Hadi koalisyonu tartışalım
5 yıldır Türkiye fiili koalisyon ile yönetiliyor. Bunun 3.5 yılı yeni sistemle geçti. Fiili koalisyon ortaklarının mevcut Cumhurbaşkanlığı Sistemi'ni savunurken 'koalisyonları' eleştirmesi de ilginç.
Sedat Bozkurt*
Türkiye’de bazı tartışmaları kısa yoldan bitirmenin çok kesin bir yolu var. Biz bu yolu sistem tartışması için kullanacağız. Bu yol çok bildik bir Bektaşi fıkrasıdır: Bektaşi’ye 2 şişe şarap vermişler, “Bak bakalım hangisi iyi?” diye sormuşlar. Bektaşi birini açıp içmiş ve kapalı olanı göstererek “Bu daha iyi” demiş. İtiraz etmişler ve “Daha diğerinin tadına bile bakmadın, nasıl bu daha iyi olabilir?” diye sormuşlar. Bektaşi yanıt vermiş; “Hiçbiri bundan daha kötü olamaz.”
Bu fıkrayı mevcut cumhurbaşkanlığı sistemi üzerinden okuduğunuz zaman sistem tartışması da bitiyor: Hiçbiri bundan daha kötü olamaz ki…
Son 5 yıldır Türkiye, fiili bir koalisyon ile yönetiliyor. Bu 5 yılın 3.5 yılı yeni sistemle geçti. Fiili koalisyon ortaklarının mevcut Cumhurbaşkanlığı Sistemi'ni savunurken sürekli “koalisyon hükümetlerini” eleştirmeleri de ilginç. Cumhurbaşkanlığı Sistemi'ni savunmalarına karşın, işleyişin tam bir “deneme-yanılma” ile geçtiğini de sürekli olarak çıkartılan 'Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde değişiklik yapan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi'nden anlıyoruz. Bu sistemi savunanların koalisyonları eleştirmeleri, bu nedenle koalisyonların bundan daha iyi olduğu peşin hükmünü bizde hâkim kılıyor.
Avrupa’daki ülkeleri uzun yıllardır koalisyon hükümetleri yönetiyor. Bazen Avrupa’da koalisyon görüşmeleri çok uzuyor ve ülkeler hükümetsiz de yönetiliyor. Sistem tıkır tıkır işliyor. Örneğin Belçika, aylarca hükümet kurulamadı. Merkel, Almanya’yı 16 yıl koalisyonla yönetti ve ülkenin durumu ortada. 19 yıldır Türkiye’yi tek partinin mutlak iktidarı yönetiyor, Türkiye’nin durumu da ortada. AKP’den önceki 19 yılın 8 yılı tek başına hükümetle, 11 yılı koalisyonlarla yönetildi. Bu iki 19 yılı muhtelif kategorilerde değerlendirmek mümkün.
Türkiye’de ilk koalisyon hükümeti 1960 darbesi sonrasında 1961 yılında yapılan seçimlerin hemen ardından, dönemin politik iklimini de rahatlatan bir biçimde İsmet İnönü’nün CHP’si ile Süleyman Demirel’in Adalet Partisi (AP) arasında kurulmuş ve 7 ay görev yapmıştır. Ardından İnönü tarafından kurulan koalisyon hükümetleri ile 1965 yılına kadar gelinmiş, seçim yasasında yapılan değişiklik ile 1965 yılında AP tek başına iktidar olmayı başarmıştır. İnönü o dönemde, daha sonra Alparslan Türkeş’in genel başkan olmasıyla adını MHP olarak değiştirecek olan CKMP’nin de içinde yer aldığı bir koalisyon hükümeti ile ülkeyi 15 ay yönetmiştir. İnönü, bağımsız milletvekillerinin desteği ile kurduğu azınlık hükümetiyle 1 yıl ülkeyi yönettikten sonra seçime gidildi ve 4 yıl sürecek AP’nin tek başına iktidarının önü açıldı.
1969 yılında yapılan seçimlerde de AP 1’inci parti çıktı ve tek başına iktidar oldu ama 1971 yılında muhtıra yedi, hükümetten düştü. Başbakan CHP’den istifa etmesi koşuluyla Nihat Erim oldu, CHP ve Milli Güven Partisi ile bağımsızlar yeni hükümete destek verdi, bu hükümet 9 ay sürdü. Ardından yine Nihat Erim tarafından kurulan hükümet bir kez daha CHP ile AP’yi 11 ay sürecek bir koalisyon hükümetinde bir araya getirdi.
Nihat Erim başbakanlıktan çekilince AP ve CGP’nin desteği ile Naim Talu başbakan oldu. 9 ay süren bu dışardan atama başbakan modelli koalisyon 9 ay sürdü, ardından seçimlere gidildi.
