Elif Koparal: Urla ve Çeşme'nin mega projelere ihtiyacı yok

Urla ve Çeşme yarımadasını yapılaşmaya açan Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin iptali için başlatılan hukuki mücadele sürerken, bölgede 2006 yılından bu yana arkeolojik yüzey araştırmaları yürüten Klazomenai Kazı Başkan Yardımcısı Elif Koparal da yetkilileri uyardı: "Urla ve Çeşme’nin kendi kimliğiyle, kendi değerlerini koruyarak ve güçlendirerek doğru bir turizm anlayışı ile gelişme kapasitesi bu denli güçlüyken mega ve yeni projelere ihtiyacı yoktur."

Google Haberlere Abone ol

İZMİR - Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Urla ve Çeşme’deki taşınmazların kamulaştırılması kararı gündemdeki yerini koruyor. Geçtiğimiz ay, Urla ve Çeşme’deki söz konusu arazilerde, Suudi Albassam Group’un, ‘Yeni Çeşme’ adıyla proje hazırlattığı ortaya çıkmıştı. Basına yansıdığı kadarıyla projede, Suudi Arabistan menşeli bir şirketin yatırımıyla Gölkaya bölgesinde bir havaalanı, Dümbelek Damları mevkilerinde marina, otel, lüks konut ve AVM inşası planı yer alıyordu.

“İlçeye Cannes’da olduğu gibi bir turizm merkezi yapacağız” diyen Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy ise iddiaları reddederek projenin, nitelikli spor tesisleri, termal kaynakları kullanan oteller, bisiklet rotaları içeren, çevre ile uyumlu bir proje olduğunu ve yerel yönetimlerle işbirliği içinde gerçekleştirileceğini duyurdu. Bakan Ersoy ayrıca Ege’nin en büyük müzesinin Çeşme’ye inşa edileceği müjdesini de verdi!

Çeşme ve Urla’yı yapılaşmaya açacak dört Cumhurbaşkanlığı kararının, Avukat Senih Özay ve hukukçu arkadaşları tarafından ekolojik dengenin bozulacağına dikkat çekilerek Danıştay’a götürülmesinin ardından, İzmir Barosu, meslek odaları, İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri ile sivil toplum kuruluşları da açılan davalara müdahil olmuştu.

Projenin ekolojik sistemde yaratacağı tahribatın yanısıra arkeolojik buluntular ve tarih de tehdit altında. Kamulaştırmanın yapılacağı alanda, örneğin bölge arkeolojisinde önemli yeri olduğunu bildiğimiz çok sayıda antik yerleşim ve sit alanları yer alıyor. Bölgede bir taraftan İzmir Müze Müdürlüğü ve İzmir 1 Numaralı Koruma Bölge Müdürlüğü’nün çalışmaları sonucunda yeni sit ve koruma alanları belirlenip tarihi değerler korunmaya çalışılırken, diğer taraftan tüm bu koruma alanlarının ortadan kaldırılmaya çalışılması enteresan bir çelişki.

Böglede bugüne dek 450’den fazla antik döneme ait yerleşim, köy, çiftlik, kale, tümülüs, kutsal alan; antik dönem ticaret yollarına ait patikalar, taşocakları, tarım havzaları, zeytinyağı ve şarap işlikleri ile sınır işaretleri belgelenmiş.

Kamulaştırılması gerçekleştirilen taşınmazların bulunduğu ve mega turizm projesinin planlandığı Zeytineli ve Alaçatı bölgesinde 2006 yılından bu yana arkeolojik yüzey araştırmaları yürüten Klazomenai Kazı Başkan Yardımcısı Elif Koparal ile bölgenin arkeolojik potansiyelini, bölgede yapılmak istenilen projenin yaratacağı tahribatın boyutlarını konuştuk.

'BENİM İÇİN BİR RANT HABERİ OLMAKTAN ÇOK ÖTE'

Uzun yıllardır bölgede çalışan bir arkeolog olarak; Sizce turizmin tahribat tehdidi haline gelmesi Urla-Çeşme Yarımadası için yeni bir durum mu?

Urla-Çeşme yarımadası için turizmin bir tahribat tehdidi haline gelmesi yeni bir durum değil. 1980’lerden bu yana ivmesi giderek artan kentleşme ve göçün yanı sıra doğa ve kültürü hiçe sayan turizm anlayışı yarımadayı çoktandır olumsuz anlamda değiştiriyor. Dolayısıyla Neo-liberal dünyanın gerçekleri yarımadanın hikayesini çok da ayrıcalıklı kılmıyor. Ancak bu coğrafyada doğan, yetişen ve yaşayanlar için durum farklı olmalı. Zira insan büyüdüğü ve yaşadığı yerle duygusal bir bağ kurar. Burada olanlar yarımadaya olan kişisel bağımdan dolayı benim için kapitalizmin pençesinde yok olan bir başka toprak parçası ve rant haberi olmaktan çok öte…

