5 kişiden 2'si 'ikinci sınıf vatandaş' gibi hissediyor
Denge ve Denetleme Ağı, Türkiye’de Demokrasi Talebi Raporu’nu açıkladı. Rapora göre, 100 kişiden en az 61’i yargının tamamen siyasallaştığı görüşünde. Raporu değerlendiren KONDA Araştırma Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Türkiye’deki insanların özgürlük ile güvenlik arasına sıkıştığını, 'toplumun ikircikli bir yapı oluşturduğunu' söyledi. Hükümetin siyasi alanı giderek daraltmasının sivil toplumu yerelleştirdiğini belirten Ağırdır, “Yeni enerji, yeni bilgi ve kaynak yerellerdeki reel sorunlar ile ilgilenen alanlara doğru kayıyorlar. Yeni muhalefet yerellerden beslenecek” dedi.
ANKARA - Denge ve Denetleme Ağı, siyasette ve toplumda 2010 yılından bu güne yaşanan değişimleri ve bu değişimlerin halkın demokrasi algısını nasıl şekillendirdiğini inceledi. KONDA Araştırma Şirketi’nin 2010-2019 yılları arasında toplamda 266 bin 993 kişiyle yaptığı yüz yüze görüşmelerin sonuçlarıyla hazırlanan 'Türkiye’de Demokrasi Talebi Raporu' online basın toplantısı ile açıklandı.
Dr. Meltem Ersoy’un açıkladığı rapor, hukukun üstünlüğü, eşit vatandaşlık, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve yerel yönetimler olmak üzere 4 başlık altında ele alındı.
'YARGI KİŞİYE GÖRE KARAR VERİYOR'
Rapora göre toplumun yarısından fazlası mahkemelerin, kişinin iktidarla ilişkisine ve gelirine göre karar verdiğini düşünüyor. 10 kişiden 3’ü Kürt olup olmamasının yargı kararını etkilediği görüşünde. Kişinin cinsiyetinin mahkemelerin kararında etkili olduğunu düşünenlerin oranı ise yıllar içinde artıyor.
YÜZDE 61: YARGI BASKI ALTINDA
Mahkemeleri “adaletin dağıtıldığı yer” olarak görenlerin oranındaki düşüş eğilimi de dikkat çekiyor. Mahkemeye yolu düşen 10 kişiden 3’ü, 'hukuk sistemine güveninin azaldığını' belirtiyor. Toplumun yarısından fazlası yargının siyasallaştığına, iktidarların savcı ve hâkimlere baskı uyguladığına inanıyor. 100 kişiden en az 61’i yargının tamamen siyasallaştığı görüşünde.
YARGI ÖNÜNDE EŞİTLİK İNANCI SARSILIYOR
Rapora göre 10 kişiden en az 9’u adaleti, “herkesin dini, kökeni, cinsiyeti, fikri, dili, rengi ne olursa olsun eşit olması” diye tanımlıyor. Ama aynı zamanda 5 kişiden biri, adaletin “güçlülerin kendini haklı çıkarma yolu” olarak kullandığı görüşünde. Bu da toplumun bir kesiminde yargı önünde eşitlik ilkesine inancın sarsıldığına işaret ediyor.
KADIN CİNAYETLERİNDE MAHKEMELER TARAFLI
Denge ve Denetleme Ağı’nın raporunda, Türkiye’nin değişmeyen gündemi kadına yönelik şiddet konusunda da çarpıcı verilere yer verildi. Buna göre, toplumun yüzde 3’u kadın cinayetlerinde mahkemelerin taraflı karar verdiğini düşünüyor.
