İbrahim Kaboğlu: Derin devletin nerede başladığı belirsizleşiyor
CHP İstanbul Milletvekili İbrahim Kaboğlu, "İnfaz yasası derin devletle bağlantılı kişilerin çıkartılması maksadıyla yapılmış bir düzenleme olabilir mi?" sorusunu şöyle yanıtlıyor: "Benim ‘Monokratik İttifak’ dediğim, kendilerinin ‘Cumhur İttifakı’ adını verdikleri ittifak kanadında böyle bir eğilim zaten vardı. Esasen bir anayasal rejimden çok fiili yönetim söz konusu. Haliyle derin devletin nerede başladığı belirsizleşiyor."
İSTANBUL - Totaliter, popülist rejimler ve neoliberal politikaları benimsemiş devletler salgına karşı farklı mücadele yöntemleri sürdürseler de ortaklaştıkları nokta otoriter rejimlerini kuvvetlendirmelerine imkân sağlamak oldu. Türkiye özelinde ise halihazırda uzun bir süredir herhangi hak talebinde bulunmak, hâkim ideoloji dışında düşünmek, yazmak, haberleştirmek 'suç' sayılıyor. Gazetecisinden avukatlara ve dahi seçilmişlere kadar cezaevinde olan insanlar bunun kanıtı.
Hukuk, yurttaşlık statüsünde olsanız dahi hesap sorulabilir bir devlet aygıtı değil. Ne derse o. Haliyle karşısındaki çaresizlik o derece büyük oluyor. Kutsal addedilmesi bu yüzden ve yine bu yüzden mahkemelerden, adliye saraylarına mekânın mesajı “tanrısal imajla” tamamlanır.
14 Nisan 2020’de AK Parti ve MHP’nin yaklaşık 90 bin kişinin tahliyesini öngören 70 maddelik infaz kanunu teklifi Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaşmıştı. Virüse karşı mahpusları korumak gayesiyle çıkartıldığı söylenilen infaz yasasıyla adli suçluların büyük bir bölümü, çete liderleri, gaspçılar tahliye edilirken siyasi mahkumlar, seçilmişler, avukatlar, gazeteciler cezaevinde bırakıldı. Kamuoyunun, muhalif partilerin tepkisi ise fayda etmedi. Organize bir çabanın olduğu aşikardı.
ANAYASAYA AYKIRI AF YASASI
CHP İstanbul Milletvekili, Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği Başkanı İbrahim Kaboğlu’yla konuşuyoruz. “Evet, bu musibeti fırsata çevirme eğilimi var” diyor. İnfaz yasasının anayasaya aykırı olduğunu anlatmakla başlıyor. "Sonra sorunuza geleyim" diyor.
“Üç çelişki var. Bu tür bir afta ya da infazda öncelikli olarak yararlanması gereken kesim tutuklular olmalıydı. Çünkü tutuklular, tutuksuz yargılanma hakkının ihlali sonucunda hapishanede tutulan kişilerdir. Tutuklular yerine hükümlülere öncelik verilmiş olması birinci ana çelişkisidir bu infaz yasasının. İkinci çelişki ise böyle bir affın ‘infaz’ adı altında af düzenlemesidir. Afta bütün hukuk sistemlerinin suç saydığı suçlar, eylemler affedilmez. Esasen siyasal suçlar ancak affedilir. Bunun yerine tam tersi yapılmıştır ve adi suçlular affedilmiştir. Üçüncü ise esasen ‘siyasal suçlular’ dediğimiz suçlu kategorisi düşünce suçlularıdır. Siyasal suçlu denen kişi düşüncesi nedeniyle içerde tutulan gazeteciler, avukatlar, öğretim üyeleri, seçilmişledir. Siyasal suçlarla düşünce suçu arasında bir bitişiklik söz konusu. Bunlar benim adlandırmamla 'sanal' suçlular. Son ayrım ise terör suçlarına ilişkin… Bu da torbaya koydu. Oysa bu konuda bir ayrım yapmak gerekiyor. Şiddete bulaşmayan suçlular esas itibariyle siyasal suçlu veya düşünce suçluları kategorisinde yer alır. Bunlar seçilmiş kişilerdir, insan hakları savunucularıdır, sivil toplum örgütü temsilcileridir. İşte bu nedenlerle infaz yasası bir af düzenlemesidir. Çelişkilerle doludur. Eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. Haliyle anayasaya aykırıdır.”
