Yerlikaya: Sağlık çalışanları kışkırtılmış şiddetle karşı karşıya

TTB Merkez Komitesi Üyesi Doktor Halis Yerlikaya, korona virüsü nedeniyle iptal edilen Beyaz Miting eyleminin gerekçelerini ve hastalığa karşı yapılması gerekenleri açıkladı. Yerlikaya, “TTB olarak uzun zamandır Sağlık Bakanlığı’ndan randevu alıp başta şiddet olmak üzere sağlık alanında yaşanan sorunları, hekimlerin-sağlık çalışanlarının taleplerini iletmek için çabalıyoruz. Ancak randevu verilmiyor” dedi.

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Doktor Halis Yerlikaya ile TTB öncülüğünde Ankara’da yapılacak Beyaz Miting eylemini, yanı sıra sağlık personelinin sıkıntılarını ve başta Diyarbakır olmak üzere bölge hastanelerinin durumunu konuşacaktık. Ancak miting, korona virüsü nedeniyle iptal edildi. Miting iptal edilmiş olsa da sağlık alanında çalışanların sorunları devam ettiği için söyleşiyi iptal etmedik. Çünkü mitingi iptal ettiren korona virüsünün sağlık çalışanlarının sorunlarına yenilerini eklemiş olması da muhtemel.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan ve Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı olarak görev yapan Doktor Halis Yerlikaya, halen TTB Merkez Komitesi üyesi. Yerlikaya, ayrıca Toplum ve Hekim Dergisi Yayın Kurulu Üyesi. Yerlikaya, Beyaz Miting'in gerekçelerinden bölge hastanelerinin durumuna, sağlıkta şiddet olaylarının artışından korona virüsünden korunma yollarına kadar sorularımızı cevapladı.

“Beyaz Mitingi” konuşacaktık ancak korona virüsü nedeniyle iptal edildi. Miting, sağlık çalışanlarının seslerini duyurabilmek için zorunlu bir eylem mi olmuştu?

Biz hekimler, sağlık çalışanları bulabildiğimiz her mecrada olabildiğince sesimizi duyurmaya, taleplerimizi dile getirmeye çalışıyoruz. Basın açıklamaları, sosyal medya, söyleşi-panel vb. her mecrayı kullanıyoruz. TTB olarak uzun zamandır Sağlık Bakanlığı’ndan randevu alıp başta şiddet olmak üzere sağlık alanında yaşanan sorunları, hekimlerin-sağlık çalışanlarının taleplerini iletmek için çabalıyoruz. Ancak ne yazık ki bizlere uzun zamandır randevu verilmiyor.

Bugün mevcut iktidarın neden olduğu ekonomik, sosyal ve siyasal bir kriz ile de karşı karşıyayız. Krizin bedeli de biz emekçilere ödetilmeye çalışılmaktadır. Eğer korona virüsü salgınına odaklanmak üzere iptal ettiğimiz 15 Mart Büyük Beyaz Mitingi'ni gerçekleştirebilseydik Ankara Tandoğan Meydanı’nı beyaza boyayacak, ‘Emeğimizin karşılığını aldığımız şiddetsiz bir sağlık ortamında hekimlik yapmak istiyoruz’ temel talebimizi haykıracaktık. Mitingleri taleplerimizi görünür kılmanın bir aracı olarak görüyoruz.

Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Şerif Demir, Beyaz Miting'e katılım çağrısı yaparken şöyle bir cümle kullandı: “Kışkırtılmış sağlık talebinin yarattığı kışkırtılmış şiddetin kurbanı olmaktan bıktık usandık.” Ne demek “kışkırtılmış sağlık talebi” ve “kışkırtılmış şiddet”?

Kışkırtılmış sağlık talebi medyanın, akademik kapitalizmin, siyasal iktidarın, hastanelerin, sağlık piyasanın var olmayan, gerçekte önemsenmeyecek sorunlar üzerinden vatandaşların hastane kullanımını, gereksiz görüntüleme tetkik ve muayene sayısının artması şeklinde tanımlayabiliriz. Hasta ve yakınlarının taleplerinin karşılanmadığı, beklentileri dışında bir tablo ortaya çıktığı, idari ya da sisteme dair bir tıkanıklıkla karşılaştıkları ya da tıbbın gerektirdiği her şey yapıldığı halde beklenebilecek olumsuz bir tıbbi durumun ortaya çıktığı ilk anda, sağlık hizmetini sunanlara karşı öldürmelere varan şiddet girişimleri de “kışkırtılmış şiddet”dir.

