Hafızalardan silinen bir ibadet mekânı: Hasköy Esgher Sinagogu

Yok olmakta olan mekanlar, korunamayan yapılar, yağmalanan alanlar resmî kültürel miras söylemlerinde yer aldığı gibi ihmallere değil, ihlallere işaret ederler.

Google Haberlere Abone ol

Korhan Gümüş*

Esgher Sinagogu Haliç Hasköy'de, Aynalıkavak ile Hasköy caddeleri arasında, 1987 Dalan yıkımları sonrasında ortalıkta tek başına kalan yapılardan biri. İnşa tarihi tam olarak bilinmiyor. Kimilerine göre 19. yüzyıldan kalma, kimilerine göre de şehrin eski sinagoglarından biri.

Hasköy'de 20. yüzyıl başlarında 25 bin Yahudi'nin yaşadığı ve 30'dan fazla sinagog olduğu biliniyor. Cumhuriyet döneminde göçlerle birlikte semtteki Yahudi nüfusu azalıyor. Sinagoglar teker teker kapanıyor. Esgher Sinagogu da 1940'lardan sonra zift deposu ve dökümhane olarak kullanılıyor. Refah Partisi’nin Beyoğlu’nda yönetime geldiği Nusret Bayraktar döneminde belediyeye devrediliyor.

Yahudi topluluğunun temsilcilerinin gerekçesi restorasyonu için bütçelerinin olmaması. Hiç olmazsa kamu hizmetinde kullanılacağını düşünüyorlar. Ama hiç beklemedikleri bir şey oluyor:

Belediye Esgher’i aldığı gibi hemen bir yandaşa kiraya veriyor. Devir işleminden sonra Esgher uzun yıllarca “nargile kafe” olarak kullanılıyor. Nihayet pandemi koşullarında birçokları gibi bu “nargile kafe” de kapanıyor. Belediye bu defa tekrar harekete geçiyor. Sinagogu “Millet Kıraathanesi”ne dönüştürecek yeni bir projeyi uygulamaya koyuyor. İnşaat başlıyor.

Sinagogun çevresine “Millet Kıraathanesi” başlığını taşıyan kocaman panolar ve canlandırmalar yerleştiren belediyenin -nasıl oluyorsa- sinagogun, bu tarihi yapının geçmişte bir ibadet mekânı olduğu aklına gelmiyor. Panoların hiçbir yerinde yapının, Esgher’in bir ibadet mekânı olduğuna -ya da tarihine- ilişkin bir bilgi yer almıyor.

Üstelik bu defa Esgher’in adı yalnızca silinmekle kalmıyor. Kendisi de tamamen bir yapma bellekle doldurulacak bir boşluk halini alıyor. İnşaatı çevreleyen panolarda eklektik bir tarzda, süslenmiş kolonlar ve balüstradlardan oluşan, tarihi bir görüntü verilmiş bir iç mekân düzeni canlandırmaları yer alıyor. Böylece adı gibi, mekânın kendisi de belleksizleştiriliyor. Daha doğrusu mekânın belleği yapma bir bellekle değiştiriliyor. Mekân bir karşı hafıza girişimin sahne oluyor.

Bir ibadet mekanının geçmişte de bir döküm atölyesine ya da malzeme deposuna dönüşmesi yadırgatıcı geliyor olabilir. Ama eğer bu yeniden işlevlendirmeyi gerçekleştiren bir kamu kuruluşu ise? Üstelik projenin müellifi, programı falan da ortada yok.

Aklıma takılan soru şu: Birçok tarihi mekân yeniden işlevlendirilirken en azından geçmişine dair bir referans oluyor. Örneğin Tersane, Gazhane, Santral... gibi. Ama bu mekân eğer kamu tarafından yeniden işlevlendirilen bir Gayrimüslim ibadet yapısıysa… Buradaki unutkanlık acaba bir tesadüf olabilir mi? (Sahipleri tarafından işlevlendirilen Galata’daki Schneider Tempel gibi, adını koruyan istisnaların olduğunu hatırlatayım). Üstelik bir zamanlar İstanbul’un en büyük Yahudi nüfusunu barındıran Hasköy semtinin tarihine dair bilgilerin yer aldığı hiçbir müze, kütüphane de yok. Bu durumda şehrin tarihine sahip çıkan yerel yönetimin bu önemli mekânın işlevlendirilmesi için daha farklı davranması, sivil toplumla işbirliği yapması beklenmez mi?

Belediyenin daha duyarlı davranması beklenirken tersi oluyor: Esgher Sinagogu “Millet Kıraathanesi”ne dönüşürken, işaretsizleştiriliyor, belleklerden siliniyor. Daha birkaç yıl öncesine kadar Esgher’in elli metre ilerisindeki Mayor Sinagogu'nun dışında, duvarıyla araya sıkışmış bir döküm atölyesi ve gıda sanayii için son derece gelişmiş kauçuk ekipman üreten bir imalathane bulunuyordu. Deniz tarafına da gençlerin rağbet ettiği bilardo salonlu kafe kondurulmuştu. Ancak ne olursa olsun, mekânın adı her zaman “Mayor Sinagogu” olarak kaldı. New Yorklu sanatçı Serge Spitzer örneğin sinagogun ve çevresinin bu parçalanmış varlığını sorgulayan “Molecular Istanbul” başlıklı olağanüstü çarpıcı bir yerleştirme gerçekleştirmişti.