Yaşam hakkı açısından mahpusları ayırt etmek zorluğu açısından ise şunları söylüyor Kaboğlu: “Şöyle bir ayrım yapılır. Çıktığı takdirde ailesine, yakınlarına, topluma zarar verebilecek kişiler içeride tutulur. Onun dışında olanlar yaşam hakkı açısından devletin koruması altında olduğundan bu tertip karşısında eşit düzenlemeden yararlanması gereken kişilerdir.”
Esas sorunuza geleyim diyor Kaboğlu. Soru şu: Bu derece kör göze parmak bir affın gelmesi Türkiye bile olsa fazla değil mi? İnfaz yasası derin devletle bağlantılı kişilerin çıkartılması maksadıyla yapılmış bir düzenleme olabilir mi?
“Tartışmaya değer bir konu. Yaklaşık bir yıl öncesinde MHP zaten ad vererek bu yönde bir hazırlık yapıyordu. Benim ‘Monokratik İttifak’ dediğim, kendilerinin ‘Cumhur İttifakı’ adını verdikleri ittifak kanadında böyle bir eğilim zaten vardı. Beri tarafta Ensar’ından TÜRGEV’ine kadar Menzilcilerden bilmem ne cemaatine kadar yeni bir kanal açma, paralel devlet oluşturma söz konusu. Öbüründe zaten böyle bir irade vardı. Covid-19 salgınıyla her iki tarafın hedeflerine uygun olarak bu düzenlemeyi yaptılar. Bundan böyle ortaya çıkabilecek yeni durumlar, olaylar değindiğiniz derin devlet projesinin ne ölçüde geçerli olduğunu ortaya koyacak. Bir hukukçu olarak şöyle tanımlamak uygun olabilir: Esasen bir anayasal rejimden çok fiili yönetim söz konusu. Haliyle derin devletin nerede başladığı belirsizleşiyor. Hatırlarsınız, üç yıl kadar önce Devlet Bahçeli ‘Başkanlık sistemine geçme arzusu taşıyanlar bir fiili durum yaratmışlardır. Bu fiili durum, bu şekliyle devam ederse Türkiye kaos ortamına sürüklenebilir’ demişti. 6 ay sonra anayasa değiştirildi. Buna bile uyulmama söz konusu. Bu açıklamam somut bir bilgi vermiştir diye düşünüyorum.”
HELİN BÖLEK VE MUSTAFA KOÇAK
Covid -19 salgınında göz göre göre ölüme terk edilen iki isim Helin Bölek ve Mustafa Koçak. İki açlık grevi eylemcisi.
Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın 2015 yılında İstanbul Adliyesi’ndeki odasında öldürülmesi olayında silah temin etmekle suçlanarak müebbet hapis cezasına çarptırılan Mustafa Koçak gizli tanık ifadeleriyle “ağırlaştırılmış müebbet hapis”le cezalandırıldı. Gizli tanıklardan birisi ifadesinin ardından yurt dışına çıkmış, “İfademi işkence altında verdim” demişti.
Mustafa Koçak, adil yargılanma talebiyle başlattığı ölüm orucunun 297. gününde kaldığı İzmir Kırıklar 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde öldü. 29 kiloya düşmüştü. Birkaç gün önce ölen birinden alıntı yapmak şu açıdan rahatsız edici. Derdini anlatmıştı ve evrensel hukuk normları içinde talebi sıradandı. Yanıt olunamadı.
“Adım Mustafa Koçak, 28 yaşındayım. Tutuklanana kadar İstanbul, Esenyurt’ta ailemle birlikte yaşıyordum. Yoksul bir ailenin dört çocuğundan biri olarak çocukluğum ve gençliğim aileme katkı sunmak için manav çıraklığından seyyar kahvaltı tezgahtarlığına kadar çeşitli işlerde çalışmakla geçti. Bu hayatım, 23 Eylül 2017’de gözaltına alınmamla değişti. Mecidiyeköy’de sokak ortasından gözaltına alındım, Vatan Caddesindeki İstanbul Emniyet Müdürlüğüne götürüldüm. Burada önüme bir ifade koydular, ‘Buna uygun olacak şekilde ifadeni ver, çık git. Aksi halde seni tutuklatırız, bir daha gün yüzü göremezsin. Sen bize yardımcı ol, biz de sana yardımcı oluruz, rahat yaşarsın’ dediler. Bunu kabul etmediğim için psikolojik ve fiziki işkenceye maruz kaldım. Aralıksız sürdürdükleri kaba dayak yaptıklarının en ‘masumuydu’. Kollarımdan ters kelepçeyle askıya aldılar, üzerimdeki elbiseleri çıkardılar, başıma çuval geçirdiler, onun üzerine de teneke. Onlarca dakika başımda teneke çaldılar. Bana, anneme, babama, ablama etmedik küfür bırakmadılar. Hamile ablama tecavüz etmekle tehdit ettiler. Bu işkenceler 12 gün sürdü, 4 Ekim 2017’de tutuklandım.”
