Prof. Dr. Tsitselikis: Türk hükümetinin kararı dostane değil, iki ülke de mültecileri tehlikeye atıyor
Selanik'teki Makedonya Üniversitesi'nin Balkan, Slav ve Doğu Araştırmaları Bölümü Profesörü Konstantinos Tsitselikis, mültecilerin Yunanistan’la önceden görüşmeksizin yönlendirilmesinin 2016'da imzalanan anlaşma göz önünde bulundurulduğunda dostane bir davranış olmadığını söylüyor. Tsitselikis, mültecilerin güvenliğiyle ilgili ise, "Hem Türkiye hem de Yunanistan onların hayatlarını tehlikeye atıyor" diyor ve Yunanistan'daki uygulamanın da demokrasiye darbe olduğunu vurguluyor.
İZMİR - İdlip’deki son gelişmelerden sonra Avrupa’ya gitmek isteyen mültecilerin artık engellenmeyeceğinin açıklanmasının ardından binlerce mülteci Yunanistan’a geçmek için Edirne’ye yöneldi. Türkiye’nin mültecilere ilişkin aldığı beklenmedik kararı, başta sınır komşusu Yunanistan olmak üzere bütün Avrupa’yı etkiledi.
Türkiye’nin aldığı defacto kararın ardından sınırın bu tarafında çok şey söylendi, yazıldı. Sınırın öte yanında yaşananların hukuki ve insani boyutlarını Selanik, Makedonya Üniversitesi, Balkan, Slav ve Doğu Araştırmaları Bölümü Profesörü Konstantinos Tsitselikis’le konuştuk.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, sınırdan geçen mültecilerin sayısı ile ilgili 3 Mart'taki açıklamasında "Türkiye topraklarından ayrılıp Yunanistan’a geçen mülteci sayısı: 130 bin 469" dedi.
Sınır kapatıldıktan sonra Yunanistan'a giren mültecilerin sayısının 1.000'den fazla olmadığı belirten Tsitselikis ise, bu açıklamalar ve sınırların açık olduğu yolunda birçok bilginin belli bir izlenim yaratarak, umutsuz insanları Yunanistan ve Avrupa’ya gitmeye motive ettiğini söylüyor.
'HEM TÜRKİYE HEM YUNANİSTAN MÜLTECİLERİN HAYATINI TEHLİKEYE ATIYOR'
Öncelikle bir hukukçu olarak Türkiye’nin aldığı bu kararı uluslararası hukuk açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Yasalar böyle bir durumda her iki tarafın hukuki sorumluluklarını nasıl tarif ediyor?
İdlib’deki gelişmeler tabii ki Türk-Yunan sınırında olanlarla ilişkisiz değil. Türk ordusunun bölgeye girişi domino etkisiyle jeostratejik hedeflerin yeniden düzenlenmesine neden oldu. Bu yeniden düzenlenme Türkiye’de bulunan mültecilerin Yunanistan üzerinden AB’ye baskı aracı olarak kullanımına yol açtı. Türk-Yunan sınırını geçmeye yönelik kitlesel girişim daha önce görülmemiş boyutta ve durum gerçekten kaotik. Görünüşe göre Türk yönetimi sadece batı sınırını gözetimsiz bırakmakla kalmadı. Aynı zamanda mültecileri, çoğu zaman şiddet ya da şiddet tehdidi yoluyla, sınırların diğer taraftan da açık olduğunu söyleyerek Yunanistan'a geçmeye motive etti.
