'Korona kapitalizmin pisliğidir abê'
Korona virüsü bütün dünyada olduğu gibi Diyarbakır’da da birinci gündem maddesi. Marketlerden gerekli gıda ve temizlik ürünleri tedarik edilse de büyük bir panik göze çarpmıyor Diyarbakır’da. Korona virüsü ile ilgili yorumlar ve esprileri ise elbette siyaset soslu…
DİYARBAKIR - Korona virüsünün bir hal çaresi bulunacaktır elbette. Önemli olan bu süreci en az hasarla atlatabilmek. Naçizane, paniğe kapılmadan korona virüsüne karşı önlem almak gerektiğini söyleyenlerin safında yer alıyorum. Korunma önerilerini dikkate alıyor ve harfiyen olmasa da uymaya çalışıyorum. Kokusundan pek hazzetmediğim bir kolonya şişesi bile bulunuyor evde.
Dikkate alsam da neden harfiyen uyamıyorum önerilere? Birkaç gün önce Mardin’de bir yakınımın taziyesine gittim mesela ve birkaç saat içinde sayısız kişiyle tokalaşıp öpüştüm. Her defasında aklımda korona virüsü vardı ama sosyal mesafeyi sağlamak hem benim için hem de muhataplarım için kolay olmadı. Taziyeye binlerce kişinin geldiğini, dip dibe oturduklarını, birlikte yemek yediklerini de belirtmeliyim.
Ardından HDP taziyeler ve düğünler için çalışma yürüteceğini duyurdu. Bu önemli bir karardı. Çünkü, bilen bilir, bölgede taziyeler de düğünler de çok kalabalık olur. Birçok insan şehir dışından gelip katılır taziyeye, düğüne. Umarım HDP usulünce salgın hakkında bilgi verir ve ikna eder.
Bu yazıyı yazdığım sırada İçişleri Bakanlığı korona virüsü tedbirleri kapsamında pavyon, diskotek, bar, gece kulüplerinin faaliyetlerini geçici olarak durdurduğunu duyurdu. İYİ Partili milletvekilleri ise sokağa çıkma yasağı ilan edilmesini talep etti. Bu tedbirler iyi güzel ama mesela yaklaşık 2 milyon nüfusu olan Diyarbakır’da sadece bir hastanede, Gazi Yaşargil Eğitim Araştırma Hastanesi’nde korona virüsü testinin yapılıyor olması yeterli mi? İnsanlar hapishanelerdeki yakınları için endişeleniyor haklı olarak. Ama Adalet Bakanı, 500 civarında ağır hastanın da bulunduğu cezaevlerindeki tedbirlerle ilgili insanların yüreğine su serpecek bir açıklama yapamadı henüz.
Bu konulara dalarsam çıkamam işin içinden. Hatırlatmakla yetinip Diyarbakır’da bir pazar gününü anlatmaya çalışayım. Zaten bu yazının niyeti de yaşadığım şehirde insanların korona virüsüyle imtihanını.
AH, KOLONYA KOKUSU!
Dışarıda hava parçalı bulutlu. Kendisini bulutların arasından gösteren güneş insanı dışarı davet ediyor. O vakit Diyarbakır’da korona virüsüne karşı insanlar nasıl önlemler alıyor diye bakmak iyi bir gün.
Dışarıda, sanki birden fark ettim, yanımdan geçen çok kişi kolonya kokuyordu. Önce bir rahatsızlık hissettim, bu kadar çok kolonya kokusuna maruz kaldığım için. Sonra korona virüsüne karşı insanların kolonya almak için marketlere hücum ettiğini, kolonya fiyatlarının birkaç katına çıktığını hatırladım.
Esasında Diyarbakır’da kolonya epey yaygın kullanılıyor. Her evde zaten bulunuyor misafire ikram için. Mesela Diyarbakır’daki her lokantada ve birçok kafede, hesabı ödeyip çıkmaya hazırlandığınızda garsonlardan biri hemen kolonya uzatır. Şimdi sağlık söz konusu olduğuna göre herkesin kolonya kokması gayet normal ve sevindirici olmalı. Kolonya kokusundan rahatsız olmak ise biraz lümpenlik oluyor haliyle.
SANAT SOKAĞI SAKİN, SURİÇİ KALABALIKTI
Ofis semti yürüyüş güzergâhımın üzerindeydi. Sanat Sokağı günlerden pazar olmasına ve hava güneşli olmasına rağmen her zamanki kadar kalabalık değildi. Ama yine de bazı kafeler yükünü almış görünüyordu. Dağkapı’ya ulaşıncaya kadar Diyarbakır’da insanların evlerine kapanmadığına kanaat getirmiştim artık. Şeyh Said Meydanı’ndaki iki çay ocağı da doluydu. Mekanların kapalı olmaması bir teselliydi.
Gazi Caddesi de Suriçi’ndeki kafeler de kalabalıktı. Fırsat buldukça gittiğim kafenin avludaki masaları tamamen doluydu mesela. Öyle anlaşılıyordu ki henüz kimse kimseye “Bu korona virüslü olabilir mi?” diye bakmıyordu şehirde. Madem salgın tehlikesi var, pazar günü evde zaman geçireyim diye de düşünmemişti kimse.