Bu haberi yazmadan önce cenazesinden bir videoya denk geldim. Açık tabutun başındaki ablası kardeşinin mahkumiyet kararına imza atanlara "Vicdanınız rahat mı?” diye seslenerek ağlıyordu. Yasın, acının en başında bir ülkenin mahkemelerinin anılması çok şeyin ifadesi.
‘MESAJLARIMA, DÖNMEYEN İNSANLAR TWEET ATTILAR’
2016 Kasım ayında İstanbul'da, İdil Kültür Merkezi'ne düzenlenen bir polis operasyonu sırasında Grup Yorum üyeleri “polise mukavemet, hakaret ve terör örgütü üyesi olma” suçlamalarıyla önce gözaltına alınmış ardından da tutuklanmıştı. Tutuklanan müzisyenlerden bazıları 17 Mayıs 2019 tarihinde “süresiz ve dönüşümsüz” açlık grevine başladıklarını duyurmuşlardı. Grup Yorum üyesi Helin Bölek , Nisan ayı başında ölüm orucunun 288. gününde vefat etti. İbrahim Gökçek halen ölüm orucuna devam ediyor. Taleplerinin arasında konser yasaklarının kaldırılması, kırmızı bültenle aranan üyelerinin listelerden çıkartılması var.
Helin Bölek’in annesi Aygül Bilgi’yle konuşuyoruz. "Nasılsınız?" diye soruyorum. Zor oluyor ilk dakikalar. 25 gün önce kızını kaybetmiş bir anneyle sıradan şeyler konuşmak zor takdir edersiniz.
Sakin bir sesle “Galiba” diyerek başlıyor. “İlerde bu yaşadıklarımız anlatıldığı zaman ‘olabilir mi?’ diyecek çocuklar. ‘Bunlar gerçekten yaşandı mı?’ ”
Onunla telefonda değil de sanki Armutlu’da evlerinin bahçesinde konuşuyor gibiyiz.
Ne olması gerekiyordu? Muhalefete, mücadele eden kesimlere eleştirileriniz var mı?
“Yağmur damla damla yağar. Bir yerde birikir. Sonra dereler olur. Birleşir. Çaylar olur, ırmaklar olur. Karışır. Okyanusa dökülür. İnsanların yapması gereken buydu. Kızım, İbrahim, Mustafa ve diğerleri birer yağmur damlasıydı. Açlıklarıyla dediler ki, bu haksızlığı kabul etmiyoruz. Biz başlatıyoruz. Siz de arkamızdan gelin. Halk, sanatçılar, aydınlar her biri bir yağmur damlası olsun da bir yerde birikelim, deniz olalım dedik ama maalesef o kadar zayıf kalındı ki… Kendi adıma konuşuyorum. Alanlara çıktım. Basın basın kanal kanal dolaştım. Sanatçıları tek tek aradım. Mesajlar attım. Dönmediler bile. Ama ne oldu? Benim kızım düştükten sonra hiç tahmin etmediğim insanlar Grup Yorum üyesini kaybettik diye tweet atmaya başladılar. İyi de siz benim telefonlarıma bile çıkmadınız. Bu haksızlık, adaletsizlik bendi yıkılabilirdi. Bendi yıkamadılar. O çocuklar düştü. Toprak onları emdi gitti…”
Bu sözlerden kısa süre sonra telefonu kapatıyoruz. Bahçede olsaydık büyük olasılık sessizlik olurdu. Bilirsiniz o anları.
İbrahim Gökçek bugün açlık grevinin 315. gününde. Çağrı metinleri, sosyal medyada yürütülen kampanyalar sanki bir grup insanın kendi arasında yaptığı konuşmalar gibi. Evlerde olduğumuz şu günlerde ortalama bir hashtag yazmak birkaç dakika alıyor. Kimi whatsapp gruplarında sosyal medya kampanyaları için yetkili makamlara mention atalım mı, atmayalım mı tartışması yürütülüyor. İmâyla yapılmış bir eleştiri değil bu. Yaşadığımız şu günleri anlatmaya çalışıyorum.