5 KİŞİDEN 1’İ ‘KANUN BENİ KORUMAZ’ DİYOR
Suç işlemedikçe kanunlar ve mahkemelerin kendisini koruyacağına inananların oranı yüzde 67 olsa da, yüzde 20’lik bir kesim aksi görüşte. Üç kişiden biri hukukun, hata yapan devlet ya da onu temsil eden bir kişi olduğunda kendisini korumayacağına inanıyor. Yüzde 41’lik bir kesim ise devletin kurum ve memurlarının hukuk dışına çıktığını düşünüyor. Bunun aksini düşünenler ise yüzde 35’de kalıyor. Sonuçlar, hukukun kişi ve kurumlara eşit yaklaştığı algısının toplumun önemli bir kesiminde karşılık bulmadığına işaret ediyor.
ANAYASADAN BEKLENTİ ADALET VE EŞİTLİK
Anayasa’nın temel esas ve ilkelerine ilişkin yapılan araştırmaların sonuçları da dikkat çekici. Buna göre Anayasa’da adalet, eşitlik ve özgürlük beklentisi, “devletin bekası” beklentisinin üzerinde yer alıyor. 4 kişiden 3’ü, yargının devleti değil bireyi koruması gerektiğine inanıyor.
Yine toplumun yarısından fazlası, Anayasal hak ve özgürlüklerin terörle mücadele adına sınırlandırılamayacağını düşünüyor. Ancak yüzde 24’lük bir kesim bireysel hak ve özgürlüklerin bu gerekçeyle sınırlandırılabileceği fikrinde. Yine “devletin güvenliğinin kişilerin haklarından önce gelir” önermesine katılanların oranı yüzde 56’yı buluyor.
Görüşülen kişilerin yüzde 51’i “anayasa halkın görüşleri alınarak ve değerlendirilerek Meclis’te yapılmalıdır” diyor. Vatandaş anayasa süreçlerine aktif olarak katılmak istiyor.
BEŞ KİŞİDEN İKİSİ: KENDİMİ İKİNCİ SINIF VATANDAŞ GİBİ HİSSEDİYORUM
Rapora göre her beş kişiden ikisi farklı nedenlerden dolayı ayrımcılığa uğradığını düşünüyor. Yine her beş kişiden ikisi kendisini 'ikinci sınıf vatandaş gibi hissettiğini' ifade ediyor.
Toplumun tamamına yakını herkesin mahkemede adil yargılanması, kamu hizmetlerinden eşit ve adil biçimde yararlanması ve kültürel kimlik ya da cemaat olarak yaşayabilme özgürlüğünün tanınması gerektiği yönünde görüş belirtiyor. Ancak hala din, dil, etnik köken, toplumsal cinsiyet gibi kriterleri vatandaşlığın şartı olarak ortaya koyan bir kesim bulunuyor.
AZINLIK HAKLARININ SINIRLANDIRILABİLECEĞİNİ DÜŞÜNENLER AZALIYOR
Çoğunluk isterse azınlığın haklarının ortadan kaldırılabileceğini düşünenlerin oranı ise düşüyor. 2014’te toplumun yarısı bu yönde görüş belirtirken, 2017’de bu oranının yüzde 32’ye düşmüş olması raporda, “toplumun demokratikleşmesi konusunda önemli bir ilerleme” olarak değerlendiriliyor.
Ancak başta Kürtler, Aleviler ve Müslüman olmayanlar ile eşcinseller olmak üzere, farklı kesimlerin toplum nezdinde eşit vatandaşlar olarak değerlendirilmesi ve onlara eşit haklar tanınması konularında dile getirilen çekinceler, eşit vatandaşlık algısı konusunda daha alınacak mesafe olduğuna işaret ediyor. Öteki ile akrabalık kurma, iş ortaklığı ve komşu olma konularında çekinceler söz konusu.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
Rapora göre, farklılıklara açık olmak, toplumunun genelinin dışında fikirler beyan edilmesi konusunda çekinceler hâlâ sürüyor. Bunun tüm toplumun ifade özgürlüğünü ilgilendiren bir konu olduğu, bunun neden demokrasinin olmazsa olmazı olduğu konusu yeterince kavranmış değil.