Şunu unutmamalıyız ki Yunanistan mültecilerin korunması yönünde açık, uluslararası ve Avrupa yasal düzenlemelerine tabiyken, Türkiye pratikte mültecilerin korunmasına ilişkin Cenevre Sözleşmesi’ne tabii değildir. Her iki ülkeyi de bağlayan ortak çerçeve insanları tehlikeye atmama ve riskin denizde gerçekleşmesi durumunda kurtarma yükümlülüğüdür. Bu tür eylemlerden kaçınmak her iki devletin de sorumluluğu ve maalesef bu günlerde olan bu değil! Aksine, Yunanistan’la önceden görüşmeksizin bu insanların yönlendirilmesi, devletlerin barışçıl işbirliği zorunluluğunu ihlal etmektedir. Türk hükümetinin toplu olarak insanları teşvik etme veya yönlendirme kararı, özellikle de mültecilerin Yunanistan'dan Türkiye'ye dönüşü üzerine 2016 yılında imzalanan anlaşma göz önünde bulundurulduğunda dostane bir davranış değildir.
Bu insanların güvenliği meselesine geri dönecek olursak; hem Türkiye hem de Yunanistan onların hayatlarını tehlikeye atıyor. Korkarım ki şu ana kadar da nehre ya da denize tekrar tekrar yönlendirilmeleriyle birçok can kaybı oldu ve her iki taraftan da bu eylemler her şekilde yasa dışıdır. Türkiye'nin bu duruma ilk olarak ve tek taraflı olarak neden olması, ardından Yunan hükümetinin sınırlarını kapatması ve mülteci hukukunun askıya alınmasıyla yanıt vermesi elbette önemli. Her iki taraf da birbirinden tamamen farklı ama ikna edici olmayan bir içerikle, hukukun ihlalini haklı çıkaracak bir argüman olarak olağanüstü hale atıf yapıyorlar. Ölçülülük ve araçların amaçlarına uygunluğu ilkesi nasıl uygulanırsa uygulansın, insan yaşamının değerini ve insan onuruna saygıyı göz ardı edemez. Dolayısıyla devlet egemenliği yukarıdaki ilkeler göz önünde bulundurularak kullanılmalıdır.
'İNSANLARIN GÜVENLİĞİ GÖZ ARDI EDİLDİ'
Mültecilerin neredeyse tamamı Avrupa ülkelerine geçmek istiyor. Dolayısıyla Türkiye ve Yunanistan adeta bir tampon bölge gibi. Türkiye devleti yeterince “mülteci yükü” taşıdığını ve Avrupa’nın sorumluluklarını yerine getirmediğini iddia ediyor. Sizin baktığınız yerden Türkiye’nin iddiaları ne kadar doğru? Suriye iç savaşına en az müdahil ülke olarak Yunanistan’ın içine düştüğü durum nedir ve Avrupa devletleri sorumluluklarının ne kadarını yerine getiriyor?
Elbette Türkiye, göçmen ve mülteci nüfusunun yaklaşık 4 milyon insana karşılık gelen büyük bir bölümünü, birkaç yıl boyunca yönetmek durumunda kaldı. 3,2 milyar euro yardım sağlayan 2016 anlaşmasını imzaladı. Ancak Türkiye, Suriye'deki iç savaşa karışmış, onu uluslararası bir savaşa dönüştürmüş, hatta topraklarının bir bölümünü ele geçirmiştir. Kendisinin yol açtığı gelişmelerin ardından politik sorumluluğunun karakteri değişir. Yunanistan, Afganistan ve Irak'taki askeri operasyonların sonuçlarının yanı sıra bu savaşın da sonuçlarına bu savaşlara hiç karışmadan maruz kaldı. Mültecilerin korunması hukukunu ve ilgili politikaları, her zaman başarılı olmayan bir şekilde ve çoğu zaman bu insanların zararına uyguladı. Ancak Yunanistan, AB üye devletleri arasındaki dayanışma ilkesine dayanan bir mülteci ve göçmen hukuku ve politikaları ağının bir parçası. Bu ilke, yani yük paylaşımı ve yardım sağlanması, iki - üç yıl boyunca çalıştı. Sonrasında, binlerce insanı başka bir Avrupa ülkesine yeniden yerleştirme olanağı olmaksızın, Yunanistan’da mahsur bırakarak, çöktü.