KORONA VİRÜSÜNE KARŞI ATOM
Kör Yusuf’un dükkanı nedense kapalıydı. Şehrin en eski ve ünlü aktarıdır Kör Yusuf. Dükkanı her zaman kalabalıktır. Açık olsa korona virüsüne iyi gelen bir bitki ve bu bitkiye rağbet var mı diye soracaktım. Öyle ya, virüsün aşısı yok ve insanlar korunmak için akla hayale gelmeyen korunma yöntemlerine başvuruyorlar. İlk durakları da aktarlar oluyor genellikle.
Kör Yusuf kapalıydı ama yan taraftaki aktar-çerezci açıktı. Esnaf yaptığı işi biliyordu. “Biz ilaç satmıyoruz ama bağışıklık sistemine destek olan bitkiler satıyoruz” dedi. “Atom” adını verdiği bir paket gösterdi, “Bunu biz hazırlıyoruz” diyerek. Paketin içindeki bitkilerin adlarını saydı ama o kadar çok bitkiyi bir poşete sığdırmıştı ki hepsinin adını aklımda tutmam mümkün değildi.
Fırsatçı değildi esnaf. Bunu ilaç değil, ciğerlerin bağışıklık sistemini güçlendiren bitkiler sattıklarını ısrarla vurgulamasından anlamak mümkündü.
MİNİBÜSLER DEZENFEKTE EDİLİYOR
Evden Suriçi’ne kadar yürümek mesele değil benim için. Defalarca kat ettiğim yol. Ama şimdi buradan Diclekent’e gitmeliydim ve bunun için bir toplu taşıma aracına binmem gerekecekti. Balık istifi bir minibüs korona virüsü ve bilumum virüslerle yolculuk etmek gibi bir şey olmalıydı.
Minibüs doluysa şoförlerin keyfi yerindedir. Ama elbette bu keyif normal zamanlara aittir. Salgın tehlikesi mevcutken yüzlerce insandan para alıp para üstü vermek keyifli olmasa gerek. Hele korunmanın yollarından biri tokalaşmamak, temas etmemek olarak tarif edilmişken.
Minibüs durağındaki değnekçiye, “Korona virüsüne karşı nasıl korunuyorsunuz?” diye sordum. “Arabayı dezenfekte ederek” cevabını verdi. Meğer belediye mesai bitiminde bütün minibüsleri ve otobüsleri dezenfekte ediyormuş. Bu önlem yeterli mi peki? “Hiç yeterli olur mu?” diye soruyla karşılık veriyor. “Ama ekmek parası, hepimiz çalışmak zorundayız” diyor.
KORONA ÜZERİNDEN 'İDEOLOJİK' MESAJLAR
Bazı şoförler önlem olarak eldiven kullanıyor. Ama hepsi değil. Eldiven kullanmayan şoförlerden biri, “Ölürsek Allah’ın emridir” deyince aklıma, cuma namazında hutbe veren İl Müftü Yardımcısı Nihat Koç’un söyledikleri geldi. Koç, korona virüsünü "Allah’tan bir nimet olarak gördüğünü" söylemiş ve “O küçücük, gözle görünmeyen virüs, birçok insanın peşinden koştuğu görüşü, ideolojiyi, düşünceyi yerle bir etti” diyerek ideolojik mesajını vermişti.
Değnekçi, “Bu koronalar moronalar hep kapitalizmin pisliğidir abê. Olan yine bizim gibi garibana olacak, küçük esnafa olacak” dedi. Virüsün zengin fakir gözetmediğini söyleyecek oldum, dinlemedi, “Sarayda yaşayanlara bir şey olmaz, on tane virüs de gelse aç kalmazlar. Ama biz iki gün çalışmasak aç kalacağız” dedi.
Nihayet eldivenli bir şoför durağa geldi. Çok oyalanmadı, kirli eldivenlerini çöpe attı, arabaya binip yenilerini geçirdi ellerine. “Bizi bir eldiven kurtarmaz ama sağlık önemlidir abê” dedi ve diğer arkadaşlarına da eldiven kullanmayı önerdiğini söyledi.
Eldiven kullanmayan şoförlerden biri ise kestirip attı sohbeti: “11 yıldır direksiyon başında para alıp veriyorum. Bugüne kadar bir şey olmadı. Bundan sonra olursa ben ne yapayım.”
Sonunda neredeyse boş bir minibüsle Diclekent’e gittim. Şoför düşünceliydi, “15 gün böyle devam ederse kontağı kapatır, evimizde otururuz” dedi.
EMEKÇİLERİ DÜŞÜNEN VAR MI?
Diclekent’te bir restoranda yemek yedim. Garson restoranın iki gündür dezenfekte edildiğini söyledi. Buna rağmen müşteri sayısında bir azalma olmuş. “İnsanlar korkuyor, dışarı çıkmak istemiyor. Bizim korkumuz burayı tamamen kapatmaları. Restoranı kapatırlarsa biz ne yapacağız?”
Sahiden, virüsün hızla yayılmasının önüne kesmek için her yer kapatılsın istiyoruz ama buraların emekçileri ne olacak? Diskolar, barlar kapatılıyor ikinci bir emre kadar. Ardından kafeler ve restoranlar için de benzer bir karar alınabilir. İşletmeciler, bu işletmelerde çoğu sigortasız düşük ücretle çalışan insanların hali nice olacak?
Koronalı espriler iyi hoş, güldük eğlendik. Ama vaka sayısı 18’e çıkmışken ve bazı tedbirler alınmaya başlamışken, umalım ki devlet katındakiler bir günde işsiz kalacak insanlar için bir hal çaresi düşünüyorlardır.