GELENEKSEL MEDYAYA GÜVEN AZALIYOR
Medyada büyük dönüşümün yaşandığı 2010’lu yıllarda geleneksel medyaya olan güveninin hızla azaldığı da rapora yansıdı. Gazeteler ve televizyonları haber alma aracı olarak görenlerin oranı ciddi biçimde düşerken, haber kaynağı olarak başvurulan gazete ve televizyonlardaki çeşitlenme de azaldı.
Medyanın siyasi iktidarın yanlışlarını yazmalarının, halkı bu konularda bilgilendirmelerinin demokrasinin gereği olduğu önermesini “kesinlikle doğru” bulanlar yüzde 31’den yüzde 68’e yükselse de, gazetelerin bu görevlerini yerine getirmediklerine olan inanç da bir o kadar keskinleşmiş durumda. Başka bir ifadeyle medyanın dördüncü kuvvet olarak denge ve denetleme görevini yerine getiremediği düşünülüyor. Diğer yandan haber almak için büyük oranda sosyal medya ve internete yönelen vatandaş, bu platformlarda da sağlıklı ve doğru bilgiye erişemediğini düşünüyor.
TOPLUMUN YARISI SEÇİMLERİN ADİL VE EŞİT BİÇİMDE GERÇEKLEŞTİĞİNE İNANMIYOR
Rapor, toplumun çok büyük kesiminin seçimleri demokrasinin vazgeçilmezi olarak gördüğünü ortaya koyuyor. Ancak iki kişiden biri, seçimlerin adil ve eşit bir ortamda gerçekleştiğini düşünmüyor.
Siyasi partilere güven ise oldukça düşük. 6 kişiden sadece biri siyasi partilere güveniyor. Siyasi parti üyeliği oranı da oldukça düşük. Seçimler ve siyasi partiler dışındaki örgütlenme biçimlerini vatandaş meşru görse de, küçük bir kesim tarafından benimseniyor.
Gösteri, yürüyüş, imza kampanyası gibi araçları meşru görenler toplumun yarısını oluştursa da, siyasi talepli bir eyleme katılmayı tercih edenlerin oranı yüzde 15’e ulaşmıyor.
VATANDAŞLAR, YEREL YÖNETİMLERDE DAHA ETKİN YER ALMAK İSTİYOR
Yerel yönetimlerin ek vergi, anadilde hizmet, yerel kaynakların kullanımı gibi konularda yetki sahibi olması konusunda toplumda çekimserlik hakim görülüyor. Toplumun 3’te biri bunu desteklerken, 3’te biri karşı çıkıyor. Diğer üçte bir ise arada kalmış durumda. Bu çekimserliğin kaynağında ise Kürt meselesinin yattığı görülüyor.
Bununla birlikte vatandaşlar, yerel yönetimlerde daha etkin bir biçimde yer almak istiyor. 3 kişiden ikisi halkın mahallesi ve kentiyle ilgili verilen kararlara katılma hakkı olması gerektiği görüşünde.
BEKİR AĞIRDIR: 'İKİRCİKLİ BİR TOPLUM VAR'
KONDA Araştırma Genel Müdürü Bekir Ağırdır, rapor hakkında değerlendirmelerde bulundu. Araştırma sonuçlarına bakıldığında ikircikli bir toplum gördüğünü ifade eden Ağırdır, “Aklımızın, yüreğimizin bir tarafı ideal dünyaya doğru ilerliyor, bir yarısı da bulunduğu yere kök salmaya çalışıyor. Öncelikle toplum için demokrasi talebinin neden istediğimiz kadar güçlü olmadığını anlamak için güçlenmesinin önünde hangi zihni, ruhi ve çevresel koşulların, engellerin olduğunu konuşmamız lazım. Bu bağlamda bakıldığında bu ülkenin insanları birey olmak ile yurttaş olmak meselesi arasında sıkışıyorlar. Bireysel hayatlarında son derece sorun çözücü, umutlu, çoğulcu olabilirken ortak alandan bakıldığında 'bütün Kürtler bölücü', 'Bütün solcular ahlaksız' gibi söylemleri öne çıkarıyor. Aynı zamanda değerler ile pratikler arasında da farklılıklar yaşanıyor” ifadelerine yer verdi.
