Günü kurtarma mitingleri ve 'parça parça edilecek işçiler'

Yaşamın objektif koşulları, emekçileri ve devrimcileri haklı kılıyor. Ortak ve haklı talepleri için kararlı bir dayanışma örneği göstererek mücadele eden işçileri hiçbir güç parça parça edemez.

Fotoğraf: DİSK
Google Haberlere Abone ol

22 yıllık iktidarı süresince çalışanların ,sosyal güvenlik haklarını yaptığı düzenlemelerle geriye götüren, prim gün sayısını artırıp emeklilik yaşını yükselten, sendikal örgütlenmenin önünü kesen, emekli ücretlerini düşüren, kiralık işçi çalıştırmayı yasal hale getiren, ekonomik krizi büyütüp, krizin yükünü emekçilere yıkan, asgari ücrette artış yapmayan, adaletsiz vergi kesintilerinde ısrar eden, giderek artan iş cinayetlerine karşı yeterli önlem aldırmayan, yapılması gereken grevleri 'milli güvenlik ve sağlık' gibi gerekçelerle 60 gün erteleyen ve bugünlerde de işçinin en önemli haklarından biri olan kıdem tazminatını kaldırmayı planlayan AKP iktidarına karşı, üç büyük işçi konfederasyonu önce 10 maddelik ortak taleplerini ve sonrasında da yapacakları eylem takvimini kamuoyu ile paylaştılar.

Tabii ki işçi konfederasyonlarını talep hazırlamaya ve mitingleri yapmaya zorlayan dönemin ekonomik ve sosyal koşulları ile tabanın farklı bölgelerde gerçekleştirdiği küçük veya büyük çaplı eylemlerinin baskısıydı.

9 Temmuz'da açıklanan ve acil olarak uygulanması istenen asgari ücrete zam talebi gerçekleşmezken, en düşük emekli maaşı ise 'sadaka' niyetine 12 bin 500 liraya çıkarıldı. Asgari ücrete istenen zammın verilmesi de başka bir döneme kaldı. Eylem takvimi gereği Türk- İş, 22 Ağustos'ta il temsilcilikleri ve bazı illerin meydanlarında eş zamanlı basın açıklamaları yaptı. Diğer yandan Türk-İş Genel Merkezi tarafından kaleme alınan basın açıklamasında, işçilerin ısrarcı olduğu ücretlere zam talebi de yer almadı.

İlk miting Hak-İş tarafından 'Haklarımız İçin Meydanlardayız' temasıyla Kayseri'de gerçekleştirildi. Kayseri'deki belediye işçileri ile metal, mobilya ve tekstil işçileri mitinge katılanların yarısını oluştururken, çevredeki illerden gelen işçiler de yaklaşık olarak diğer yarısını oluşturdu. Kayseri'de Hak-İş'e bağlı sendikaların üye sayısı 25 bin civarında. Bu gerçek ortadayken ve 25 bin işçi katılımı beklenirken bu sayı miting esnasında 2 bin 500 civarında kaldı. Miting alanında sendika yöneticilerine tepki gösterebilecek işçilerin katılımı sanki bilinçli olarak engellenmiş gibiydi. İşçiler, miting alanında "işçiden tasarruf olmaz", "İşçiyiz 24 bin liraya geçinemiyoruz”, “vergi vermek değil yüksek vergi vermek rahatsız ediyor" şeklinde dövizler taşıdılar. Sahnede Genel Başkan Mahmut Arslan, belediye başkanları ve işverenlere teşekkür etti. Bu arada meydandaki işçiler "Hak -İş nerede, işçi orada" sloganı yerine yanlışlıkla "işçi burada, Hak- İş nerede? sloganı attılar. Daha sonra yanlış atılan sloganlar yapılan uyarılar üzerine değiştirildi.

Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan, diğer sendika konfederasyonları ile hazırladıkları taleplerin bir kısmını sıralarken, Kamu Çerçeve Protokolü kapsamında çalışan işçiler için ek zam ve belediye şirketlerinde ilave tediyenin uygulanmasını istedi.