‘SAĞLIK ALANINDAKİ ŞİDDET YAPISALDIR’

TTB’nin talebiyle 6 yıl önce Sağlıkta Şiddet Yasası çıkması için Meclis İnceleme Komisyonu kuruldu. Hazırlanan şiddet raporu bu komisyona sunulurken, aradan geçen 6 yılda sağlık alanında süren şiddete dair bir gelişme yaşanmadı. Neden?

Sağlık alanında yaşanan şiddet yapısaldır. Azalmak yerine ölümlere varacak raddede artmaktadır. Sağlık hizmetlerindeki aksamalar sağlık çalışanlarının üstüne yıkıldığı için bu artış katlanarak devam ediyor. Sağlıkta şiddet ülkedeki genel politik ve toplumsal atmosferden, yoksulluk, işsizlik gibi ekonomik olgulardan bağımsız değildir. Ekonomik, politik ve toplumsal alanda sorunlar derinleştikçe, sağlık alanında da sorunların çığ gibi büyüyeceğini ve sağlıkta şiddetin artacağını herkes görüyor. Bu sorunlar sağlık çalışanları olarak üzerimize bir yandan hak kaybı ve yoksullaşma, diğer yandan da maruz kalınan şiddette artış olarak dönüyor.

Sağlık ortamındaki şiddet münferit olaylar, hoş görülebilir insani tepkiler olmaktan çoktan çıktı. Buradaki karanlık ve ölümcül tablo yetkililer tarafından görülmekte ama bir türlü harekete geçilmemektedir. Mevcut iktidarın yönetme biçimi ve sağlık politikaları değişmeden sağlıkta şiddetin salt güvenlikçi politikalarla, yasal düzenlemelerle çözülmeyeceğini de bilmekle birlikte, TTB hazırladığı ve diğer emek-meslek örgütlerinin desteklediği TBMM’ye ve siyasi partilere iletilen “Sağlıkta Şiddeti Önleme Yasa Tasarısı” mevcut iktidar tarafından görmezden gelinmektedir

Sağlık emekçilerinin şiddete uğradığında bildirimde bulunulan Beyaz Kod verileri sağlık alanında yaşanan şiddetin boyutlarını gözler önüne seriyor. Beyaz Kod verilerine göre 2016 yılında günde 31 sağlık emekçisinin sözlü ve fiziksel şiddete uğrarken, 2018 yılında bu rakamın günde 43 sağlık emekçisine, 2019 yılında ise günde 51 sağlık emekçisine yükselmiş, bu verilere göre son 3 yılda sağlıkta şiddet yüzde 61 oranında artmış durumda.

‘HASTANELER İŞLETMEYE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ’

TTB’nin 2003 yılında uygulamaya konulan “Sağlıkta Dönüşüm Programı”na (SDP) neden itiraz ediyor?

2003 yılından itibaren uygulamaya konulan sağlıkta dönüşüm programı ile birlikte hastaneler birer işletmeye, sağlık alınıp-satılan bir meta ve hastaları da müşteri olarak gören bir anlayış ile yaşama geçirildiği için TTB buna itiraz etmekte ve politikalarla mücadele etmektedir. Aslında SDP Türkiye’de sağlık sektörünü de diğer kamusal alanlarla birlikte sermayeye peşkeş çekebilmek için düzenleme faaliyetleri 80’li yılların sonunda başlatılan çalışmalarla kararlaştırılan ancak mevcut iktidarın eli ile yaşama geçirilen bir program. Bu programla birlikte sağlık alanındaki sorunların çözümü bir yana katmerleşmiştir. Sorunların çözümü için herkese parasız, nitelikli, kamusal, bölge ve nüfus temelinde örgütlenmiş, ekip tarafından sunulan, harcamaların genel bütçeden yapıldığı bir sağlık sistemini talep ettiğimiz için mevcut programa itiraz ediyoruz.

Öğretmen gibi doktorların da saygın bir yeri vardı toplumda. Biri geleceğe hazırlıyordu çocukları, diğeri hayat kurtarıyordu ve bu mesleklere bir kutsiyet atfediliyordu. Hâlâ öyle midir, değilse neden?