'TÜRKİYE İNSANI ÖZGÜRLÜK İLE GÜVENLİK ARASINA SIKIŞMIŞ'
Türkiye insanının özgürlük ile güvenlik arasına sıkıştığı bir konunun daha olduğuna dikkat çeken Ağırdır, şöyle konuştu:
“Son 100 yıldır böyle bir durum var. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte inşa edilen yeni Türk kimliğinin ana unsurlarından birisi güvenlik arayışı. Hâlbuki biliyoruz ki bu topraklarda Kürtlerin ya da Alevilerin kimlik arayışı ve talebi güç. Bu insanların zihin dünyasındaki ikircikliği üreten paradokslardan birisi güvenlik talebi ile kimlik talebi arasındaki dengeyi sağlamak. Bu ülkenin, entelektüel sermayesi ve siyasi aktörleri de kutuplaşmanın, kimliklere sıkışmanın dağıtıcısı, çoğaltıcısı, tetikçisi haline dönüştüyse dönüp bu ülkenin insanları az mı demokrasi istiyor, çok mu demokrasi istiyor tartışması yapmak anlamsız kalıyor. Böyle durumlarda insanlar, ülkenin akademisyenine, siyasilerine ve medyasına bir yol göstersin diye bakıyor. Bu ülkenin insanları korkuları ile umutları arasına sıkışıyor. Soru demokrasi talebi var mı yok mu meselesi değil, soru demokrasi talebinin önündeki ikircikli halleri yaratan zihni ve ruhi eşiklerin ne olduğu ve bu eşikleri almak için ne yapmak gerektiği sorusudur.”
'YENİ MUHALEFET TİPİ YERELLERDEN ÇIKACAK'
Türkiye’de sivil toplumun yerelleştiğini, yeni enerji, bilgi ve kaynağın yerellerdeki reel sorunlar ile ilgilenen alanlara doğru kaydıklarına dikkat çeken Ağırdır, “Hükümetin siyasi alanı giderek daraltması, ulusal ölçekteki sivil toplumu giderek etkisizleştiriyor ve başarı üretme ihtimalini daraltıyor. Bu da yeni enerjiyi, kaynakları ve insanları içine çekemiyor. Sivil toplum yerelleşiyor. Bir yandan yerelleşirken diğer yandan reel sorunların üzerine oturmaya çalışıyor. Kutuplaşmanın dışında herkesin ortak alanında bir meseleye değerseniz başarı üretme ihtimalinin ulusal ölçek vaadi daha yakın. Dolayısıyla yeni enerji, yeni bilgi ve kaynak yerellerdeki reel sorunlar ile ilgilenen alanlara doğru kayıyorlar. Ben de yeni bir hikâyenin yerellerden besleneceği ve yerellerden vücut bulacağını düşünenlerdenim” dedi.
'TÜRKİYE, 2017 İTİBARİYLE DAHA GÜVENLİK TEMELLİ BİR YAPIYA DOĞRUYA GİDİYOR'
Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Fuat Keyman ise, “Türkiye, 2017 itibariyle daha güvenlik temelli bir yapıya doğruya gidiyor. Denge denetlemeden, kuvvetler ayrılığından uzaklaşıyor ve iktidar temelli olmaya başlıyor. İkircikliğin artmasının temel nedeni siyasal ve kurumsal düzeydeki yapı. Siyasal kutuplaşma, toplumsal kutuplaşmadan önce geliyor bana kalırsa” ifadelerine yer verdi.