilişkisi bağlamında çalışmalar yapan ve Bergama, Kazdağları yürüyüşü çalışmalarında da aktif görev alan moderatör İbrahim Akın konuşmasına katılımcıları selamlayarak başladı.
Halkların Köprüsü Derneği’nin kuruluş sürecinde savaşların yarattığı göçler ve buna bağlı olarak mültecilerin sorunlarına çözüm üretmeye, yardımlaşma ve dayanışma içerisinde olmaya çalıştığını dile getiren Akın, Türkiye’nin ve bütün dünyanın en temel gündemi olan iklim krizinin etkisi ile yaşanan “iklim ve göç" kavramının arasındaki bağın önemine değindi.
'TARİHSEL BİR DÖNEMEÇTE DURUYORUZ'
Panelde ilk sözü alan Dr. Nermin Biter, hak perspektifinden iklim adaletini ve bununla bağlantılı toplumsal hareketleri anlattı. Biter, "Bugün tüm dünyayı canlı ve cansız varlıklarıyla beraber ateşten kıskacı altına almış iklim krizini, başta en temel insan hakları olmak üzere neredeyse tüm hakların bertaraf edildiği bir düzlemde ele almadan tartışmanın mümkün olmadığını" söyledi.
İklim adaleti için mücadele etmenin neoliberal kapitalist politikaların yarattığı tüm diğer toplumsal adaletsizliklerle mücadele etmek olduğunu vurgulayan Biter, şöyle devam etti:
“Krizi yaratanın neoliberal kapitalist ekonomi politikaların yarattığı toplumsal adaletsizliklerin iyiden iyiye derinleştirdiği bir varoluş krizi olduğunu görmek zorundayız. Tarihsel bir dönemeçte duruyoruz; ya yıllarca ülkeler arasında sürüp giden ekonomik kalkınma, bir diğer deyişle sermayenin refahı amacıyla yeltenilen politikaların acımasız insafına bırakılmış ve başka türlü adaletsizliklere kapı açacak teknokratik çözümlerle faturası yine dezavantajlı gruplara kesilecek kader gibi göreceğiz; ya da dünyanın çoğunluk emekçi ve ezilen nüfusunu en yadsınamaz müşterekte, insanca yaşam müştereğinde buluşturup haklarımızı talep edeceğiz. Çapraz dayanışma ağlarını geliştirmeden, yerellerden başlayarak dayanışmacı ilerleyen bir örgütlenme hattı kurmadan, odağa evrensel insan haklarını inatla ve ısrarla yerleştirmeden bu yıkıcı sorunu çözmenin imkanı olmadığını savunuyoruz.”
'İKLİM KRİZİ EN ÇOK DEZAVANTAJLI GRUPLARI ETKİLİYOR'
İklim krizinin, yaşam hakkı başta olmak üzere insanlar üzerinde ve doğrudan sağlık üzerine etkileri üzerine de değinen Biter, sözlerini şöyle sonlandırdı:
“İklim değişikliğine bağlı olarak yükselen hava sıcaklıkları, deniz seviyesinin yükselmesine bağlı olarak hem ekosistemlerin kendisinde hem de bizim zaten sosyal ve kültürel yaşamda kurduğumuz sistemlerin kendisinde çeşitli bozulmalara ve yıkımlara neden oluyor. Ekosistemlerin tahrip olması ile beraber özellikle alerji, astım gibi hastalıklar çok fazla yaygınlaşıyor. Sosyal sistemlerdeki çeşitli yıkıcı etkilerle beraber yetersiz beslenmeyle insanlar çeşitli zorluklar yaşıyor. İklim değişikliği veya iklim krizi herkesi etkiliyor ama bütün canlıları aynı hızda ya da aynı oranda etkilemiyor. Yoksullar, göçmenler, mülteciler, kadınlar, çocuklar, yaşlılar gibi toplumda daha dezavantajlı grupta olanları en başta vuruyor. Yani toplumsal adaleti daha da derinleştiren bir adaletsizlik olarak karşımıza çıkıyor. Yaşam hakları doğrudan ellerinden alınıyor.”
