Habitatların muhafaza edilmesi türlerin korunması için yeterli değil
Çevre korumacılar, hükümetleri, 2030 yılına dek gezegendeki kara ve okyanus habitatlarının (yaşam alanlarının) yüzde 30’unu korumak doğrultusunda “30’a 30” hedefini kabul etmeye zorluyor.
Warren Cornwall
Bilim insanları, gerçekleştirilen geniş kapsamlı bir araştırmada, benzer korunmasız alanlara kıyasla 1.500 adet koruma alanında 27 bin su kuşu topluluğunun nasıl bir performans sergilediğini gözlemlediler. Sonuçlar fazlasıyla öğretici oldu.
Dünya liderleri ekim ayında Çin’in Kunming kentinde biyoçeşitliliği güçlendirmeyi amaçlayan zirveye hazırlanırken, bilim insanları bir uyarıda bulunuyor: Yalnızca toprakların korunması, türlerin kurtarılması anlamına gelmez!
Çevre korumacılar, hükümetleri, 2030 yılına dek gezegendeki kara ve okyanus habitatlarının [yaşam alanlarının] yüzde 30’unu korumak doğrultusunda “30’a 30” hedefini kabul etmeye zorluyor. Buna benzer hedefler habitatı yıkımdan koruyabilirken, yayınlanan yeni araştırmalar bunun orada yaşayan hayvanlara yardım sağlamak için her zaman yeterli olmadığını gözle önüne seriyor. Yanı sıra, kimi canlılara fayda sağlamak amacıyla bu sığınakların aktif biçimde yönetilmesini de gerektirebiliyor.
KORUMA ALANLARININ AÇMAZLARI
Organizmaların hayatlarına devam edebilmek için yaşam alanlarına ihtiyaç duyuyor olmaları kulağa sağduyulu bir cümle gibi gelebilir. Buna karşın bilim insanları, ekosistemlere yön veren dağınık ve karmaşık dinamiklere sahip arazi korumasının yarattığı etkileri açıklığa kavuşturmak için çaba sarf ettiler.
İngiltere’de bulunan Exeter Üniversitesi’nin Penryn Kampüsü’ndeki Ekoloji ve Koruma Merkezi’nden Hannah Wauchope, “Koruma altındaki alanların, özellikle de ormansızlaşmayı durdurma bağlamında habitat kaybını engelleyebileceğini biliyoruz” diyor. “Ne var ki, koruma alanlarının yaban hayatına nasıl yardım ettiği hususunda çok daha az bilgiye sahibiz.”
Wauchope ve İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa, Avustralya ve Güney Amerika’dan bilim insanları, gün geçtikçe büyüyen bir veri birikiminden faydalanmak amacıyla güçlü bilgisayarlar kullanarak karmaşayı azaltmaya çalıştılar.
Araştırmacılar [üzerinde çalışmak için] su kuşlarını seçtiler; zira dünyanın her bir köşesinde bulunurlar ve eğer bir bölge uygun değilse süratli biçimde hareket edebilirler ve sayıları küresel bir kuş gözlemcisi ordusu tarafından takip altındadır. Bilim insanları, başta Kuzey Amerika ve Avrupa olmak üzere, 27 binin üzerinde su kuşu topluluğunun yanı sıra güney Afrika, Güney Amerika, Orta Doğu ve Asya’da gerçekleştirilen kuş sayımlarını bir araya getirdiler. Ardından, bu kuş topluluklarının 1.500 adet koruma alanında yıllar içerisinde nasıl ilerlediklerini ve korunmayan benzer alanlardaki sayılara kıyasla ne durumda olduklarını gözlemlediler.
TEK BAŞINA YETERLİ DEĞİL
Yaklaşım “öncesi-sonrası, kontrol müdahalesi” ya da kısaca ‘BACI analizi’ adıyla biliniyor. Yeni teknik, bilim insanlarının, bir yaban hayatı sığınağı oluşturmak gibi belirli bir etkenin gerçekten bir fark yaratıp yaratmadığını daha güvenilir bir şekilde tespit etmelerine imkân tanıyabilir. Bunun sebebi, hem kuş sayılarının zaman içerisinde nasıl değiştiğini (öncesi-sonrası) hem de korunma altındaki bir alanda diğer yerlerden farklı bir kaderle karşılaşıp karşılaşmadıklarını (kontrol ve müdahale) izah edebilmesi.
Ulaştıkları sonuçlar, tek başına habitat korumasının su kuşlarının gelişimini garanti altına almadığını ortaya koyuyor. Yüzde 27’lik oranla nüfusun yaklaşık dörtte birini oluşturan su kuşlarının sayısı, bir koruma alanının içinde yaşıyor olmaktan güç alıyor gibi görünüyordu. Bilim insanları, yüzde 48’lik oranla, korunan bir alanın içindeki ya da dışındaki kuşların neredeyse yarısının gidişatında açık bir fark görmediler. Nature dergisinde 20 Nisan günü yayınlanan araştırma sonuçlarına göre, gözlemlenen kuşların yüzde 21 gibi kaygı verici bir kesimini oluşturan ve korunan arazilerde yaşayan toplulukların durumu, aslında daha da kötüye gitti.
Wauchope, “Korunan alanların işe yaramaz olduğunu söylemiyoruz” diyor. “Önemli olan nokta, etkilerinin büyük ölçüde değişkenlik göstermesi.”
Araştırmacılar, koruma alanlarından bazılarının su kaşları için daha elverişli olmasının birçok muhtemel nedenini gözden geçirdiler. Bir kuşun büyüklüğünden, göç edip etmemesinden ya da arazinin vahşi alanlara mı yoksa köylere mi yakın olduğundan kaynaklanan bariz bir etkiye rastlamadılar. Koruma alanının büyüklüğünden kaynaklanan bir miktar etkiye rastladılar. Daha geniş habitat alanları, olumlu bir etki yaşanması ihtimalini ortalama yüzde 9 oranında artırmıştı.
ÖNEMLİ OLAN NASIL İDARE EDİLDİĞİ
Dikkat çekici olan unsur, habitatın özellikle de su kuşlarına fayda sağlamak doğrultusunda idare edilip edilmediğiydi. Bu mesele, 1971’de imzalanan ve ‘Ramsar Sözleşmesi’ adıyla bilinen uluslararası bir sulak alan anlaşması kapsamında idare edilen arazileri ve Avrupa Birliği’nin ‘Kuşlar Yönergesi’ kapsamında belirlenen arazileri içeriyordu. Bu düzenlemeler, sürekli başarıyla bağlantılı tek etkendi.
Elde edilen bulgular, kağıt üzerindeki koruma alanlarının daima sahadaki sonuçlara evrilmediğini ortaya koyan başka araştırmaları yansıtıyor. Bilim insanları, geçtiğimiz yıl, koruma alanları içinde kalan 34 bin kilometrekarelik ormanın 2000 ve 2012 yılları arasında kesildiğini açıkladı.
Wauchope açısından, su kuşlarından gelen mesaj, biyoçeşitliliği korumanın yalnızca bir sayıya ulaşmak olmadığını aktarıyor. Wauchope, “Biyolojik çeşitliliğe fayda sağlamak için sadece koruma altındaki toplam küresel alan üzerine yoğunlaşmaktansa, bu alanların doğru biçimde yönetilmesini sağlamaya daha fazla yoğunlaşmamız gerek” diyor. “Koruma alanlarının uygun bir idare olmaksızın bir işe yaramasını bekleyemeyiz.”
Çeviren: Tarkan Tufan
Kaynak: Anthropocene Mag