Bölgenin kamulaştırılmasına yönelik açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu açıklamalardan sonra Urla ve Çeşmeliler olarak içimize soğuk sular serpildi diyemeyiz. Yarımada bu turizm rüyasından çektiği kadar hiçbir şeyden bu kadar çekmedi sanırım. Bakan, Çeşme’yi Cannes gibi yapmaktan söz ederken, geçen yaz Urla Belediyesi’nin düzenlediği arama konferansının da en önemli teması Urla’yı dünyanın bilinen “turizm cennetleri”nden birine benzetme çabasıydı. Urla’yı, Çeşme’yi, Ege’yi seven herkes gibi benim de tüylerimi diken diken eden bir ifade bu. Urla’nın Urla, Çeşme’nin Çeşme olarak kalmasının ne sakıncası olduğunu anlamak güç. Bugün artık tüm dünyada yerele özgü değerlerin korunduğu doğayla uyumlu bir turizm anlayışı benimsenirken halen daha mega projelerin destek bulması kalkınmanın değil geri kalmışlığın işareti. Ne yazık ki yarımada nüfusunun da ancak çok küçük bir kısmı bu farkındalığa sahip.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin geçen dönemlerde Aziz Kocaoğlu başkanlığında, şimdi Tunç Soyer yönetiminde hazırlanan pek çok kültürel rota, bisiklet ve yürüyüş parkurları, doğal çevreyi hem koruyan hem de turistik açıdan önemli kılan alt yapı çalışmaları ve uygulamaları zaten mevcut. Yani aslında bakanlık ifade ettiği üzere doğal ve kültürel çevre ile uyumlu bir mega projeyi gerçekleştirme niyetini samimiyetle taşıyorsa bu projelere destek vermeli ve altyapıyı oluşturmalı. “Yeni Çeşme” adı altında tepeden inme, kağıt üzerinde kurgulanmış bir projenin uygulanmasındaki iyi niyete inanmak ne yazık ki mümkün değil.

YARIMADA’NIN GEÇMİŞİ TARİH ÖNCESİ DÖNEMLERE KADAR UZANIYOR

Yarımada’nın tarihçesini bize kısaca anlatır mısınız?

Yarımada, Anadolu’nun kültürel geçmişinin önemli bir parçası olan Ionia’nın dört kent-devletinin konumlandığı bir coğrafya. Erythrai, Klazomenai ve Teos’da 1970’lerden bu yana aralıksız olarak kazılar sürdürülüyor, Lebedos’ta araştırmalar devam ediyor. MÖ 1. Bin’de kurulan bu kentler bir yana yarımadanın tarihi çok daha derin. Bu merkezlerin haricinde Çeşme merkezdeki Bağlararası kazıları, yarımadanın dört bir yanında müzeler tarafından yürütülen kurtarma kazıları yarımadanın geçmişinin tarih öncesi dönemlere kadar uzandığını gösteriyor.

BÖLGEDE 450’DEN FAZLA ARKEOLOJİK YERLEŞİM TESPİT ETTİK

Merak edenler için; Yarımada da yürüttüğünüz proje ve detaylarından bahseder misiniz?

Bizim sürdürmekte olduğumuz yüzey araştırması projesi kent surlarının dışında kalan kırsal alanlarda geçmişte insanların nasıl yaşadıklarını, doğal çevreyle nasıl bir ilişki kurduklarını, çevrelerini nasıl algıladıklarını anlamayı hedefliyor. Son on beş yıldır her yaz arkeologlardan oluşan bir ekiple yarımadanın tepelerinde, kıyılarında, vadilerinde yürüyerek yarımadanın geçmişteki sakinlerinin izlerini sürüyoruz. Bugüne dek 450’den fazla antik döneme ait yerleşim, köy, çiftlik, kale, tümülüs, kutsal alan; antik dönem ticaret yollarına ait patikalar, taşocakları, tarım havzaları ve teraslar, zeytinyağı ve şarap işlikleri, sınır işaretleri belgeledik.

Projenin önemli bir amacı da geçmişteki toplumların Yarımada da yaşarken doğal çevre ile olan ilişkileri ve nasıl şekillendirdikleri. Bunun için yürüttüğümüz jeomorfolojik araştırmalarla kıyı çizgisinin değişimini, göl tabanlarının nerelerde olduğunu, akarsu yataklarının nasıl değiştiğini, binlerce yıl boyunca insanların köylerini, çiftliklerini nerelere kurduklarını, kadim tarım havzalarının nereleri olduğunu, hangi tepeleri ve mağaraları kutsal saydıklarını, zeytin ağaçlarını nerelere diktiklerini ve bağlarını nerelerde kurduklarını belirledik. Bu çok katmanlı peyzajın zamansal derinliğini, ve dönüşümünü anlamanın yarımadayı mega projelere karşı korumanın yollarından biri olduğuna inanıyorum. O nedenle bu proje kapsamında inşa edilmesi planlanan havaalanı, AVM ve oteller uğruna Alaçatı ve Zeytineli’nde neleri kaybedeceğimizin bilinmesi lazım.