Hak-İş, İslam sendikacılığı anlayışında olan ve 22 Ekim 1976'da Ankara'da MSP (Milli Selamet Partisi) çizgisinde yerlilik, millilik, manevi değerler, adalet ve hukuk gibi değerlerin içeriğine vurgu yapılarak kuruldu. Hak-İş, Milliyetçi Cephe (MC) Hükümetleri döneminde MSP'li belediye ve bakanlıklara bağlı iş yerlerinde örgütlenmiş, 1980'e kadar bu partiyle yakın işbirliği yapmıştır. 12 Eylül faşist askeri darbesi ile faaliyeti durdurulan ve daha sonra 20 Şubat 1981 tarihinde Milli Güvenlik Konseyi'nin 18 Şubat 1981 gün ve 45 sayılı kararı ile tekrar faaliyete geçen bu sendika, 21 işkolunda örgütlüdür. 800 bine yakın üyesi ile ikinci büyük işçi konfederasyondur. Dönemin ruhuna ve günü kurtarmaya yönelik gerçekleşen bu miting, işçilerin gerçek sorunlarını sahiplenip mücadele kararlılığını öne çıkarmada yetersizdi. Yarım saat süren miting "Hak-İş marşı" ile başlayıp "Ölürüm Türkiyem" şarkısıyla bitirildi.

Altı yıllık bir çalışma sonucunda 31 Temmuz 1952 yılında kurulan ve bugün yaklaşık 1 milyon 400 bin kayıtlı üyesi ile Türkiye’nin en büyük işçi sendikası olan Türk-İş (Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu) Çerkezköy'de "Zordayız, Geçinemiyoruz" başlıklı mitingini gerçekleştirdi. Mitinge başta İstanbul olmak üzere Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne'den işçiler katıldı. Miting öncesi katılım için ciddi bir çalışma yapılmadığı için mitinge katılanların sayısı 10 bine yakındı.

Türk-İş Genel Başkanı Ergun Atalay, sahnede konuşma yapmaya hazırlanırken, alandaki bir grup işçi tarafından istifa sloganlarıyla protesto edildi. Protestolar artınca mitingin sunucusu Ergun Atalay'ı "Türk İş'in gururu, Türkiye işçi sınıfının lideri" olarak nitelendirdi. Bu arada sahnedeki Atalay destekçilerinden biri işi abartarak sağcı parti toplantılarında sıkça atılan ”vur de vuralım, öl de ölelim" sloganını kitleye artırmaya çalıştı. Konuşmasına devam eden Atalay, İşyeri temsilciliğinden başlayarak Mali sekreter oluşuna kadarki görev aldığı aşamaları sıraladı. Sonra istifa sloganlarına tepki göstererek ve son genel kurulda yüzde 94 oy oranı ile genel başkan seçildiğini anımsatarak konuşmasına şöyle devam etti: ‘’Değerli arkadaşlarım işverenle mücadele edersin, sermaye ile mücadele edersin, siyasetçi ile mücadele edersin, ama evin içinde bir avuç kardeşimiz evini taşlamaya kalkarsa inanın ayıp ediyor, günah işliyor. Seçtiğiniz adamın başında sonuna kadar durmak mecburiyetindesin. Durmazsanız sizi parça parça ederler. Sizi bu ülkede nefes alamayacak duruma getirdiler. Türk- İş sizin eviniz. Ben emanetçiyim. Buradaki arkadaşların emanetçisi. Kimi istiyorsanız onu seçin. Yanımda aileniz gibi, kardeşiniz gibi, kapı gibi durursanız nefes alırsınız’’