Ne yazık ki bu artık geçerli değil. Bunun tarihsel, sosyolojik arka planını konunun uzmanı ilgililer daha ayrıntılı değerlendirebilirler ama bunun temel nedeninin siyasal iktidarın hekimler için “bunlar iğne yapmayı bile bilmez”, “doktor efendi, sen önce çek elini hastanın cebinden” tarzından söylemlerle aşağılaması, ötekileştirici ve kutuplaştırıcı dili, toplumun gözünde hedef haline getirilmesinin etkili faktörler olduğunu düşünüyorum. Mevcut iktidarın yönetme biçimi ve sağlık politikaları da diğer nedenler olarak sayılabilir.

ŞİDDETE KARŞI 5 MADDE

Şiddetin önüne geçmek için 5 önlemin alınmasını talep ediyorsunuz. Bu 5 talep sorunları giderir mi sizce?

Sağlıkta şiddeti önleme yasa tasarısı hızla yasalaştırılması, sağlıkta şiddet ‘iş kazası’ olarak kabul edilmesi, muayene randevuları hastalara yeterli süre ayrılacak şekilde düzenlenmesi, acil servislerde sadece acil hastalara hizmet verilmesi, 1. Basamak sağlık hizmetleri güçlendirilmesi, sevk zinciri uygulamasına geçilmesini içeren acil taleplerimizin karşılanması durumunda sağlık alanında yaşanan şiddetin azalacağını düşünüyoruz. Sağlıkta yaşanan şiddetin toplumsal şiddetten, yaşanan ekonomik krizden, ülkede yaygınlaşan kutuplaştırıcı-çatışmacı dilden, sağlık alanında yaşanan sorunların-aksaklıkların sorumlusu olarak sağlık çalışanlarının sorumlu tutulmasından bağımsız olmadığını biliyoruz.

Nitelikli sağlık hizmeti, nitelikli tıp eğitimi ve bilimsel çalışmalar için; iş güvencesini, insancıl bir ücretlendirme yöntemini, tek işte çalışarak insanca yaşamaya yetecek ve emekliliğe yansıyan bir ücreti, mesleki gelişimi özendirici ve destekleyici bir izin ve değerlendirme sistemini, makul çalışma saatlerini içeren bir çalışma düzenini, sosyal ve ekonomik hakları demokratik bir biçimde güvence altına alacak toplu sözleşme ve grev hakkını içeren sendikal hakları, her türlü şiddetten arınmış, sağlıklı ve güvenli çalışma koşullarını, hastalarla güvene dayanan insani ilişki ortamını tesis eden, hekimleri cezalandırmayı değil tıbbi hataları önlemeyi ve hastaların zararlarını derhal karşılamayı amaç edinen kamusal bir zarar karşılama kurumunu içeren bir çalışma modelini öneriyoruz. Sorunlarımızın ancak böyle bir çalışma sisteminde tamamen çözüleceğine inanıyoruz.

HER HASTAYA 5 DAKİKA

Maalesef bir süredir ben de bir hasta yakınıyım ve bu nedenle son aylarda epey hastane dolaşmak zorunda kaldım. Devlet hastaneleriyle ilgili şöyle bir izlenim edindim: Hasta ve hasta yakınlarına hastalıkla ve hastalığın tedavi süreciyle ilgili bilgiler çok hızlı, çok mesafeli bir dille aktarılıyor. Bana sorarsanız hem hasta hem de hasta yakını için bu dil hiç iyileştirici değil. Birçok hasta ve hasta yakını, daha yakın ilgi gördükleri için, ekonomik imkanlarını zorlayarak da olsa özel hastaneleri tercih ediyor. Yanılıyor muyum?

Haklısınız, ama buna yol açan temel neden hekimlerin ya da sağlık çalışanlarının bireysel tavır ve tutumlarındaki eksiklik ya da yanlış tutumları değil, mevcut sağlık sistemidir. 2002 yılından itibaren hastaneleri birer işletme, sağlığı ise alınıp-satılan bir meta, hastaları da müşteri olarak gören Sağlıkta Dönüşüm Programı yürürlükte. Yürütülen bu programın bir sonucu olarak kârlılığı artırmak amaçlı kısa sürede çok sayıda hasta bakmak, gereksiz tetkik istemek olağanlaştı. Öyle ki 1. basamaktan üniversite hastanelerine kadar bugün için sağlık alanında yapılan tüm uygulamalarda işin niteliğinden ziyade niceliğe önem verilmekte ‘müşteri memnuniyeti’ eksenli yaklaşımın benimsenmesi dayatılmaktadır. Bu sistemde beklentileri yükselen ancak nitelikli bir sağlık hizmetine de ulaşamayan hastalar, tek sorumlu olarak sağlık çalışanlarını görmektedir.