İçimden bir ses bunun bir unutkanlık ya da ihmal olmadığını söylüyor.

Şu anda bütün Hasköy semtinin dokusunu kazıyan, plansız projesiz yürütülen bir yıkım süreci gerçekleştiriliyor. Semt yıkımlarla elde edilen boşlukları kaplayan otoyollarla, kamu ile bu işi birlikte yürüten imtiyazlı girişimcilerle sinsice imha ediliyor. Bu yeni değil, 80’lerden sonra hızlanan bir süreç. 1987’deki yıkımlarının asıl hedefi şehrin modernleşme sürecindeki eski dokusu, daha çok “Gayrimüslim” mahalleleridir. Dalan’ın basına söylediği gibi akademyaya, yani "hocalarına danışmıştır". Onların söylediğine göre “yıkılmalarında bir mahzur bulunmamaktadır. Bu binaların değeri yoktur, çünkü onlar bizim ecdadımızın eseri değildir".

Bu nedenle Haliç sahilinde ancak birkaç yapı ayakta kalır. Evler, atölyeler, imalathaneler, ticarethaneler kazınır... Kenan Evren de çaresizlik ve şaşkınlık içinde kendisine gelenleri azarlamıştı: "Ne duruyorsunuz hâlâ. Defolun!"

Elbette ki istisnalar bulunur:

Örneğin binlerce yıl Akdeniz’e hâkim olan bir imparatorluk başkentinde daha önce sanki hiç yokmuş gibi Fatih kurmuştur, tersaneleri... “Nasıl yani, daha önce şehirde tersane yok muymuş” diyecek olursanız, bu defa da Türkleştirilir, bu evrensel miras. “İlk Türk tersanesi Fatih tarafından kurulmuştur.” Böylece imtiyaz grupları tarafından bir millî mitoloji yaratılır. Oysa nasıl yapıldıklarına, işlediklerine dair belgelere, işçilere, ustalara, yöneticilere, arşivlere bakıldığında en azından bundan kuşku duymak için birçok neden bulunur. Ne imparatorluk, ne modernleşme döneminde mekanların belleği vardır. Türlü çeşitli atölyelerde, imalathanelerde, taşıma işlerinde çalışanların kimliği yoktur. Feshane, Cibali Tütün Fabrikası gibi yakın tarihlere ait modernleşme döneminin izleri dahi bu resmî söylemlerde yeniden kurgulanır. Tıpkı diğer konularda da olduğu gibi.

Yıkımları sorgulama potansiyeli taşıyan topluluklar belediyeye danışmanlık, proje işleri ile susturulur. Ne de olsa "ihmal" edilmiştir, şehrin tarihî mirası. Ayrıca restorasyon çalışmaları ile bu "eserler" ayağa kaldırılmaktadır. İnsanların doğdukları, büyüdükleri, yaşadıkları, çalıştıkları yerlerden zorla sökülüp atılmaları bir bellek kırımı, mülksüzleştirme ve imha sürecidir.

Yıkımlar kadar koruma eylemleri de imha edici olabiliyor.

Sessizlik işaretten daha derin bir iz bırakır. Hafızayı örter. Silinti işaretten daha düşündürücüdür. Kimliksizlik görüntüsü veren şekli kendisini asla ele vermemesidir. Neyin önemli, neyin önemsiz olduğuna karar verme yetkisine haiz olmaları örneğin.

Hatırlanan şeyler kadar unutulanlar ya da kayıttan silinenler şehri şiddet topografyasının tahakkümü altına sokar. Irkçılık, kimi zaman istediğini görünmez kılan basit bir unutkanlık biçiminde tezahür eder. Çoğu zaman tavırsızlıkla, olan bitenden habersizmiş gibi yapılarak, yerin belleğini örten, ya da imhayı "ihmal etme" gibi gösteren "mimarî miras" söylemleri, şiddet teknikleriyle inşa edilir.

Tarihî bir yapı görüntüsü verilerek üretilmiş, süslenerek makyajlanmış, taklit mimarî ögelerle inşa edilmiş ya da yeniden adlandırılarak bellekleri silinmiş yerler tıpkı eziyet-işkence görmüş, ırzlarına geçilmiş insan vucüdları gibidir. Yok olmakta olan mekanlar, korunamayan yapılar, yağmalanan alanlar resmî kültürel miras söylemlerinde yer aldığı gibi ihmallere değil, ihlallere işaret ederler. Sinsice yeniden üretilen ırkçılık, imtiyazcı yapılar içinde koşullandırılan kültürel miras tanımları, değerler, uzmanlık söylemleri yaşanan şiddeti perdeleme amacını taşırlar. Hatırlatmaya değil, unutturmaya hizmet ederler. İhmal, ilgisizlik, bilgisizlik adı verilen durumlar kimi zaman yanıltıcı olabilir. Yerin belleksizleştirilmesi ile gerçekleşen imha ve yeniden inşa sürecidir. Savaşlar, kırımlar gibi korkunç olaylardan çok daha etkili olur, yeniden kurgulan topografyalar.

İlginç olan ise Dalan’ın yıktığı binalarda yaşayanların partisine oy veren seçmenler olduğudur. Medya ve danışmanları onun mavi gözlerini köreltmiştir. Nitekim seçimlerde kazanacağına kesin gözüyle bakarken hiç beklemediği bir yenilgiyle karşılaşır.

*Mimar