YAZARLAR

Gurur kırıcı bir mağlubiyetin anatomisi

Göztepe, Beşiktaş'a karşı İstanbul'da öyle bir ezici üstünlük kurdu ki, bu üstünlük sadece dün akşamki maça dair değildi, aynı zamanda iki kulübün futbol yönetimi ve takım planlaması arasındaki farkı da işaret ediyordu.

Millî aradan önce Beşiktaş’ta işlerin hem oyun hem de skor olarak giderek kötüye gitmesi ve bu durumun kendilerini zirve yarışında son yıllarda olduğu gibi yine erken bir şekilde bir hayli geriye atması, Giovanni van Bronckhorst’u saha içinde yeni çözümler aramaya ve bir şeyleri değiştirmeye zorluyordu. 

Aradan sonraki ilk maç olan Göztepe karşısında ise bu değişim biraz daha zaruri gibiydi. Süper Lig’in yeni takımlarından biri olmasına rağmen, ligin en etkileyici takımlarından biri olmayı başaran İzmir ekibi, Beşiktaş için pek çok açıdan sert bir rakipti. Bu yüzden iki takım arasından rakibini şaşırtması gereken taraf daha çok ev sahibi gibi görünüyordu. Van Bronckhorst bunun yolunu üçlü savunmaya geçmekte buldu. 

Bu tercihi, iki açıdan mantıklı görünüyordu; birincisi, Göztepe de üçlü savunmayla oynadığı için, bu durum Beşiktaş’ın bire bir eşleşmelerde daha rahat pozisyon almasını sağlayabilirdi. İkinci olarak ise sarı-kırmızılılar ileride çift forvetle oynadığı için geride ekstra bir savunmacının olması Beşiktaş’ı oyun kurmakta biraz daha rahatlatabilirdi. Fakat elbette tüm bu olasılıklar kâğıt üzerindeydi. Sahada ise işler farklı olabilirdi.

BEŞİKTAŞ'IN İKİ HANDİKABI: DURAN TOPLAR VE ÖNDE BASKI

İki takımın önceki haftalarda gösterdikleri üzerinden Göztepe’nin Beşiktaş’a üstün gelebileceği iki konu vardı: Birincisi; duran toplar. Hem Göztepe hücum duran toplarında ligin en iyi takımlarından biriydi hem de Beşiktaş duran top savunmasında çok zorlanan bir takımdı. İkincisi ise önde baskı. Geriden oyun kurmak konusunda büyük sorunları olan siyah-beyazlıların kendilerine karşı önde basan takımlara karşı zorlandığı artık bir sır sayılmazdı. Böyle rakiplere karşı sık sık uzun toplara başvurmak zorunda kalan Beşiktaş’ın ileride bir pivot santrforu da olmadığı için bu direkt toplar da genellikle rakiplerde kalıyordu. Dolayısıyla Göztepe’nin şiddetli bir önde baskısının ev sahibini zor durumda bırakması kuvvetle muhtemeldi.

Nitekim iki konuda da Göztepe rakibine net bir üstünlük kurmayı başardı. Beşiktaş, Semih Kılıçsoy’un harika golü ve Malcom Bokele’nin çok şanssız bir şekilde kendi kalesine attığı golle ilk 10 dakikada skoru 2-0’a taşısa da rakibinin iki duran top golüne engel olamayınca moral üstünlük İzmir ekibine geçti. İki genç Brezilyalı forvet Romulo ve Juan’ın önderliğinde beklenildiği gibi etkili bir pres futbolu da ortaya koyan sarı-kırmızılılar, böylece ilk yarıda Beşiktaş üzerinde net bir hâkimiyet sağladı.

Doğal olarak ikinci yarıda bir hamle yapması ve tepki vermesi gereken taraf Beşiktaş’tı. Ama Van Bronckhorst’tan bir hamle gelmedi. Göztepe’nin üstünlüğü, ikinci yarının başında da devam edince, 59’da iki değişiklik birden yaptı: Emirhan Topçu’nun yerine Ciro Immobile, Al-Musrati’nin yerine Cher Ndour oyuna girdi ve siyah-beyazlılar 4-2-3-1’e geri döndü. Bu değişiklikler, Beşiktaş’ın nihayet bir tepki vermesini sağladı. Bu arada iki net pozisyona giren Immobile ise bunlardan yararlanamadı. 

Ev sahibi ekibin galibiyet için risk almaya ve arkada daha fazla boşluk vermeye başlaması ise Göztepe’nin arzu ettiği bir şeydi. Nitekim oyuna sonradan giren David Datro Fofana ile David Tijanic’in ayağından geliştirilen geçiş hücumlarının neticesinde gelen iki gol skoru tayin etti ve Göztepe muhteşem bir geri dönüşe imza atarak bu sezon deplasmandaki ilk galibiyetini elde etti.

SUÇLU KİM?

Siyah-beyazlılarda katlanarak devam eden bu kötü gidişat sebebiyle okların hedefi hâline gelen Van Bronckhorst elbette eleştirilebilir. Takımın hem hücum hem de savunma duran toplarında haftalardır bir gelişme kaydedemesi, sezona yüksek tempoda ve yoğunlukta yapılan başlangıcın ardından özellikle eylül ortasından bu yana takımın oyununun her geçen gün gerilemesi, geriden oyun kurma ve set hücumu gibi özellikle iç saha maçlarında galibiyetin anahtarını oluşturan temel konularda hiçbir ilerleme görülememesi, takımın sezon başında en güçlü yanı olarak görülen geçiş hücumlarının da her geçen maçta biraz daha zayıflaması, buna karşın savunma geçişlerinde ise takımın çok savunmasız bir görüntüye bürünmesi gibi eleştiriye açık birçok konu var. 

