Hacer Kılcıoğlu: Aynı gökyüzünün altında hepimiz eşitiz
Hacer Kılcıoğlu'nun kitabı 'İyi Günler Eczanesi', Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlandı. Kılcıoğlu, "Aynı gökyüzünün altında hepimiz eşitiz; hayvanlar, insanlar, bitkiler. Başka şekli yok" dedi.
Ayşe Yazar
DUVAR - Yaşadığı şehirden beslenen, çocuk ve gençlik kitaplarında gerçekliği mizahla tamamlayan Hacer Kılcıoğlu, bu kez ertelenmiş mutlulukları, birbirinden başka ve renkli karakterlerle buluşturuyor.
Kılcıoğlu'yla, Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan yeni kitabı 'İyi Günler Eczanesi'nin bir Roman düğününde kesişen hayatlarını, temposu yüksek ve içinde yaşadığımız salgın günlerinde ruhumuza ilaç gibi gelen hikâyesini konuştuk.
Kitap, İyi Günler Eczanesi'ne giren görme engelli genç Levent'e eczacı Sevinç Hanım'ın reçeteyi hazırlarken kızı Hazal'dan, üşüten Levent'e bitki çayı hazırlamasını istemesiyle başlıyor. Bu kısmı okurken kendime böyle bir incelik yapılmış gibi hissettim. Kitabın pek çok yerinde metnin doğallığı içinde aktardığınız insani değerlere bu kadar zarif bir yöneltme görmemiştim. Hikâyenin içinizde belirme ânını çok merak ettim. Bu an için neler söylersiniz?
“Hayat kısa kuşlar uçuyor.” (Cemal Süreya). Çok severim bu dizeyi. Hayat sahiden çok kısa. İşler bitiyor, insanlıklar kalıyor geriye. Sevinç Hanım iyi biri, inceliklerin kadını. Sevmeyi öğrenmiş, kızına da öğretmiş bir kadın. Çinlilerin bir söylemi var, “ejderhanın çocuğu ejderha olur.” E Hazal da aynı sevecenlikle eczanede yerini alıyor. Kitabı yazarken çocuğun okuma eğlencesini bozmamak adına ilaçlardan, ilaç almaya gelen müşterilerden fazlaca söz etmemeye çalıştım. Ama hayat diye de bir gerçeklik var. İnsanız ve hastalanıyoruz. Ve ben bir eczaneyi mekan seçmişim kendime. Sevgili editörüm Müren Beykan da, “Kimse girip çıkmadı, eczane iflas etmese bari” diye telaşlandırınca beni, Levent gibi sevdiğim insanları serpiştiriverdim yazıya.
'İZMİR'İ, İZMİR'DE YAŞAYANLARI VE YAŞANANLARI YAZMAK BANA ÇOK İYİ GELİYOR'
Kitabı okuyunca sizin bir kent yazarı olduğunuzu düşündüm ve aklıma yeşilliğin olmadığı, taşların suretiyle şekillenen, Galileo, Dante, Michelangelo, Donatello, Rafaello, Leonardo da Vinci gibi pek çok ismin özdeşleştiği Floransa geldi. Sizin kitaplarınızda İzmir; semtleriyle, tarihi eserleriyle, insanlarıyla sadece mekân olmanın ötesinde bir anlam taşıdığını hissettiriyor. Bu kentin yazarı olmak üzerine neler söylersiniz?
Sevgili Muzaffer İzgü’nün bir nasihatı vardı, “Yaşadığımız mekânlara borcumuz var, onları yazın isterim” demişti. İzmir inatçısıyım. Seviyorum bu şehri. Neredeyse tüm hayatım bu şehirde geçti. Öyle çok anı, öyle çok sevdiğim var ki, anımsadıkça sersemliyor zihnim. İzmir’i, İzmir’de yaşayanları ve yaşananları, bütün duygularımı var gücümle kullanarak yazmak bana çok iyi gelen bir şey.
İyi Günler Eczanesi'ne yolu düşenler içinde Gülaçtı Teyze ve Zühtü Amca'yı görünce bağlılık, vefa, kadirşinaslık gibi duygular içimden sökün edip gönlüme yerleşti. Okurun da yazarın da vefasının tecellisi olarak zihnimizde somutlaşan bu durumun yansımaları hakkında konuşmak isterim.
Bu soruya cevap vermeyi çok seviyorum. Çünkü bu farkına varılmasını çok istediğim bir durum. Kitaplarımdaki kahramanları başka kitaplarda cee diye ortaya çıkarıveriyorum. Çocukça bir sevinç duyuyorum bundan. Kitaplarda oluşturduğum kahramanlara arsızca bağlanıyorum. Yazana kadar da onları yanımda taşıyorum epey zaman. Kitap çıkınca, çocukların arkadaşı olunca, istiyorum ki o kitabı okuyan çocuk başka kitaptaki kahramanlarla da arkadaş olsunlar.
'KİTAP KAHRAMANLARIMA RASTLAMAK İÇİN YOLCULUKLARA ÇIKIYORUM'
Gelelim birbirinden renkli Firavun Amca'nın mahallesindekilerin deyimiyle Aakimanım'dan Kal-Faik'e, Tilbe'den Pilli Boya'ya karikatür dergilerinin sayfalarından taşmışçasına zihinlere kazınan karakterleriniz var. Bunlar gözesinden çıkıp kurguya nasıl yerleşiyor?