Türk- İş Genel Başkanı, bu açıklaması ile ülke gerçeklerini dile getirip, açız diyen ve sendikal alandaki zaaflara tepki gösteren işçilere ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışmıyor mu? ”Seçtiğiniz adamın başında sonuna kadar durmak mecburiyetindesiniz" söylemi de bir dayatma değil midir? Sendika üyeleri, seçtikleri yöneticilerin yanlış tutumlarına ve eksikliklerine ille de ortak olmak zorunda mıdır? Yaşamı son ekonomik kriz ve hak gaspları ile kabusa dönen emekçi; sorunlarına sahip çıkan, birleştirici, mücadeleci ve öngörüsü güçlü kararlı bir önderlik istiyor. Sorunların kulisler ve perde gerisindeki kaçak görüşmelerle çözümlenemeyeceği bilincinde olan emekçiler, taleplerini yüksek sesle dile getirilerek, grevler başta olmak üzere farklı muhalefet çıkışlarıyla kazanılabileceği konusunda ısrarcıdır. Sendikal bürokrasi, geçmişten bugüne her dönem işçi mücadelesine ayak bağı olmuştur.

İşçilerin ve tüm çalışanların, ekonomik ve sosyal haklarının gasp edilmesinde sendikaların ve de Türk-İş yöneticilerinin hiç mi sorumluluğu yok. Sabır tavsiye edilerek yoksulluğa ve açlığa mahkum edilen işçilerin, bağlı oldukları konfederasyonların farklı bölge ve farklı tarihlerde miting yapmaları, emek cephesinin meydanlarda güçlü bir şekilde çıkacak sesini cılızlaştırıp, işçiler arasında ayrışmaya yol açmayacak mı? Türkiye' de Sosyal Güvenlik ve Çalışma Bakanlığı, 2024 verilerine göre toplam 16 milyon 973 bin 613 işçi bulunmakta. Bu işçilerin ancak 2 milyon 512 bin 332'si sendikalı. Ocak verilerine göre yüzde 15.22 olan sendikalaşma oranı 2024 Temmuz ayında yüzde 14.8'e geriledi.

Türkiye sendikalaşma ve toplu iş sözleşmesi bakımından 36 OECD ülkesi arasında sondan 3. sırada. Kamu sektöründe çalışan işçilerin yüzde 80.71'i, özel sektörde çalışan işçilerin ise yüzde 7,38'i sendika üyesidir. Sendikaların cinsiyet eşitsizliği yıllar geçtikçe artmıştır. Sendikalı olmak isteyen işçilerin işine kod- 46 ile (yüz kızartıcı suç) işletmelerce son verilebilmektedir. Devlet, bu tür eylemlerde, genelde işverenlerin yanındadır. Son günlerde mobbinge, düşük ücretlere karşı sendikalaşan ve Türk-İş'e bağlı Tekgıda-İş'e üye olan 145 işçiyi  işten çıkaran Çatalca'daki Polonez Et İşletmesine, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın toplamda 2 milyonu aşan ceza kesmesi ve Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunması, iktidarın miting kararı alan sendikalara şirin görünme çabalarından biri olarak ifade edilmektedir. Polonez Et'i teşviklerle destekleyen iktidarın işten çıkarılanların bir an önce işe alınmalarında da destek olması şarttır.

AKP hükümetleri döneminde, kamu işletmelerinin (Sümerbank, Tekel, SEKA, Şeker, İsdemir, Kardemir, Petrol Ofisi, Tüpraş, Gübre fabrikaları) yüzde 90'ı özelleştirildi. Emekli aylıkları 2008 sonrası yapılan sosyal güvenlik düzenlemeleri ile düşürüldü. Son birkaç yıl içinde emekliler yoksulluk ve sefalette eşitlenmeye çalışıldı.

