Güvende hissetmeye ihtiyacımız var

İnsanların ömürlerini harcayarak para biriktirdikleri, aldıkları evler başlarına yıkıldı. Yurdum insanının en büyük beklentisi olan ev sahibi olmak, bugün ölümünün de sebebi oldu.

Google Haberlere Abone ol

Bahar Göçer*

Deprem bölgesinde yapılan dronlarla kuş bakışı video çekimlerinin gösterdiği üzere, evlerin bir kısmı yıkılmış, bir kısmı dimdik ayakta. Kat sayısına, konumuna bakılınca görünen tek şey yan yana dizilmiş binalar. Bunlardan bazıları ayakta, bazıları enkaz olmuş. İnsan sormadan edemiyor, aynı sokakta bütün evler yıkılırken, aradaki bir ev neden yıkılmamış ya da aynı sokakta evlerin çoğu ayakta iken birkaç ev neden yıkılmış. İşte bu sorunun cevabı bize, son günlerde sıkça duyduğumuz bilindik sözü hatırlatıyor: “İnsanı deprem öldürmez, bina öldürür.”

Ülkedeki yapıları incelediğimizde; her bir bölge, mahalle ve sokakta çeşit çeşit binalar mevcut. Bu farklılıklar tasarım, kullandıkları malzemeler ve yapan insanlardan kaynaklanıyor. İşte bu farklar yan yana duran bir binayı yerle bir ederken, diğerini dimdik ayakta tutuyor. Geçen yüzyıl bu afeti yaşasaydık, bilmediğimiz mühendislik hesapları, tecrübesizlik vs. nedeniyle kader diyerek kendimizi kandırabilirdik. Ancak şu an için bu kavramlar hiç inandırıcı gelmiyor, çünkü artık mühendislik alanında çok daha ilerideyiz, bilgiyi bilimsel olarak analiz edebiliyoruz. İş güvenliğinde de sıkça yaşadığımız bu kader durumu artık sinir bozuyor.

Ülke olarak birçok konunun uzmanı olmak zorunda kaldık. Birçok bilgiyi hayatımıza aldık, deneyimledik, deneyimlerden bir şeyler çıkardık. Devletin yapması gereken şeyleri çoğu zaman kendimiz yapmak zorunda kaldık. Görünen o ki; deprem, evlere etkisi ve alınacak önlemler konusunu da kendimiz deneyimleyeceğiz. Maalesef sorumluluğu olan insanlar işlerini yapmayınca, konunun muhatabı olmaması gereken kişilerin sorumluluk alıp, yerine getirmeleri gerekiyor. Her zaman olduğu gibi deprem kontrolünde de iş başa düştü. İsterdik ki devlet bu işe el atıp şimdiye kadar toplanılan deprem vergileri ile binaların depreme dayanıklılığını kontrol ettirip, gerekli işlemleri yaptırsın.

DEPREMDE ZEMİN'İN ÖNEMİ

Bina yaparken en önemli durumlardan biri zemin diyor uzmanlar. Ziraat yapılacak, içinden su çıkan ovaya ev yapmanın hiçbir mantığı yokken, o tarz bölgelere binaları hiç umursamadan diktik. O bölgelere yüksek binalar inşa etmek yerine ziraat için kullanmış olsaydık bir taşla birkaç kuş vurmuş olacaktık. Hadi diyelim bölgeyi yerleşim merkezi haline getirdik, zeminin yumuşak olmasını neden görmezden geldik. Bunu tabii ki işin uzmanı olmayanlar bilemez ama bu binaları yapanlar, kontrol edenler ve onaylayanlar gayet farkındaydılar. Zemin etütleri yapılmış, altındaki fay kırıkları tespit edilmiş ve bunları da belediyeler, mühendisler vs. herkes onaylamış. Deprem tehlikesi nedeniyle bölgedeki evlerin temellerine fore kazık çakılması gerekmektedir. Bu fore kazık dediğimiz şey bildiğimiz büyükçe bir kazık yani. Fore kazıklar yerine -o da düzgün bir şekilde yapıldıysa tabii- radyal temeller kullanılmış. Radyal temel yasada kullanılması zorunlu bir yöntem evet ama görünen o ki, o bile kurallara uygun bir şekilde yapılmamış. Tabii ki hepimizin aklında aynı soru var neden fore kazık kullanılmamış? Çünkü fore kazık çakmak radyal temele göre daha masraflı. Kazık pahalı, çakmak pahalı ve işlem uzun sürüyor. Dolayısıyla yapılacak en kolay şey kazık çakmak yerine temel atmak. Atılan temelde de az demir kullanılırsa, alttan gelen bir darbe ile bina yerinden kopup yıkılıyor. Ancak binayı kazıklara bağlarsanız, yıkılması o kadarda kolay olmuyor. Binanın altında kaya vs. varsa bu kazıkları çakmaya gerek kalmıyor. Bu noktada özellikle Hatay’ın zemininin çok yumuşak olduğu söyleniyor. Yumuşak zeminin olduğu bütün bölgelerde belli bir katın üstüne fore kazık yöntemi kullanılmamış olması, bu faciaların alt yapısını oluşturuyor.