'İKLİM MÜLTECİLERİNİN SAYISI HIZLA ARTACAK'
Uzun yıllar ekoloji mücadelesi içinde aktif görev alan Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Üstün Reinart, 1980’lerden beri dünyanın birçok ülkesindeki bilim insanlarının küresel ısınma ve iklim krizinin yüz milyonlarca insanın göçüne yol açacağını söyleyerek uyarılarda bulunduklarını hatırlattı.
Artık bu krizin içinde olduğumuzu vurgulayan Reinart, bugün hâlâ, dünyanın hiçbir ülkesinin, hiçbir uluslararası kurumunun iklim krizinin sebep olduğu büyük göçlere hazır olmadığını dile getirdi.
Yüz milyonlarca insanın iklim felaketleri, kuraklık, sel, kasırga ve yangın yüzünden yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda olduğuna dikkat çeken Reinart, “İklim mültecilerinin temel hakları hiçbir uluslararası anlaşmayla, hiçbir yasayla belirlenmiş değil. Brookings Institute verilerine göre, şu anda dünyada 20,4 milyon kişi mülteci statüsünde. 21.5 milyon kişi de iklim mültecisi olduğu için mülteci statüsü alamamış, hiçbir hakka sahip değil. Bu sayı hızla artıyor ve artacak" diye konuştu.
'GÖÇ AKAN BİR SU GİBİ ÖNLENEMEYEN BİR HAREKET'
Dünya Bankası verilerine göre deniz seviyesinin yükselmesi ile bazı adalar ve kıyı kentlerinin su altında kalmasıyla 2050’ye kadar 140 milyon kişinin iklim mültecisi olmasının beklenildiğini ifade eden Reinart, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının bu nüfusun 250 milyona çıkabileceği uyarısını yaptığına ve sadece 2018 yılında 18.8 milyon kişinin iklim mültecisi olduğuna dikkat çekti.
Gelişmiş ülkelerin mültecilere kapılarını kapatmak istediğini söyleyen Reinart şöyle devam etti:
"1 milyon Orta Amerikalı mülteci, bir kervan gibi yola düşüp Amerika sınırına gelince, toplama kampına benzeyen kafeslerde bekletiliyor ve büyük bir kısmı geri gönderiliyor. Suriye’de iç savaş çıkmadan önce beş yıl süren kuraklık ve açlık, önce iç göçlere yol açtı ve bu yüzden patlama noktasına gelen gerginlik, ülkeyi iç savaşa sürükledi. Çatışma, şiddet ve devlet baskısı hayatını yahut özgürlüğünü tehdit ediyorsa ırk, din, milliyet, bir sosyal yahut politik gruba ait olma yüzünden tehdit altındaysa o kişilere mülteci statüsü verilebilir. Ve bazı haklardan yararlanmaları sağlanabilir. Mülteci statüsü verilen kişinin geldiği yere geri gönderilmesi kabul edilemez. Bugün, milyonlarca kişi iklim değişikliği yüzünden artık yaşayamadığı yeri terk edince, mülteci statüsü ile insan hakları korunamıyor. ABD, Avrupa, Yeni Zelanda gibi birçok ülke mültecileri istemiyor ancak göç akan su gibi, önlenemeyen bir hareket.”
Yeni ve dramatik bir olguyla karşı karşıya olduğumuzu ve onu yok saymamızın daha büyük felaketlere yol açabileceğini belirten Reinart, önümüzdeki süreçte büyük insan hakları ihlallerine, büyük acılara şahit olabileceğimizi hatırlatarak uluslararası kurumların hemen yeni bir kavram oluşturup iklim mültecilerini uluslararası hukukun kapsamına alması, yeni fonlar oluşturulması ve bilgi birikiminin sağlanmasının önemini vurguladı.