İnsan hakları avukatı Deman Güler: Yunanistan'a geçecek mültecileri zorlu bir süreç bekliyor
İdlib saldırısının ardından gündeme gelen mülteci krizi kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Türkiye hükümetinin sınır kapılarını açmasının ardından ortaya çıkan insanlık dramını ve uluslararası hukuk prosedürünü İnsan hakları hukukçusu ve İzmir Barosu Yönetim Kurulu Üyesi avukat Deman Güler ile konuştuk. Yunanistan'ın mülteci politikasının gün geçtikçe geriye gittiğini vurgulayan Güler, "Başta yaşam ve iltica hakkı olmak üzere, beslenme, barınma, sağlık, eğitim, adalete erişim gibi onlarca konuda büyük problemler yaşanacağını düşünüyorum" dedi.
İZMİR- Suriye’nin İdlib kentindeki hava saldırısının ardından Türkiye’nin “Avrupa’ya gitmek isteyen mültecileri artık engellemeyeceği” yönündeki haberler üzerine mülteciler Edirne ve İzmir başta olmak üzere kara ve deniz yoluyla tehlikeli yolculuklara çıkmaya başladı.
Yüzlerce mülteci, İstanbul’da birçok noktadan minibüs, otobüs ve taksilerle sınır kapısının bulunduğu Edirne’ye doğru harekete geçerken, İzmir gibi kıyı illerde yaşayan mülteciler de Yunan adalarına geçmek üzere Dikili, Çeşme, Ayvalık, Karaburun gibi sahillere yöneldi. Türkiye’nin mültecilerle ilgili aldığı kararı açıklamasından sonra sınır komşularımız Yunanistan ve Bulgaristan alarma geçerek deniz ve kara sınırlarındaki önlemlerini artırdı.
Mültecilerin çıktıkları yolculukta karşılaşabilecekleri olası insan hakları ihlalleri, uluslararası hukukun böylesi toplu mülteci akınlarında öngördüğü kurallar nelerdir? Türkiye bu kararı ile sınır denetimlerini kaldırarak, kendi iç hukukunu da ihlal etmiş oluyor mu? İnsan hakları hukukçusu ve İzmir Barosu Yönetim Kurulu Üyesi avukat Deman Güler sorularımızı cevapladı.
'YUNANİSTAN’DA MÜLTECİ HAKLARI GİDEREK KÖTÜLEŞMİŞTİ'
İktidarın dünkü açıklamasından sonra Yunanistan ya da diğer Avrupa ülkeleri mültecileri kabul etmeyecek. Dolayısıyla bir insanlık trajedisinin daha önü açılarak mülteciler riskli alanlara terk ediliyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Yunanistan Başbakanı Miçotakis dün yaptığı açıklama ile bu tespitinizi zaten daha şimdiden doğrulamış durumda. Merkez sağ Yeni Demokrasi hükümeti de bugüne kadar izlediği mülteci karşıtı politikalarla işi nereye vardırabileceğinin sinyalini zaten vermişti. Biliyorsunuz, Yunanistan iltica mevzuatını 2020 yılı başında değiştirdi ve mültecilerin haklarını ciddi biçimde sınırladı. Artırılan tutukluluk süreleri bu geriye giden süreçteki örneklerden sadece biri. Ayrıca hızlandırılmış prosedür denilen bir sistem devreye sokuldu. Buradan anlaşılması gereken zaten Yunanistan'daki mülteci haklarının giderek kötüleştiğiydi. Yunanistan Çalışma Bakanı ise 2020 yılı sonuna kadar 10.000 mülteciyi Türkiye'ye göndereceklerini açıklamıştı. Böylesine bir kota koymanın uluslararası hukukta hiçbir yerinin olmadığını belirtmeliyim. Tüm bu unsurlar bir arada değerlendirildiğinde ülkemizden Yunanistan'a geçecek mültecileri çok zorlu bir sürecin beklediğini söyleyebiliriz. Temel uluslararası hukuk belgeleri ise tüm bu engelleyici uygulamaların tersine insanı önceleyen bir pratiği öngörüyor.