Şimdilerde dolar çok yükseldiği için demir ve beton fiyatları arttı. Dolayısıyla inşaat malzemelerinin gerektiği kadar kullanılmadığı söyleniyor. Demir, bir binanın esnekliğini sağlıyor ve demiri az kullanırsanız bina deprem esnasında salınım yaparken, demirlerin gücü yetemeyip sonunda kopuyor. O yüzden yeterli miktarda demir kullanmak depremde yıkılmayı engelleyen en önemli etken. Betonda aralara atılarak daha sağlam ve bütünlüklü bir durum oluşturuyor. Bizde evler çok ezbere yapılıyor, hep aynı yöntemler kullanılıyor. Oysa Japonya'da inşatta kızak sistemi yapılabiliyor ya da enerji sönümleyicilerle depremin etkisi sönümlenebiliyor. Yaptığımız çok katlı binaların ezberlenmiş yöntemlerle değil o bölgenin ve binanın durumuna göre tasarlanmış, uygun yöntemlerle yapılması gerekiyor. Çok nadir bu yöntemler.

İNŞAAT; KOLAY PARA KAZANMANIN KISA YOLU

Bizde neden böyle binalar yapılmıyor. Çünkü bizde, kolay para kazanma yöntemleri, kısa yoldan köşe dönme, çalışmadan para kazanma aklı hâkim. Üç kuruş cebinde parası olan, inşaattan anlayan anlamayan ya da cebinde çok parası olan herkes inşaat yapıyor. Çünkü sanayiye yatırım yapmaktan çok daha kolay geliyor. Devlet de zaten teşvik etmiyor.  Makina yapmak, elektronikle ve bilgisayarla uğraşmak, uzay çalışmaları yapmak zaten karikatürlerin konusu, bizim tarzımıza uygun işler değil. Onlar bilgi gerektirir, çok çalışma gerektirir, risk barındırır. Gözümüzle gördüğümüz, ustamızdan öğrendiğimiz çok da bilgi gerektirmeyen en kolay iş ev yapmaktır. Ev yapmanın bu kadar kolay olduğunu sananlar sayesinde, bugün o evler insanlara mezar oldu.  İnsanların ömürlerini harcayarak para biriktirdikleri, aldıkları evler başlarına yıkıldı. Yurdum insanının en büyük beklentisi olan ev sahibi olmak, bugün ölümünün de sebebi oldu.

Bugün Türkiye’de yaşayıp evinde kendini güvende hisseden kimse yoktur. Tabii evini özel olarak yaptırarak, çok para harcamamışsa. Herkesin kafasındaki sorular aynı, acaba evim güvenli mi, herhangi bir durumda yıkılır mı? Neyse ki binaların depreme dayanımı kontrol edilebiliyor. Bu işleri yapan mühendisler var. Mühendisler diyorum, depreme dayanım kontrol işini mühendisler yapıyor, mühendis olmayanlar yapamıyor.

Deprem kontrolü sırasında aşağıda yazacağım şekilde bir yol izliyorlar. Eve bakmaya gelen mühendisler kolonları kontrol ediyor.  Kolondan beton numunesi alınarak beton durumu ve özellikleri inceleniyor. Kolon kenarındaki beton bir miktar kazılarak, demire ulaşılıyor. Demir miktarı, kalınlığı ve çeşidine bakılıyor. Kolon bir binada en temel ekipman. Binanın depreme ve yüke dayanımını sağlayan şeyin kendisi kolondur. Keserseniz, bina depreme de dayanmaz, kendi yükünü de taşıyamaz. Kolonlar en temel taşıyıcı ve salınım yapan unsurlardır. O yüzden iyice incelenir. Gelen mühendisler, sizden binanın projesini de isteyeceklerdir. Binanın projeye uygun yapılıp yapılmadığının kontrolü yapılacaktır. Eğer proje yoksa gelenler binaya uygun koşulları kendileri belirlemek zorunda kalacaktır. Bu yukardaki işlemlere tahribatlı muayene denmektedir. Bazı jeologlar numune vs. alımı betonu zayıflattığı için bu yöntemi onaylamıyorlar.