Dayanışma ilkesinin uygulanmaması, özellikle merkezi ve organize bir şekilde göçmen ve mülteci akışını yönetmekte hâlihazırda aciz kalan AB'nin kendisini etkilemektedir. Temel noktalarında sorunlu olan 2016 anlaşması AB ve Türkiye'ye sadece zaman kazandırdı. Tam 4 yıl. Fakat AB politikalarında hiçbir ilerleme olmadı. Pek çok üye devlette otoriterliğe ve aşırı sağ mantığa geçiş, hukukun üstünlüğü ve demokrasi ruhunda yeniden yapılanma ve politika oluşturma belirtileri göstermeyen AB'yi felç etti. Sınır güvenliği sert bir şekilde ileri sürülüp, insanların güvenliği göz ardı edildi. Bu bağlamda Türkiye, Suriye’deki savaşın yeniden canlanmasına yol açan dar görüşlü ve otoriter politikalardan kendisi mustarip olarak AB’nin desteğini kaybetmiştir.
'YUNAN HÜKÜMETİ ORANTILI OLARAK TUZAĞA DÜŞTÜ'
Yunanistan’ın sınırlarına akın eden mültecilere aldığı sert tutumu nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye'nin kararı ve eylemleri, Yunan hükümetini sığınma talebinde bulunmak amacıyla sınırı geçmeye çalışan insanlar için sınırların kapatılması kararını vermeye itti. Yasanın gereklerini yerine getiriyor olmaları durumunda elbette uluslararası koruma alacaklardı. Karar, Yunan hükümeti tarafından Türkiye'nin saldırgan eylemine meşru bir tepki olarak tanımlandı. Ancak bu tepki, çoğulcu demokrasinin temel direklerini oluşturan genel olarak insan haklarının ve mülteci hukukunun bir dizi temel ilkesini ihlal etmiştir. Gerçekten sığınma hakkı alamayacak ama geri dönüşleri de mümkün olmayan insanların sınır dışı edilmelerini ve dönüşlerini vaat ederek, mülteci meselesini yönetmekte birçok hatalar yapmış olan hükümetin hesapsız bir hareketiydi.
Türkiye’de ne yazık ki zaten yaşanan ve Yunanistan için de söz konusu olan trajedi odur ki; insanlar, baskı aracına, tehdide, istilacıya ve istenmeyene dönüşüyorlar. Yani insani varoluşlarını kaybediyorlar ve özneden nesneye dönüşüyorlar. Yunanistan'da mültecilerin dayanışma ve yardımla karşılandığı zamanlar yaşadık. Yavaş yavaş korku nefrete dönüşüp, her şeyin üzerini örtüyor. Böylece bağnaz iktidarların karakteristiği olarak, kontrol ve güdüm için kullanışlı bir siyasi araç haline geliyor ve aynı zamanda akıl, çoğulculuk ve demokrasi adına çıkan her sesi milli ihanet suçlamasıyla bastırıyor. Tam tersine; yalan yayanların, insanları kontrol ve korku politikaları ile nesneleştirenlerin vatan aleyhine eylediklerini söyleyebiliriz. Türkiye Cumhurbaşkanı kendi sınırsız politik ahlaksızlığını ve her şeye izin verilen siyasi ortamı Yunanistan’a ihraç ediyor. Ve ne yazık ki Yunan hükümeti, kendi ölçüsünde, orantılı olarak tuzağa düştü. Bu yeni model, Yunan halkının geniş kesimlerinde, herkesin "yasayı kendi ellerine almasına" izin vererek hızla yayılıyor: Çaresiz insanlara vurarak ve ön planda bulunan organizasyonların altyapısını yıkarak…
'YUNANİSTAN’DAKİ BU UYGULAMALAR DEMOKRASİYE BİR DARBEDİR'
Türkiye’den Yunanistan’a geçiş yapabilen mültecilere uygulanan prosedür nedir? Olması gereken iltica prosedürü uygulanıyor mu?
