YAZARLAR

Hadi yine iyisiniz!

Neyse ki dün, Sayın Cumhurbaşkanı bir yıldır dükkanlarını doğru düzgün açamayan küçük esnafa müjdeyi verdi: Eğer hâlâ hayatta ve ayaktaysalar, 3 bin ya da 5 bin lira destekle ödüllendirilecekler...

Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha önce de birkaç kez helallik istemişti. İlki, epeyce eski tarihli, henüz ustalık devrini ilan etmeden önce, başbakanlık yıllarında. 2011 Genel Seçimleri'nden hemen önce, grup toplantısında AKP milletvekillerine “ben size hakkımı helal ediyorum, lütfen sizler de bana ve birbirinize hakkınızı helal edin” diye seslenmişti. Konumuz bu değil, ama aynı konuşmasında MHP’ye ve BDP’ye “milli birlik ve kardeşlik projesi”nin karşısında durdukları, çözümü engelledikleri, ayrıştırıcı dilleri, öfke ve nefret dilini tercih etmeleri sebebiyle çıkışıyordu.

İkincisini 2017 yılında, AKP’nin 3. Olağanüstü Kongresi’nde istedi. Bu sefer milletvekillerine değil de millete seslendiğine göre kendimizi muhatap kabul edebiliriz. Diyordu ki: "Tayyip Erdoğan'ın milletinin hayrına olmayan bir icraatını, bir sözünü duyarsanız, bugüne kadar yaptığı her şeyi bir kenara bırakın ve gereğini yapın. Böyle bir yanlışın içine düşen Tayyip Erdoğan'ın tüm hakları size helaldir. Ben de sizden helallik istiyorum.”

En sonuncusu, güncel olanı, yalnızca toplumun belli bir kesimine yönelik söylendi: Kısıtlamalardan etkilenen esnafların bir kısmı ile turizm sektörüne, ayakta kalabilmeleri için her türlü desteği verme gayreti içerisinde olduklarını belirttikten sonra “Buna rağmen sıkıntıya düşen esnafımız, çalışanımız olduysa hepsinden helallik istiyoruz” diyordu. Anayasasında laiklik ilkesi olan bir ülkede, bir yöneticinin, kendi sorumluluk alanında olan ve çözmekle yükümlü olduğu bir sorunla ilgili helallik istemesinin siyaset bilimi literatüründe bir yeri yok. Üstelik eğer bu ülke bir demokrasi olma iddiasında ise, helalleşmeden değil de şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkelerinden söz etmek gerekirdi. Ancak bu olaylar Türkiye’de yaşandığı için, yazının devamında bu konu üzerine bir şey bulamayacaksınız. Normal bir zamanda, Sayın Cumhurbaşkanı eğer bu sözlerini bir miting alanında söylemiş olsaydı, meydandan “helal olsun” tezahüratının yükseldiğini duyacaktık muhtemelen. Ne var ki pandemi koşullarında, ancak televizyon ekranlarından söylenebilen bu sözler, sosyal medyada tam ters etki yarattı. Üstelik kötü bir zamanlamayla, arka arkaya, geçim sıkıntısı sebebiyle intihar eden küçük esnafa dair haberlerin geldiği günlerde söyleniyordu.

Neyse ki, esnaf ya da turizmci değilseniz, Cumhurbaşkanı’nın bu talebini üzerinize alınıp nezaketen dahi olsa “helal olsun” diye yanıt vermek durumunda değilsiniz. İsteyen içinden yanıtlayabilir. Şimdilik bunda bir sorun yok. Ama aslında, nüfusun önemli bir kısmı, zaten bu talebin dışında kalıyor. Bir garip “tam kapanma”nın ardından daha da garibinden bir “açılmayla” baş başayız. Nihayetinde, 16 milyonluk bir çalışan nüfusu zaten kapanmamıştı. Öyle olduğu için onlar adına bir açılmadan da söz edilemez. Bir kapanma ya da açılma durumu olmadığına göre, helallik vermelerine ya da vermemelerine de gerek yoktur, diye düşünmek mümkün. Okullar, kafeler, restoranlar ise 17 günlük tam kapanmadan önce de kapalıydı. Hâlâ kapalılar. Yani onlar için çok daha önceden kapanan kepenkler hâlâ açılmış değil. Bir yıldan daha uzun süredir, sekizinci ve on ikinci sınıfları saymazsanız çocukların okula gittiği haftaları toplasanız, iki elin parmaklarını bulmuyor. Hafta deyince, zaten iki gün. Geri kalan günlerin tamamında uzaktan eğitim diye dayattıkları, günde altı, yedi saat ekran başında oturup yüz yüze eğitim için hazırlanmış kaynaklarla öğretmenin anlattıklarını dinlemekten ibaret. O da tablet, telefon, internet erişimi olanlar için. Bir şey öğrenip öğrenmedikleri kimsenin umurunda değil. Milli Eğitim Bakanı televizyondan yaptığı uzaktan öğretimle dünyaya örnek olmakla övünedursun, okulların önümüzdeki sene de yüz yüze eğitime geçebileceği şüpheli. KESK’in raporuna göre, 2021 yılında MEB bütçesinin merkezi yönetim bütçesine oranı, bir yıl önceki yüzde 11,45’ten yüzde 10,69’a gerilemiş. 2002 yılında MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüze 17,8 iken 18 yıl sonra bu oranın yüzde 7,69 ile sınırlı. Yani değil pandemi koşullarına uygun biçimde yeni derslikler açmak, okulların fiziki koşullarını iyileştirmek için bile kaynak ayrılmamış. Bu arada 2021 yılının yatırım bütçesinden en büyük payın yine ulaştırma yatırımlarına, yani iktidara yakın inşaat gruplarına ayrıldığını da tespit ediyor rapor. Diyelim, ekonomik darboğaz nedeniyle, eldeki para anca iktidara yakın bu inşaat gruplarına kadar… Hızlı bir aşılama politikası uygulanmış olsa, okullar mevcut koşullarda yine açılır. İki gün öncesine kadar aşı randevusu açılan öğretmen ve okul personeli sayısı 499 bine ulaşabilmiş. Yani öğretmenlerin yüzde 60’ı henüz aşılanmamış. Öğretmenler aşısız. Ebeveynler aşısız. Çocuklar, gençler aşısız. Aşı yok. Ama zaten onlardan helallik isteyen de yok.