BİNA DAYANIKLILIK KONTROLÜ; RADYOGRAFİ, ULTRASON

Binada muayene yapılan durumlardan biri de çatlak kontrolü. Bina çatlak durumu binanın yorgun ve herhangi bir depremde sıkıntı yaratacağı anlamına gelebilir. Çatlak kontrolü gözle yapılabilir. Ayrıca bina kolon ve diğer bölgelerde röntgen çekilir. Bu röntgen (radyografi) dediğimiz şey, ayağımız kırıldığında çektirdiğimiz röntgen ile aynı durumdur. Bu radyografi ile kolon içindeki ve zemindeki demirleri görüp, demirlerin sayısı ve kalınlıklarını tespit edebiliriz. Deprem dayanımı için bu röntgeni kullanmak, gözle kontrol, beton numunesi almak her biri yasal mevzuatların gerekleridir. Evinize deprem dayanımı için kontrol yaptırdığınızda bu aşamaların yapılması gereklidir. Şayet yalnızca göz ile kontrol yapılıyorsa bu kontrole riayet etmemek gereklidir. Deprem kontrolünün en büyük handikaplardan birisi bu ülkede bu işi yapan çok az firma olmasıdır, bir diğeri de işin maliyetinin yüksek olmasıdır. Bana kalırsa bu iş için belediyelerde birimler kurulup, gerekli ekipmanlar temin edilip, hızlıca tehlikeli bölgelerdeki yerler taranmalıdır. Belediye yapmalıdır diyorum, çünkü işin içine para girince yapılan kontrollerin gerçeğe uygun olup olmadığı muamma yaratıyor. Diğer taraftan yüksek ücretler yüzünden bu taramaları yaptıramayacak çok fazla insan var.

Mühendislik hiç de fena bir bilim değil. Keşke mühendisliği çoktan hayatımızın bir parçası haline getirseydik de bunca acıyı yaşamasaydık. Diyelim ki kolonlarınız uygun çıkmadı, kolonları güçlendirmek mümkün. Güçlendirme için uzmanlar değişik yöntemler öneriyorlar.  Mesela kolonlara mantolama yapılabiliyor. Mantolama kolonun dışına bir kolon daha örmek gibi bir şey diye tarifleniyor. Bu ve buna benzer başka yöntemlerle binalarınız güçlendirilebiliyor. Şöyle bir sıkıntımız daha var ki bir kişi oturduğu bina için depreme dayanım kontrolü yaptırmak isterken, binanın değeri düşer diye diğer bina sakinlerinin istememe ihtimali var. Bunun için de bence bir yasa daha çıkarılmalı ve bütün binalara depreme dayanım kontrolü yapılmalıdır.

Hayatımıza biraz daha teknoloji sokmak iyi olacak. Binalar için tahribatsız muayene yöntemleri de var. Adı üstünde tahrip etmeden yapı, malzeme muayene edilebiliyor. Bunlardan Radyografik (röntgen çekme) Yöntemi yukarda da söylemiştik. Yüksek radyasyon yaratması nedeniyle tehlikeli. Bir diğeri ultrasonla muayene. Ses dalgaları ile malzemenin iç yapısına bakma işi. Bildiğimiz tıpta kullanılan ultrasonla aynı yöntem. Bu yöntemle betonun iç çatlağı görülebildiği gibi yine demir vs. kontrolü de yapılabilir.  Ultrason Türkiye’de pek kullanılmayan yöntemlerden.  Halbuki hiçbir tehlikesi yok ve beton iç yapısı bu yöntemle kontrol edilebilir.

Enkaz çalışmalarında ve kurtarma esnasında televizyondan değişik cihazlar duyduk. Her ülkenin kendine göre kullandığı cihazı var. Kimi termal (sıcaklık) algılayıcı, kimi hassas ses algılayıcı. Biz bir şey kullandık mı bilmiyorum? İnsanlar acil durumlar için de cihazlar geliştirip yapmışlar. Teknoloji bizden yana ve işimize yarıyor bu yüzden yeni teknolojiler üretmek ve üretilen işe yarayan teknolojileri insanlık için kullanmak önemli.

Üç teknik insan; Yüksek İnşaat Mühendisi Yüksel Kaya, Tahribatsız Muayene Uzmanı Ersan Gönül ve ben birlikte biraz teknoloji konuştuk. Ortaya işe yarayacak bir sürü yöntem çıktı. Yaptığımız sohbeti size de aktarmış oldum.

Evimize, kendimize ve hayata olan güvenimize umarım tekrar kavuşuruz. İnsani duyguların en önemlilerinden olan güven duygumuz çok ağır sarsıldı. Bu güven duygusunu yaratmanın yöntemlerinden biri teknoloji ve bilim bir diğeri de ekonomi. Bir hafta önce asgari ücret açlık sınırının altında diye tartışmalar yapılırken, aç kalmayı göze alıp tırlarla yardımlar yapan koca yürekli insanlara bin selam.  Artık ülkede güvende hissetmeye her şeyden daha çok ihtiyacımız var.

Güvenli hissettiğimiz günlerde yaşamak dileğiyle…

*A sınıfı İş Güvenliği Uzmanı