'İLTİCA TEMEL BİR İNSAN HAKKI'
Uluslararası hukukun böylesi toplu mülteci akınlarında öngördüğü kurallar neler? Günümüzde bu kurallara devletler tarafından tam manasıyla uyulduğunu söyleyebilir miyiz?
Her şeyden evvel belirtilmesi gerekli olan şey ilticanın temel bir insan hakkı olduğudur. Bu hakkın en temel kuralı ise geri gönderme yasağıdır. Hem iltica hakkı hem de geri gönderme yasağı 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi ile düzenlenmiş ve mülteciler koruma altına alınmıştır. Ama iltica hakkı sadece tarafların tabi olduğu uluslararası sözleşmelerle de korunmaz. Önemle altını çizmek istediğim bir nokta var. İltica bizim uluslararası hukukta "jus cogens" adını verdiğimiz emredici kurallardan biridir. "Jus cogens", uluslararası hukukun temel kurallarını kapsar ve bu normları devletler hiçbir koşulda sınırlayamazlar. Soykırım, kölelik ve işkence yasakları "jus cogens" normların örneklerindendir. Bir diğer örnek ise geri gönderme yasağıdır. Dolayısıyla bu denli önemli olan, uluslararası hukukun temelini oluşturan geri gönderme yasağının iç düzenlemelerle yok sayılması, mültecilere geri gönderme kotaları konulması, iltica hakkı arayan bireylerin gayri insani şartlara mahkum edilmesi uluslararası hukukun devletlerce inkarı anlamına gelmektedir.
'TÜRKİYE KAMUOYU SINIRIN ÖTEKİ TARAFINDA NE OLDUĞUYLA İLGİLENMEDİ'
Geçtiğimiz yıllarda Yunanistan ve Türkiye'nin kabul etmediği, iki ülke arasında kalan bir mültecinin durumu büyük bir tepkiye sebep olmuştu. Şimdi ise binlerce kişiden bahsediyoruz. Yunanistan sınır kapılarını kapatarak çeşitli önlemler aldığında mültecilerin karşılaşabilecekleri olası insan hakları ihlalleri neler?
Burada öncelikle mevcut durumu anlatmak gerekiyor. Özellikle 2016 yılında AB-Türkiye Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanmasının ardından Avrupa'ya yönelmiş mülteci akınının önü bir şekilde kesilmiş oldu. Türkiye bu anlaşma neticesinde AB'den ciddi bir maddi yardım sözü alırken diğer taraftan 4 milyona yakın mülteciye de ev sahipliği yapmak durumunda kaldı. Fakat bu süreçte Türkiye kamuoyu sınırımızın öteki tarafında ne olup bittiği ile fazla ilgilenmedi. Halbuki son dört yıldır Yunan adalarında ciddi bir mülteci dramı yaşanıyor. Avrupa ülkelerinin izinsiz sınır geçişlerini durdurdukları gibi Yunanistan’da bu süre zarfında adalardan ana karaya mülteci transferini neredeyse imkansız hale getirdi. Sonuçta olan, adalarda sıkışmış binlerce mülteciye oldu. Bu insanlar gerçekten çok güç koşullarda hayata tutunma savaşı veriyorlar. Şimdi sınırların açılması ile ülkemizden adalara gidecek mültecileri bekleyen manzara işte bu olacak. Başta yaşam ve iltica hakkı olmak üzere, beslenme, barınma, sağlık, eğitim, adalete erişim gibi onlarca konuda büyük problemler yaşanacağını düşünüyorum.
'SINIRLARI AÇTIĞINIZDA SORUMLULUKLARINIZI İHLAL ETME RİSKİ DOĞAR'
Türkiye bu kararı ile sınır denetimlerini kaldırarak, kendi iç hukukunu da ihlal etmiş olmuyor mu?