Emeklilerin büyük çoğunluğu açlık sınırı altındaki aylıklara mahkûm edildi. Aylık artışları genel olarak TÜİK'in açıkladığı enflasyon oranına endekslendi. İşçilerin aylıklarından kesilen vergi oranları aylar geçtikçe artmaya başladı. İşçiler, “az kazandan az, çok kazandan çok" vergi kesilmesini istemektedirler. Bugün yaklaşık 8 milyon işçi, asgari ücretle çalışmaktadır. Artık Türkiye’de asgari ücret neredeyse ortalama ücret haline geldi. İşsizlik Sigortası Fonu (İSF) süreç içinde işveren destek fonuna dönüştürüldü. İş cinayetlerinin ardı arkası kesilmedi.

3 Kasım 2002'de iktidara gelen AKP, döneminde iş cinayetlerinde en az 32 bin 180 kişi hayatını kaybetti. Soma ve Ermenek gibi madenlerde meydana gelen iş cinayetlerine yaşamın kaybedenlerin sayısı çok fazlaydı. Fazla mesai dayatmaları çocuk ve göçmen işçilerin, yaşlıların ucuz iş gücü olarak öne çıkmalarını sağladı. Kiralık işçi yasasının çıkmasında etkin bir muhalefet yapılmamasında, işçi sendikalarının payını hiç dikkate almayalım mı? Türk-İş, Hak İş, Memur-Sen ve Kamu-Sen üst yönetimlerinin, sahada mücadeleyi bırakıp, iktidar temsilcileri ile buluşmaları hala akıllardadır. 1963 yılından bu yana gerçekleşen grevlerin oranları AKP döneminde en düşük seviyededir. Bu dönemde grev ertelemeleri sağlık ve milli güvenlik gerekçeleri ile normal hale getirildi.

Diğer yandan özellikle sağ partiler, geçmişten bu yana Türk-İş'e yönelik beklentilerini açık veya dolaylı yollardan dile getirmişler, yönetim seçimlerine alakaları dahilinde müdahale etmişlerdir. Türk-İş, işveren ve devlet yetkilileri ile yapılan görüşmelerde hep ‘’uzlaşmacı" davranmıştır. 12 Eylül askeri darbe döneminde Türk-İş Genel Sekreteri Sadık Şide, 12 Eylül darbe hükümetinde Sosyal Güvenlik Bakanı olmuştur. Türk-İş, en büyük silahı olan grevden çoğunlukla geri durmuştur. Türk -İş'in tek konfederasyon özelliği, kendisinden ayrılan ve dışardan bazı sendikaların katılımıyla 13 Şubat 1967'de kurulan DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları) ile ortadan kalkmıştır. DİSK işçi sınıfı adına ekonomik, siyasal ve ideolojik mücadelede sınıf ve çıkar çatışmasını öne çıkaran eylemlere öncülük etti. 15-16 Haziran işçi eylemleri sınıf ve kitle sendikacılığın önemini, mücadelesiz hakların alınamayacağını bir kez daha ispatlamış oldu.

İşçilerin sınıfsal konumundan ziyade kimlik kültürünün öne çıkarılmaya çalışıldığı bugünlerde, sermaye ile emek arasındaki çelişki var olduğuna göre karamsarlığa gerek yoktur. Yaşamın objektif koşulları, emekçileri ve devrimcileri haklı kılıyor. Sınıf sendikacılığını sürekli yadsıyan sol liberalizmin karamsarlık yayan görüşlerine karşı işçi sınıfı, kararlı mücadele ile ortak çıkar ve değerleri esas alarak yoluna devam edecektir.

DİSK, tüm illerde Eylül ayı başından itibaren ilan ettiği eylem planına uygun olarak eylemlerini gerçekleştirecek. Sendikaların göstermelik veya temsili eylemleri yerine sonuç alıcı eylemler örgütlenmelidir. Geçmiş mücadele süreci dikkate alınarak tüm işçiler, mücadelede ısrarcı olmalı ve mitingleri çok güçlü bir katılımla gerçekleştirmelidirler. Ortak ve haklı talepleri için kararlı bir dayanışma örneği göstererek mücadele eden işçileri, emekçileri hiçbir güç parça parça edemez ve nefes almasını engelleyemez.

*Eğitimci Yazar