Gözlemliyorum. Unutmuyorum. Kitap kahramanlarıma rastlamak için yolculuklara çıkıyorum. Rastlamadımsa yolumu değiştiriyorum. Sınırlarımı zorlamayı seviyorum. Bu kitapta sözü edilen roman kişileri görmek için Kakava Şenlikleri’ne gittim mesela. Ege Mahallesi'ni gördüm. Roman çocukların kültür merkezini ziyaret ettim. Belgeselci gibi çalışıyorum biraz. Bir de zulada birikmiş insan tiplemeleri var. Pilli Boya mesela. Öğretmenlik hayatımda bana rastlamıştır illaki.
İnsanlarınız dedik fakat Kafka ve Kedi'ye değinmeden geçemeyeceğim. Bir de hemen her kitabınızda gökkuşağı gibi beliren leylekler. Adlarının esprisi, mekâna ve olaya dâhil etme üslubunuz ve hikâyenin mizahi açıdan kazandığı boyut insanlarınki kadar güçlü bir şekilde nasıl ortaya çıktı?
Aynı gökyüzünün altında hepimiz eşitiz. Hayvanlar, insanlar, bitkiler. Eşit olmalıyız. Başka şekli yok. Benim kuşlara özel zaafım var. Kargaların zekasına hayranım. Kitaplarımda söz ederim sık sık. Ama illaki leylekler. Leylek demek çocukluğum demek. Leylek nesli tükenecek diye ödüm patlıyor. Vefa dersek belki her kitabımda onlardan söz etmek bir vefa örneği olabilir. Ve sevgili Ayşe, sizinle Leylek günü olarak 27 Şubat'ı, Selçuk’ta ilk kez leylek gördüğünüz tarihi seçtiğimizi duyurmuş olayım yeniden. Selçuk bu konuda çaba harcıyor, biliyorum. Her yıl kimse kutlamasa da benim gibi leylek delisi kişilerle bir araya gelip kutlayacağız, söz.
Kitabın adının ve mekân seçiminizin dahiyâne olduğunu düşünüyorum. Buradan yola çıktığımızda Görme Engelliler için Engelsiz İlaç Projesi, ÇEKOP, Tepecik Senfoni Orkestrası, İzmir Saat Kulesi'nin mor ışıkla aydınlatılması gibi detaylarla kitabın hazırlık sürecinde yoğun ve meşakkatli bir emek ortaya koyduğunuzu görüyorum. Çağınızın tanıklığını aşan bir gözlemin damıtılmasıdır 'İyi Günler Eczanesi'. Bu damıtılma sürecini bize anlatır mısınız?
'İyi Günler Eczanesi' dosya olarak Günışığı’na gittiğinde henüz pandemi yoktu. Ama ben yine de eczaneyi, roman kişilerini, yine bir çalışan çocuğu yazmak istiyordum. Pandemi döneminde basıldı ve kitabın adı, içinden geçtiğimiz zamana çok uydu. Çağımızın tanıklığı derseniz... İzmir Saat Kulesi, İzmir’imin simgesidir, bunu defalarca anımsatabilirim. Tepecik Flarmoni Orkestrası, Roman kişilerin oluşturduğu şahane bir müzik grubudur.
'METİN AKIP GİDİYORSA BUNUN BİR NEDENİ KOLEKTİF ÇALIŞMADIR'
"Estirekli, çıldırık" gibi kelimeleri sizin metinlerinize çok yakıştırıyorum. Dille böylesine eğlenceli oynamak, bunu yaparken geniş bir yelpazede karakterleri konuşturmak az bulunur bir meziyet. Yüksek bir tempoda 56 sayfa durmaksızın akan çatışmalar. Sonra hooop Manisa, Kedi, Kafka, düğün. Diyalog yazma sisteminiz ve kitabın bölümlerini oluşturma şekliniz okur kitlesi düşünüldüğünde, kendine has bir okuma dinamiğine götürmüş okuru. Bu bölümler, kurgu ve metnin dilinin oluşumu üzerine bizlerle neler paylaşırsınız?
Onomatope diye bir kelime var. Doğa seslerine benzer sesle kelime türetmek. Ben bunu yapmayı seviyorum. Yani çocukların hoşuna gittiğini düşündüğüm yeni kelimeler uyduruyorum. Dile müzikal bir tat veriyor. Kendi hayatımda da bunları kullanıyorum. Foş foş deodorant demek mesela. Fısfıs, aerosol. Diyalog derseniz... Diyalog severim. Diyalog yazmayı da. Metinde açıklamak istediğim bir şeyi diyaloğa yedirmek için çok çabalarım çünkü çocuklar, uzun ve açıklayıcı metinlerden sıkılıyor. Kurgunun hızlı akması da o yüzden önemlidir. Kişiliğim de hızdan yanadır. Sevgili editörüm Müren Beykan’ın da hakkını vermem gerek. Metnimle birlikte teslim olurum ona. Biz yazarlar bazen metinlerimize aşık oluruz. Bu tehlikeli bir şeydir. Dış göz bunu görür. Metin akıp gidiyorsa bunun bir nedeni kolektif çalışmadır.
Bunca eğlencenin ve curcunanın içinde Optik Osman'ın çizdiği resim, Faik’in Neşe ile geciken buluşmaları da kitabın başka hayatlara açtığı zarif pencereler olarak beliriyor. Çıtırlar, Elvis, Bayram ve Hazal ile iki ayrı dünya ve iki ayrı kuşağı şikâyetlenmeden buluşturmuşsunuz. Bu buluşma sonrası okurlarınızın hayatlarında neler göreceklerini düşünüyorsunuz?
İsterim ki, bu kitaptan ya da hayat-edebiyat dengesini iyi oturtmuş başka kitapları okuduktan sonra, çocuk okurlar, daha çok merak etmeyi, ötekileştirmenin değil de kardeşçe, barışla yaşamanın önemini, şiddet içeren duyguları kalplerine almamayı, koşulsuz sevgiyi benimserler.