Devlet hastanelerinde emekliliğe yansımayan, güvencesiz performans ödeme sistemi mevcut. Hekimlere deniliyor ki ‘ne kadar çok hasta bakarsanız, o kadar çok ödeme alacaksınız’. Bahsettiğiniz soruna neden olan en önemli İkinci neden kışkırtılmış sağlık talebi. Yurttaşlarımız 2002 yılında yılda 3 kez doktora giderken bugün bu sayı yılda 9’a çıkmış durumda. Bu yoğunluk doktorun hastaya ayırması gereken süreyi azaltıyor. Bugün doktora hastasıyla ilgilenmesi için tanınan süre 3 ila 5 dakika arasında değişiyor. MHRS sisteminde her 5 dakikada bir vatandaşa randevu veriliyor. 5 dakikada hekimlik yapılamaz. Bu durum hastayla hekim iletişimini bozuyor. Doktor kapısına yığılmış yüzlerce hastanın baskısı altında bunalıyor. Bu durum da sizin dediğiniz gibi hiç de iyileştirici olmayan hasta ve hasta yakınlarına hastalık ve hastalığın tedavi süreciyle ilgili çok hızlı davranmasını zorunlu kılıyor. Yine de sistemin tüm eksikliklerine rağmen hekim ve sağlık çalışanlarının özverili bir şekilde hizmet üretmeye çalıştıklarını düşünüyorum.

'DİYARBAKIR’DAKİ HASTANELER DE SORUNLU'

Çevre illerden de birçok hastanın Diyarbakır’daki hastaneleri tercih ettiğini biliyoruz. Peki ama Diyarbakır’daki hastaneler hem personel hem de teknik donanım olarak hasta ihtiyaçlarını karşılayabiliyor mu? Bölgedeki diğer hastanelerde durum nedir? Personelin sıkıntıları nelerdir? teknik ekipmanın yeterli olduğunu söylemek mümkün mü?

Aslında bu soruya cevap vermeden önce sağlıktan ne anlamamız gerektiğini ya da mevcut sağlık algımızın ne olduğunu konuşmamız gerekir. Sağlığı sadece hastaneye gidip muayene olmak, tetkik yaptırmak, görüntüleme işlemlerine girmek, ilaç almak ya da ameliyat olmak yani sağlık hizmetini tüketmek şeklinde tanımlamamamız gerekir. Sağlığı bireysel bir durum değil, toplumsal yaşantının bir sonucu olarak ele almalıyız. Sağlığın ancak bireyin kendini gerçekleştireceği güvenli ve güvenceli bir iş, insanca yaşamını sürdürebileceği bir gelir, iyi bir eğitim, sosyal güvence, kışın soğuktan yazın sıcaktan koruyacak barınma olanağı, dengeli beslenme, iyi bir fiziksel çevre, savaşın olmadığı barışçıl bir ortam vb. sağlığın sosyal belirleyicileri olarak ifade edilen olmazsa olmaz koşullarda mümkün olduğunu biliyoruz.

Dolayısıyla hastane, personel sayısı ve teknik donanım tartışmasına girmeden önce sağlıksızlığa yol açan etmenlerle mücadele etmek yani koruyucu sağlık hizmetlerini öncelikli olarak önemsemek gerekir. Sağlığın korunmasına yönelik tüm çabalara rağmen, hasta olunduğunda sağlık hizmetlerinin herkese eşit, gereksinimi olanı önceleyen, coğrafyanın engel olmadığı, anadilinde anlaşılabilir ve derdini anlatabilir olduğu, herkes için her açıdan ulaşılabilir, nitelikli ve parasız olarak sunulması gerekir. Biz yıllardır bunu savunuyoruz. Bunun için mücadele ediyoruz.