Yunanistan’da Bakanlar Kurulu iltica talebi başvurularının kabulünü bir aylığına kaldırmaya karar verdi. Sonuç olarak yeni iltica talepleri alınamıyor. Dolayısıyla mülteci olma hakkına sahip olan kişinin yasal kategorisi şimdilik ortadan kalktı. En azından mart ayında Yunanistan'a giren herkes şimdi yasa dışı olarak tanımlanacak ve sınır dışı edilecek. Ancak, Cenevre Sözleşmesi mücbir sebeplerden dolayı geçerliliğinin sınırlandırılmasını öngörmediğinden, bu tedbirin yasal bir dayanağı yok. Mülteci hukukunun askıya alınması Yunanistan'daki hukukun üstünlüğüne bir darbedir. Doğrudan bir sonuç olarak, birçok kişi normalde sığınma başvurusu yapma ve özel muamele görme hakkına sahip olacakken Yunanistan'a yasa dışı yollardan girdiği için 3,5 yıl hapse mahkum edildi. Herhangi bir kabul-karşılama mekanizması olmadığı için, kesin ihtiyaç sahibi olan insanların en temel gereksinimleri bile karşılanmıyor. Tüm bu günler boyunca diğerleri de güvenlikleri konusunda hiçbir özen olmaksızın düzenli olarak Türkiye’ye geri yönlendiriliyorlar.
Bu uygulamalar Yunanistan’da son 45 yılda gelişen demokrasiye güçlü bir darbe indiriyor. Yunan kamuoyunda saldırı karşısında savunma duygusu, ırkçı ve aşırı sağcı refleksler ortaya koyan insanları konsolide ederken, mülteciler ve göçmenler Türkiye’nin buraya uzanan eli olarak şeytanlaştırılıyor. Gerçek şu ki; Türkiye Yunanistan’a yönelik ani ve yoğun bir göçmen akınına yol açtı ve bu durumu yönetmeye hazırlıksız olan Yunanistan yasal ve kurumsal istikrarlı değerleri raydan çıkararak göçmen ve mülteci meselesini siyasal ve ideolojik bir hale getirdi. Ve bu da politik ve kurumsal olarak oldukça kaygan bir zemin oluşturuyor.
'BU AÇIKLAMALAR YALAN HABER KÜLTÜRÜNÜ NORMALLEŞTİRİR'
Türkiye İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Edirne üzerinden Türkiye’den ayrılan mülteci sayısını (3 Mart itibarıyla) 130 bin 469 olarak duyurdu. Bu rakamların doğru olması mümkün mü? Değilse siz bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sınır kapatıldıktan sonra Yunanistan'a giren insanların sayısı 3 Mart itibariyle 1.000'den fazla değil. Bu açıklamalar ve sınırların açık olduğu yolunda birçok bilgi, belli bir izlenim yaratarak, umutsuz insanları Yunanistan ve Avrupa’ya gitmeye motive ediyor. Özellikle de bunu yapmaya zorlandıklarında ya da bunun için kendilerine kolaylıklar sağlandığında. Bu tür açıklamaların Yunanistan'ı baskı altına alma planının bir parçasını oluşturduğunu ve bu Yunanistan üzerinden, mülteci meselesinin ötesinde siyasi ve jeostratejik amaçlar için AB üzerinde baskı uyguladığını iddia etmek asılsız olmaz. AB herhangi bir yönde tutarlı politikaları uygulayacak siyasi uyum ve güce sahip görünmüyorken, Türk siyasetinin bu hareketin sonuçlarını ve özellikle de etkisizliğini ne ölçüde dikkate aldığını bilmiyorum. Aksine, bu türden açıklamalar yalan haber kültürünü normalleştirmeye yardımcı olur. Her şeyin mümkün olduğu yerde kurgulayanın dayattığı türden herkesin de kendi gerçeği vardır. Bu alanda, ilettikleri bilginin gerçekliğini kontrol etme yeteneğine sahip oldukları için medyanın önemli bir rolü var. Ama ne yazık ki onlar da gerek korkudan, gerekse çıkar çatışmalarından dolayı bu tür bilgileri çoğaltıyorlar.