Turizm sektöründe çalışanlar, yani Dışişleri Bakanı’nın açıkladığına göre “turistin göreceği herkes” aşılanacak. İyi haber. Eylül ayındaki sayıları esas alacak olursak, yeni sezon başlarken Türkiye’de turizm sektöründe çalışan 3,5 milyon işçinin toplamda iki doz aşılanması gerekiyor. Öğretmenlerden sakınılan aşı, Türkiye’ye girişlerinde PCR testi dahi istenmeyen turistler gönül rahatlığıyla tatil yapabilsinler diye kullanılacak. Elbette öğretmenler gibi, salgının başından beri, üstelik hiç ara vermeksizin fabrikalarda, atölyelerde dip dibe çalışmak zorunda kalan işçiler gibi, market ve kargo çalışanları, inşaat işçileri, apartman görevlileri, şoförler, AVM çalışanları gibi, turizm çalışanları da büyük risk altındalar. Ancak aşı önceliği kazanmalarının sebebi, karşı karşıya kaldıkları riskin büyüklüğü değil. Dışişleri Bakanı’nın söylediği gibi, “turistin gözüne görünecek” olmaları. Bu sebeple, gülen yüz emojisine benzetilen sarı maskelerinin üzerinde “benden korkmayın, ben aşılıyım” dercesine “enjoy, I am vaccinated” yazacak; böylece ülkeye turist, yani döviz gelecek. TURSAB istatistiklerine göre 2019’da en iyi yılını yaşayan turizm sektörü ülkeye yaklaşık 34 milyar dolar getirmiş. 2020’de bu rakam 12,5 milyar dolar civarına düşmüş pandemi etkisiyle. Turizm bakanı, bu yıl iki mislini bekliyor. Biz faniler, turistin kendi salgınıyla baş edemeyen, vatandaşını dahi aşılayamayan bir ülkeyi ne sebeple tercih edeceğini bilemeyiz. Yine de koskoca Bakan'ın bir bildiği vardır desek bile en iyi senaryo Merkez Bankası’nın 60 milyar dolarlık eksi rezervini toparlamaya yetmiyor.

Pandeminin başından bu yana, ne çarklar dönsün diye canlarını tehlikeye atarak çalışmaya devam eden ne de mahkûm edildiği kısa çalışma ödeneği ile ayakta kalmaya çalışan milyonlarca insandan helallik isteyen var. Olsa olsa onlardan beklenen hallerine şükretmeleri. Oysa aynı günlerde, sadece 18 günlük tam kapanmada bile hazine garantili otoyollara, köprülere ve İstanbul Havalimanı’na 1 milyar lira ödeneceğini öğreniyoruz. 2021 yılı bütçesi içinde otoyollar ve köprüler için ayrılan gelir garanti ödemesi 14.5 milyar lirayı geçiyor.

BBC 2020 yazında İngiltere’den ithal edilen plastik çöplerin Adana’da yakıldığını açığa çıkarmıştı. Şubat ayında, Gazete Duvar’da Adana’daki çöplerin arasında İngiltere’ye ait araç plakasının bulunduğu haberini okuduk. Dün ise yine BBC Greenpeace’in raporuna dayanarak İngiltere’nin plastik atıklarının yüzde 40’ının Türkiye’ye ihraç edildiği ve yasa dışı yollarla toplanıp yok edildiği haberine yer verdi. Yani bir sektör olarak ele alırsak, pandemi dinlemeden çalışmaya devam edenler arasında çöp ithalatçıları da var. Habere göre 2016’dan 2020’ye kadar geçen dört yıllık sürede, Avrupa ülkelerinden Türkiye’ye gönderilen plastik atık miktarındaki artış tam 20 kat. Uzmanlar bu atıkların ancak çok küçük bir miktarının geri dönüştürülebildiğini söylüyor. Geri kalanı, “yok ediliyor”muş: Yok etmek deyince, yollara, tarlalara, su kaynaklarına atmak ya da zehirli gazlar saçan bu plastikleri yakmak yoluyla ortadan kaldırmaya dayalı bir sistem kurulduğu anlaşılıyor. Akdeniz kıyılarında, tarlalarda, yol kenarlarında bulunan atıklar arasında İngiltere’deki market zincirlerinin poşetleri de var, İngiltere’de yapılmış Coronavirüs testi de. Çöp ne ki, 15 yıl önce Gaziemir’de nükleer atığın bulunduğu yerde bugün çocuklar top oynuyor, diyebilirsiniz. Ne o çocuklardan, ne yaşam alanları taş ocağı açsın diye yandaş şirkete peşkeş çekilen köylülerden, ne başkasının çöpünden çıkan zehirli dumanı soluyan bizlerden helallik isteyen var.

Neyse ki dün topladığı kabinesinin ardından, Sayın Cumhurbaşkanı bir yıldır dükkanlarını doğru düzgün açamayan küçük esnafa müjdeyi verdi: Bu bir yıllık kayıplarına karşılık, eğer hâlâ hayatta ve ayaktaysalar, bir seferlik 3 bin ya da 5 bin lira destekle ödüllendirilecekler.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.