Diyarbakır bölge açısından referans hastanelerinin bulunduğu bir merkez. Hem Eğitim Araştırma Hastanesi hem de Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi bölge açısından referans hastaneler. Önceki yıllarda bölgemizden çok sayıda hasta Ankara ya da İstanbul’a sevk edilirken bu durumun zaman içerisinde azaldığını gözlemliyoruz. Ancak çok ciddi sıkıntılarla da karşı karşıyayız. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile birlikte üniversite hastanelerinde performansa dayalı döner sermaye ödeme sistemine geçilmesi ve ülkede yaşanan ekonomik kriz ile birlikte tüm üniversite hastaneleri finansal kriz içine girdi. Diğer sağlık kuruluşlarında, bölgenin diğer hastanelerinde tanı, tedavi ve izlemi yapılamayan zor ve karmaşık hastalara tedavi hizmetini sunan, zor ameliyatların yapıldığı, çoğu hasta için son başvuru noktası olması gereken üniversite hastaneleri, giderek artan borç yükü altında çöküşe doğru sürüklenmektedir. Dicle Üniversitesi hastanelerinde de bu krizden fazlasıyla nasibini aldı. Bu çöküşün nedenlerine baktığımızda ilk dikkati çeken nokta, üniversite hastanelerinin sağlık harcamalarının büyük bir oranının döner sermaye kaynaklarından gerçekleşmesidir. Bunun bir sonucu olarak Dicle Üniversitesi Hastanesi'nde çalışan asistan hekimlere aylarca nöbet ve döner sermaye ödenemedi. Bu hastanede ameliyathanede kullanılan eldivenin dahi bulunmadığı zamanlar oldu. Medikal malzemeler bulunamadı. Onkoloji hastalarına uygulanan kemoterapi ilaçları bulunmuyor. Dolayısıyla finansal krizin neden olduğu birçok sorun ile karşı karşıya. Bu durum vatandaşların nitelikli sağlık hizmetlerine erişimine engel oluyor.

Ayrıca tüm bölgede OHAL sürecinde haksız hukuksuz bir şekilde KHK’lar marifetiyle çok sayıda sağlıkçı ihraç edildi. Birçok yeni mezun hekim ve sağlık çalışanı güvenlik soruşturması gerekçesi ile ataması yapılmadı. Tüm bunların da neden olduğu bir personel sıkıntısı yaşanıyor.

Ama biz ne kadar hastane açarsak açalım, ne kadar hekim ve sağlık personeli olursa olsun mevcut iktidarın sağlık anlayışıyla bu sağlık sisteminde nitelikli bir sağlık hizmetinin sunulamayacağını düşünüyoruz. İnsanı odağına alan, koruyucu sağlık hizmetini önceleyen, parasız, nicelikten çok niteliği önceleyen, basamaklandırılmış bir sağlık sistemi hayata geçirilmeden teknik ekipman ve personel sorunu çözülemez.

KORONA VİRÜSÜ VE ÖNLEMLER

Biz söyleşiye hazırlanırken Sağlık Bakanı Türkiye’de bir korona virüsü vakasının tespit edildiğini açıkladı. Ancak hastanın hangi ilde olduğunu etik gerekçeyle belirtmedi. Bu doğru bir yöntem mi sizce?

Hem şehrin hem de kişinin damgalanma riski nedeniyle hastanın hangi ilde olduğunun açıklanmaması etik açıdan gerekçelendirilebilir. Ancak emek-meslek örgütlerinin vurguladığı gibi salgın gibi olağan dışı durumlarda tüm süreçler sağlığın diğer bileşenleri ile birlikte şeffaf bir şekilde yürütülmelidir.

Korona virüsü hakkında medyada birçok bilgi paylaşıldı. Bu bilgiler virüsten korunmak için yeterli mi? Görünen o ki hem devletin hem de yurttaşların bazı önlemler alması gerekiyor. Nedir bu önlemler?

Sağlığın her alanında olduğu gibi salgınlar sırasında da bilimsel verilere dayalı olarak hareket etmek ve buna göre tutum almak kritik önemdedir. Çin’de ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan, ülkemizde de olduğu kanıtlanmış korona virüsü vakasının görülmesi ile birlikte şeffaf bir şekilde davranmak, halkı hızlı, doğru ve tam olarak bilgilendirmek çok önemlidir. Korona virüsü ile ilgili büyük bir panik havası yaratmak da bulaşma riskini önemsiz göstermek de doğru değildir. Tıbbın-bilimin gerektirdiği ve önerdiği şeyleri yaşama geçirmek başta yetkililer olmak üzere herkesin, hepimizin sorumluluğundadır.

Korona virüsü hastalığı, hasta kişilerin öksürmesi, aksırması ve hapşırması sonrası saçılan damlacıklar yoluyla sağlam kişilere bulaşmaktadır. Bu damlacıkların etrafa saçılması önlemeye çalışılmalıdır.