BÖLGENİN ARKEOLOJİK POTANSİYELİ ÇOK YÜKSEK

Proje gündeme geldiğinden bu yana bölgenin kültür mirası açısından değeri üzerine söylenen bir söz olmadı… Bu proje hayata geçirilirse bölge arkeolojisi açısından biz neleri kaybederiz?

Söz konusu bölgede bugüne dek tarihi Neolitik Dönem’e dek uzanan 32 adet arkeolojik sit belgelendi. Bulgular bölgenin arkeolojik potansiyelinin çok yüksek olduğuna işaret ediyor. Bugüne dek bu bölgede belgelediğimiz yerleri resmi olarak rapor haline dönüştürerek Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne, İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’ne, İzmir ve Çeşme Müzesi’ne sunduk. Ayrıca çeşitli bilimsel yayınlar vesilesi ile de paylaştık. Bu sitlerden bazıları hali hazırda “arkeolojik sit” olarak tescillenmiş nitelikte. Kültürel miras sadece ören yerlerinden, ayakta duran sütunlardan ve anıtlardan ibaret değildir. Geçmişte insanlar kırsal alanlarda, ücra köşelerde doğayla barışık şekilde yaşamışlar ve bu toplulukların izleri biz arkeologlar tarafından belgeleniyor.

Elif Koparal: Bugün artık tüm dünyada yerele özgü değerlerin korunduğu doğayla uyumlu bir turizm anlayışı benimsenirken halen daha mega projelerin destek bulması kalkınmanın değil geri kalmışlığın işareti.

Azmak ve sulak alanlarının bulunduğu Alaçatı Azmak, Su kaynakları, Dümbelek Damları ve Gölkaya mevkileri halen bölgeye özgü su kuşlarının yaşam alanları. Su kuşları bölgenin arkeolojik maddi kültüründe de önemli bir yer tutuyor. Önemli bir seramik üretim merkezi olan bölgede üretilen antik dönem kapları üzerindeki su kuşu tasvirleri sıklıkla yer alır ve tümüyle bu bölgeye özgü. Havaalanı inşası için belirlenen Gölkaya ise yarımadanın en kadim noktalarından birini oluşturuyor. Yine sulak arazi olan Gölkaya ovasında yükselen kayalık tepe Neolitik dönemden bu yana bölgede yaşayan insanlar için bir arazi işareti görevi görmüştür. Bu alanda yürüttüğümüz çalışmalar kayanın çevresinde en az MÖ 7. Bin’den bu yana iskan olduğunu ortaya koyuyor. Çalışmalar sırasında bulduğumuz taş aletler insanların bu alanda avcılık ve tarım ile uğraştığına işaret ediyor.

Cılga’da binlerce yıldır insanların kutsal saydığı bir mağara, hemen yanında ise Bizans ve Osmanlı dönemlerinde iskan edilmiş büyükçe bir köy yer alıyor. Zeytineli, Yalı mevkiinde bulunan küçük Roma Dönemi çiftliği ise denizin kıyısında hem balıkçılık hem de tarım yapanların izlerini bugüne taşır. Çakmaka Koyu’nda tepede bulunan gözetleme kulesinin kalıntıları denizden yarımadaya gelenleri çok uzaktan görmek için inşa edilmiştir. Davacık’ta büyükçe bir köyün Roma Dönemi sakinlerinin evleri ve zeytinyağı ürettikleri değirmenleri ve presleri yerli yerinde. Sarpdere’den çıkıp Karanlıkkoy’a vardığınızda ise Hellenistik bir çiftliğin kulesi ve ambarları çok yaşlı ağaçların ortasında sizi karşılar. Zeytineli ve Alaçatı yarımadanın kültürel ve çevresel değerlerinin halen daha çok iyi durumda korunduğu bir alan.

URLA VE ÇEŞME’NİN MEGA VE “YENİ” PROJELERE İHTİYACI YOK

Son olarak neler eklemek istersiniz?

İklim krizlerinin, çevre felaketlerinin, kitlesel göçlerin yaşandığı “Antroposen” olarak adlandırdığımız bu çağda kırsaldaki kültürel mirasın korunması, kadim bilgilerin yaygınlaşması ve paylaşılması, çevreyle uyumlu ekolojik yapılaşmanın bu bilgiler ışığında benimsenmesi, doğal kaynakların korunması için hepimiz sorumluluk üstlenmeliyiz.

Urla ve Çeşme’nin kendi kimliğiyle, kendi değerlerini koruyarak ve güçlendirerek doğru bir turizm anlayışı ile gelişme kapasitesi bu denli güçlüyken mega ve “yeni” projelere ihtiyacı yoktur. Bir İzmirli ve yarımadalı olarak yaşadığımız yere derin bir tarih ve kültür bilinci ile sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyorum. Büyüdüğüm, kendimi bildiğim, çocukluğumdan bu yana denizlerinde yüzüp devedikenlerine takıldığım, köyünü, ovasını, tepesini, vadisini adımladığım, insanını tanıdığım, derdine ortak olduğum, huyunu suyunu, geçmişini aklıma kazıdığım, yarımadanın derdini dert ediniyorum bugünlerde ve kendine yakışan bir turizm anlayışıyla gelişmesini diliyorum.