Muhtıranın ardından kurulan koalisyon hükümetleri ve başbakanlık modellerinin tamamı, siyaseti dışardan inşa eden müdahalelerin zorlamasıdır. Siyaset bu zorlamaların etkisinden uzun süre kurtulamamıştır. 1974 yılında CHP bu sefer Milli Selamet Partisi MSP ile koalisyon kurarak iki siyasi zıt kutbu bir araya getirmiştir. Muhtıranın istikrarını bozduğu siyaset, ara dönem hükümeti kurmak da dahil olmak üzere pek çok koalisyon hükümeti modelini tüketmiştir. Bugün halen CHP-MSP hükümetine ilişkin olumlu görüşler dillendirilirken o dönemim aşırı sağ Milli Cephe hükümetlerine kısa dönemler için de olsa olumsuzluklar yüklenir. Bu dönemin tek parti hükümetini sadece Demirel kurmuş ama 12 Eylül 1980 darbesiyle bitmiştir.
Yeni bir darbeyle bir öncekini atlatamadan tekrar darmadağın olan siyaset, 80 darbesi sonrasında kendisini farklı sunan ANAP’ı tek başına iktidara taşıdı. 8 yıl süren bu iktidar sonrasında Demirel bu sefer daha önce 2 kez ortaklık yaptığı İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü ile DYP-SHP koalisyon hükümetini kurdu. 2002 yılına kadar tek başına hiçbir parti iktidar olamadı. Bu dönemde sağ blok olarak kurulan partiler işlemedi. Anayol, içinden yıkılırken, Refahyol için devletin siyaset dışı dinamik güçleri devreye girdi.
İçinde DSP olan yani sol bir unsur bulunan koalisyonlar, işleyiş açısından sağlıklı yürüse de icraat açısından hep krizlere neden oldu. Kriz döneminde ortaya çıkan AKP önce tek başına iktidar oldu, siyaseti seçim sonuçlarıyla bizzat kendisi dizayn etti, bazı siyasi partiler ömrünü doldurdu, bazıları kendisini yeniden üreterek hayatını devam ettirdi. Her seçim sonrası tek başına iktidarını tahkim eden AKP sonuçta tek kişilik bir iktidar biçimine dönüştü. Cumhurbaşkanı seçilme oranının yüzde 50+1 olması nedeniyle de artık, aynen siyaset dışı müdahaleler nedeniyle zorunluluk olarak gündeme gelen koalisyon modelleri gibi seçim ittifakları kurulması zorunluluğu doğdu. Eğer iktidarda iseniz bu model, MHP örneğinde olduğu gibi resmi olmasa da fiili bir koalisyon ortaklığına evriliyor.
Teknik olarak koalisyon hükümetlerinin en önemli özelliği, varılan mutabakat gereği oluşturulan yazılı protokol üzerinden ilerlemesi. Bu süreç, yani yazılı protokolün işleyişi her parti tarafından dikkatle izlendiği için koalisyonun denetleme mekanizması olarak çalışır. Kolektif karar almak ve uygulamak zorunluluğu nedeniyle şeffaflık ve bilgi paylaşımı mecburidir.
Türkiye’deki koalisyon uygulamaları, hep siyasetin allak bullak edildiği dönemlerde, var olan kurumsal siyasetin varlığını sürdürme ya da ne olursa olsun iktidarda kalma çabası nedeniyle oluşmuştur. Bu hükümet modellerinin yarattığı boş alanı kullanma ısrarını sürdüren bürokrasiyi de unutmamak lazım. Demirel’in tanık olduğu pratikler üzerinden kurduğu “Türkiye’de hükûmet olabilirsiniz ama iktidar olamazsınız” tespiti bir dönemin gerçeğidir. Şimdi mutlak iktidar olunabilmektedir ama bunun yarardan daha çok zarar getirdiği de ortadadır. Bu mutlak iktidar olma halinin koalisyon hükümeti modeliyle paylaşılması belki de en sağlıklı yoldur. Aksi takdirde mevcut sistem pratiğinde görüldüğü gibi mutlak ihtiyaç duyulan küçük parti ya da partiler büyük partileri kontrol altına bile alabilirler.
Şunu unutmamak lazım, tarihsel olarak Anadolu coğrafyasında, genelleme ne kadar doğru olabilir tartışmalıdır ama politik kimlik bir politik bilinçle oluşmamıştır. Kavgalı ailelerden birisi CHP’li ise diğeri DP’li olmuştur. Köyler, aileler politik olarak böyle ayrışmıştır. Güçlü aileler milletvekilliğini kaybetmemek için partileri paylaşmışlardır. Bu, çok da politik olmayan ayrım; berberleri, kahvehaneleri bile ayırmıştır. Bu, dünde kaldı artık. Şimdi kurumsal siyasete ya da siyasi tercihlere daha bilinçli ve stratejik bakan bir seçmen kitlesi mevcut. Politik kimliklerden bağımsız bir araya gelme yeteneği referandumda somut olarak görüldü. Ve bu nitelik koalisyonların işlemesine de olanak sağlayacak bir potansiyel barındırmaktadır…
* Gazeteci