Solunum yolu enfeksiyonlarının bulaşma riskini azaltmak için yapılan öneriler yeni korona virüsü hastalığı için de geçerlidir. Genel bir önlem olarak kalabalık ortamlara girilmemeli, öksüren, aksıran kişilerden uzak durulmalıdır. Hasta insanlarla temastan kaçınılmalı, mümkün ise en az 1 metre uzakta bulunulmalıdır. Özellikle yabancı ülkelere seyahat öyküsü bulunan, ateş yüksekliği, grip benzeri şikayetleri bulunan hasta insanlarla veya çevreleriyle doğrudan temas ettikten sonra eller sık sık yıkanmalıdır.

Eller, hastalığın bulaşmasında çok önemlidir ve bulaşımı azaltmanın yolu ellerin su ve sabun ile yıkanmasıdır. Eller yıkanmadan ağız, burun ve gözlerle temas edilmemelidir. Eller, en az 20 saniye boyunca sabun ve suyla yıkanmalı, sonrasında kurulanmalıdır. Günlük yaşam içerisinde kullandığımız normal sabun yeterlidir, antiseptik veya antibakteriyel içeren sabun kullanmaya gerek yoktur, sabun ve suyun olmadığı durumlarda alkol bazlı el antiseptiği veya kolonya kullanılmalıdır. Elde görünür bir kirlenme olmadığı sürece el antiseptikleri, el yıkama kadar etkilidir. Ancak elde görünür bir kirlenme olduğunda mutlaka yıkanması gerekir.

Eldiven, sadece sağlık çalışanları tarafından hastanın bakımı ve muayenesi sırasında kullanılır. Sağlık çalışanları dışındaki kişiler eldiven kullanmamalıdır. Bunun en önemli nedeni, eldivenlerin uygun şekilde kullanılmadığı durumda hastalığın daha çok yayılmasına neden olmasıdır.

Sağlıklı kişilerin maske kullanmasına gerek yoktur. Herhangi bir viral solunum yolu enfeksiyonu geçirmekte olan kişinin öksürme veya hapşırma sırasında burun ve ağzını tek kullanımlık kağıt mendil ile örtmesi, kağıt mendilin bulunmadığı durumlarda ise dirsek içini kullanması gereklidir. Hasta kişilerin mümkünse kalabalık yerlere girmemesi, eğer girmek zorunda kalınıyorsa tıbbi maske kullanması önerilmektedir. Maske çıkarıldığında hemen çöpe atılmalı ve eller yıkanmalı veya antiseptikle temizlenmelidir. Normalde hasta olmayan kişilerin maske kullanmasına gerek yoktur. Sadece korona virüsü hastalığını geçirenlerle temas eden sağlık çalışanları, hasta ile aynı evde yaşayanlar maske takması gerekmektedir. Özel maskeler sağlık çalışanları tarafından sadece (hastanın solunum cihazına bağlanması gerektiğinde vb. özel koşullarda kullanılmalıdır.

Hiçbir enfeksiyon hastalığının herhangi bir besinle önlenebilmesi, engellenebilmesi ve tedavi edilmesi mümkün değildir. İmmun sistemin sağlam tutulması açısından sağlıklı beslenilmeli, yeterli sürede uyulmalı ve temizlik kurallarına dikkat edilmelidir.

Panik yapmadan kişisel önlemler alınmalı, Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu, Türk Tabipleri Birliği tarafından kurulan ‘TTB Yeni Korona virüsü Hastalığı İzleme Grubu’nun önerilerini yakından izlemeli; doğrulanmamış haber kaynaklarına itibar edilmelidir.

Gelinen noktada daha yaygın bir salgın için başta sağlık bakanlığı olmak üzere hazırlıklı olunmalıdır. Modern tıbbın, aklın ve bilimin rehberliğinde hazırlıklar yapılmalı, toplum hızlı ve yeterli biçimde bilgilendirilmelidir. Unutulmamalıdır ki salgın gibi olağan dışı durumlarla mücadele “olağan” sağlık sistemimizin özellikleriyle yakından ilişkilidir. Bu nedenle sağlık çalışanlarında güven duygusunun korunması ve toplumda panik ortamının oluşturulmaması önceliklidir. Şeffaf bir sürecin işletilerek toplumun güvenini zedelemeyecek bir süreç yönetimine ihtiyaç vardır.

TTB’nin çağrı yaptığı gibi tanı test olanaklarının yaygınlaştırılması için hazırlık yapılması sağlık personeline eğitim verilmesi ve gerekli ekipmanların tüm yurtta dağıtımının sağlanması gerekir.