Ama bir yandan bu durumun normal bir şey olarak görülmesi için elde güçlü sebepler de var. 

Birincisi; Beşiktaş’ın her açıdan tarihinin en kötü sezonunu geçirdikten sonra tek bir transfer dönemiyle bir anda bambaşka bir takıma dönüşmesi gerçekçi bir hedef değildi. Üstelik geçirilen transfer döneminin ne kadar bir plan dâhilinde yapıldığı da bir hayli kuşkuluyken.

İkincisi; oluşturulan kadroyla takımın başına getirilen teknik direktörün oyun anlayışı arasında pek bir alaka yok. Van Bronckhorst’tan Beşiktaş’a yüksek tempolu ve yoğunluklu bir futbol oynatması bekleniyor. Tıpkı Avrupa Ligi’nde finale kadar taşıdığı Rangers’taki gibi. Ama elinde böyle bir takım var mı? Bu bekler, savunma önündeki Al-Musrati ve yaz döneminin en büyük iki transferi Rafa Silva ile Immobile, böyle bir futbol tarzına yatkın oyuncular mı? 

ÖRNEK ALINMASI GEREKEN BİR MODEL

Üç gün önce Göztepe’nin Danimarkalı sahibi Rasmus Ankersen, verdiği bir röportajda, takımın teknik direktörü Stanimir Stoilov’un çalışma tarzı ve kendileriyle ortak noktaları hakkındaki bir soruya şu yanıtı vermişti: “Bence bir teknik direktör, kulübün futbol modeline uygun olmalıdır. İşe teknik direktör getirerek başlamazsınız, kulübün oyun modelini seçerek başlarsınız. Göztepe’nin modeli, belirli bir tarzda futbol oynamak üzerine kurulu. Stoilov’un bu fikirleri paylaştığını düşünüyorum, bu yüzden takımı ona emanet ettik. Oynamak istediğimiz futbol tarzı, onun inandığı futbol tarzıyla örtüşüyor. Bu tür bir iş birliğinin başarılı olması için böyle bir uyum şarttır.”

Peki Beşiktaş, Van Bronckhorst’u göreve getirirken bu tercihini böyle bir süzgeçten geçirdi mi? Beşiktaş, kendi futbol modelinin ne olduğunu biliyor mu ki, nasıl bir teknik direktöre ihtiyacı olduğunun farkında olabilsin? Siyah-beyazlıların futbol yönetiminde böyle bir öz farkındalık olmadığı için ne teknik direktör seçiminde ne de takım planlamasında bir fikir görülebiliyor. Bu fikirsizlik de gereksiz harcamalara ve sonucunda büyük bir hayâl kırıklığına yol açıyor. Neredeyse her sezon bu bir kısır döngü kendisini tekrar ediyor.

Harcanan onca para, gösterişli transferler, coşkulu havalimanı karşılamaları... Tüm bunların karşılığında hayâl edilen ne? Dün akşam Göztepe'nin oynadığı oyun, değil mi? Agresif, baskılı, tempolu bir futbol. Elbette Beşiktaş’ın sahip olduğu imkânları ve ligin favori takımlarından biri olduğunu düşününce, teknik becerisi daha yüksek, daha hâkim bir futbol da istenilebilir.

Peki Beşiktaş niye böyle oynayamıyor? Buna verilebilecek iki yanıt var: Birincisi; Göztepe'deki futbol aklının Beşiktaş'ta olmadığını tespit etmek ve acilen bu eksikliği gidermek. İkincisi; Van Bronckhorst’un bu işi yapamadığını düşünmek ve tüm faturayı teknik direktöre kesmek. 

Beşiktaş’ta bu kötü gidişatın kısa zamanda durdurulamaması hâlinde bir kez daha ikinci yolun tercih edileceğini hepimiz biliyoruz. Çünkü düzenin devam etmesi için böyle olmak zorunda. Ama bu gerçekten neyi değiştirecek? Kulübün hangi temel sorununu çözecek? Bu sorulara olumlu bir yanıt vermek mümkün değil.

Göztepe ise futbolumuza hâkim olan bu çarpık düzenin dışında örnek alınması gereken bir model olarak her geçen gün biraz daha parlıyor. Dün akşam da Dolmabahçe semalarını aydınlattılar.


Onur Özgen Kimdir?

1989, İzmir doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okudu. Gazetecilik hayatına 2008 yılında aylık sosyalist bir dergi olan RED Dergisi'nde başladı. Ardından sırasıyla Campaign Türkiye, FourFourTwo Türkiye, GOAL Türkiye ve Mackolik'te içerik editörlüğü ve yazarlık yaptı. Bir dönem BJK TV'de Avrupa futbolu üzerine yorumlarda bulundu. Son olarak ise GOAL Türkiye'de yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. Şu anda Gazete Duvar ve Socrates Dergi'de futbol yazarlığı yapıyor ve Parodi Yayınları'nda çocuklara yönelik olarak kurgusal biyografi türünde spor kitapları yazıyor. Ayvalık'ta yaşıyor.