Muhakkak burada devletin kendi sorumluluğu ile çelişen bir durum var. Her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 17. maddesinde “herkes yaşam hakkına sahiptir” der. Dolayısıyla yaşam hakkının tanındığı kesim yalnızca vatandaşlar değildir. Ülke sınırlarımız içinde yaşayan tüm insanlar devletin korumakla yükümlü olduğu yaşam hakkından yararlanacaklardır. Sahil Güvenlik ve kolluğun temel işlevlerinden biri yaşam hakkı başta olmak üzere Anayasa ve uluslararası hukukça garanti altına alınmış temel hak ve hürriyetleri korumak, ulusal mevzuatı uygulamaktır. “Ben denetimi kaldırdım, sınırları açtım” dediğinizde bu sorumluluklarınızı ihlal etme riski doğacaktır. Ama tabi burada güvenlikçi politikalar sonucu iltica hakkından mahrum bırakılan bireyleri ayrı değerlendirmek gerekir. Zira onlarca yıldır bir şekilde sınırları geçmek için canlarını tehlikeye atmaya devam ediyorlar. Burada önemli olan iltica hakkını kullanmak isteyen bireyin güvenliğini garanti altına almak ve ardından uluslararası esaslara göre sağlıklı bir şekilde mülteci statüsü değerlendirmesi yapmak olmalıdır.
'MÜLTECİ KRİZİ EN BAŞINDAN BERİ YANLIŞ YÖNETİLDİ'
Peki, sınırların açılmasıyla kısa vadede mültecileri neler bekliyor sizce?
Mülteci hukuku devletlerin sorumluluk paylaşımının esas olduğu bir alandır. Uluslararası siyasetle ilişkisi de bu bakımdan çok güçlüdür. Türkiye on yıl önce dünyada yaşanan mülteci dramlarına uzak bir ilgi dahi göstermezken, bugün ağırladığı 4 milyon sığınmacı ile dünyada en çok mülteciyi kabul eden ülke konumuna gelmiştir. Ben bu süreçte Türkiye'nin uluslararası kamuoyu ile sağlıklı bir ilişki geliştirebildiğini düşünmüyorum. Mülteci krizi en başından beri yanlış yönetildiği gibi yabancı devletlerle yapılan görüşmeler de hep insanı ikinci plana koyan ve siyasi kazanımlar üzerine yoğunlaşan girişimler şeklinde oldu. Bugün geldiğimiz noktada ise Suriye'deki son gelişmeler neticesinde oluşan siyasi tablonun mülteci meselesi kullanılarak doğrudan etkilenmeye çalışıldığını görüyoruz. Hükümet, Avrupa devletlerine açıkça “beni Suriye'de desteklemezseniz, mülteci kozumu oynarım” diyor. Bu anlayış devam ederse sınır kontrollerini ortadan kaldıran bir Türkiye'den yüz binlerce mültecinin yasadışı yollarla kaçmak isteyeceği aşikardır. Zira bu insanlara Türkiye bir gelecek vaat edemiyor. Örneğin bugün 10 yaşına basmak üzere olan çocuklar bu topraklarda doğmasına rağmen vatandaş olamıyor, haklardan eşit şekilde yararlanamıyor. 1967 Protokolü’nün ülkemizce imzalanmamasının doğal bir sonucu bu.
Dolayısıyla insanlar burada mutlu değiller ve ilk ele geçirdikleri fırsatta canları pahasına da olsa Yunanistan'a geçmek isteyecekler. Sürecin böyle devam etmesi halinde denizde yaşanacak can kayıpları ne yazık ki sürpriz olmayacaktır. Yunan makamlarının ve Yunan Sahil Güvenlik botlarının mültecilere ılımlı bakmayacaklarını geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz. Adalara ulaşabilen mültecileri ise çok daha zorlu ve uzun bir yolun beklediğini söylemek mümkün. Bu insanların pek çoğunun hızlandırılmış prosedürle daha iltica talepleri bile doğru düzgün değerlendirilmeden sınır dışı edileceğini düşünüyorum. Yunanistan'daki son mevzuat değişiklikleri zaten kötü işleyen değerlendirme prosedürünü iyice sıkıntılı bir hale getirdi.
3 Nisan’da İzmir Barosu ve Midilli Hukuk Merkezi ortaklığında İzmir'de bir çalıştay düzenliyoruz. Bu, Yunan meslektaşlarımızla beraber kuracağımız hukukçu ağının ilk toplantısı olacak. Önümüzdeki güç süreçte insan hakları ve iltica alanında çalışan hukukçuların ortaklığına çok daha fazla ihtiyaç olacağını düşünüyorum.