Hakan Sarıpolat'tan öyküler: Cıs'ın dünyasına genel bir bakış
Hakan Sarıpolat'ın öykü kitabı 'Cıs', İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Yazar kitapta, tekinsiz karakterlerin karşısına yerleştirdiği iyi karakterleri kurmacanın lezzetini bozmadan kullanıyor.
Çilem Dilber
Çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlanan öykülerinden tanıdığımız Hakan Sarıpolat, bu öykülerinden bazılarını 'Cıs' isimli kitabında bir araya getirdi. Sekiz öyküden oluşan kitabı, ilk öyküsü ve diğerleri şeklinde ayırmak sanırım yanlış olmaz. Çünkü ilk öykü diğerlerine nazaran oldukça uzun ve kolay kolay akıllardan çıkmayacak bir öykü: "Zincir".
Kitaba "Zincir" ile başlayan bir okur sanırım, Ali İmran’ın, Cücük Ahmet’in, Gülbahar’ın, Cebo’nun dünyasına girdikten sonra kitabın geri kalanında da tekinsiz, büyülü ve sıra dışı sokaklarda gezineceğini kolaylıkla fark edecektir.
“Çok kişiyi delirtmiş mahalle. Bazısı kokusundan diyor. Bazısı siyahlığından.”(sf.13)
Yazarın üslubu karakterleri canlı kıldığından olsa gerek "Zincir", nefes alan yaşayan bir mahalle. Aynı zamanda "Coğrafya Kaderdir"deki coğrafyanın ta kendisi.
“Bu olay her sene Ali İmran’ın öldüğü gün anlatılırdı. Birinde Cebo anlatırdı, birinde Şıkıdım Osman, birinde Osuruk Salim. Ama mutlaka anlatılırdı.” (sf.17)
"Satılık Melek Tüyü", çocuk anlatıcısıyla oldukça mizahi. Ancak aynı zamanda düşündürücü. Meleğe dönüşen anneannenin tüylerini bisiklet almak için satmak, kutsalın metalaştırılması açısından güçlü bir örnek. Aynı zamanda yazar bunu, çocuğun saflığı ve iyi niyetli hayalleriyle vererek çok daha hassas bir noktanın daha altını çiziyor.
“Uzun uğraşlardan sonra tüylerin hepsini topladım. Ateş böceği gibi parlayan çantayı kaptığım gibi odama koştum. Yorganın içine girip tüyleri seyrettim. Baktıkça içim eridi. Her tüy birer onluğa dönüştü gözümde. Yeniden hayal âlemine daldım.” (sf.53)
"Leyla Kokusu", içinden aşk geçen, duygusal bir öykü. Aşkın modern zamanın kirliliğinden nasibini alması şeklinde okunmaya müsait, duygu yüklü. "Zincir"in Cücük Ahmet’i, "Satılık Melek Tüyü"nün çırak Talip Abi’si gibi bu öyküde de tekinsiz karakterler hikâyeye dâhil oluyor. Aşkını bir esans şişesinde yaşatan Hekim’in hikâyesine. Karşımıza kimi çıkaracağı ve hikâyemize kimleri dâhil edeceği belli olmayan hayatın kendisi gibi yazarın kurduğu dünyalar.
“Yüzlerce cam parçası savruldu etrafa. Cümle âlem Leyla kokusuna bulandı. İğde, kaldırım, vızır vızır geçen insanlar, dağ, taş, gökyüzü… Uzun uzun kokladı Hekim.” (sf.63)
"Kuyruk Acısı"nda kahramanın zihninin bir köşesine ittiği, üstünü örttüğü, sakladığı korkusuyla yüzleşmesini okuyoruz. Bu kez tekinsiz olan kahramanın ta kendisi. Kahramanın iç dünyası oldukça güçlü bir şekilde verilmiş olduğundan okur olarak onunla birlikte korkuyor, geriliyor ve aksiyon alıyoruz.
“Pis kokulu nefesini duyuyor, dişlerinin arasından sızan zehri görebiliyorum. Boynumdaki sarmaşık öyle sıkıyor ki nefes alamaz oluyorum. Can havliyle yumruğumu yılan adamın suratına indiriyorum. Ssssss… Sssss…” (sf.68)
“Babam beni kimseye anlatamayacağım anlatsam da deli damgası yiyeceğim bir olayla baş başa bırakıp gitti” (sf.70) cümlesiyle başlıyor "Kelebekler". Merak duygusunu ilk cümleyle oluşturup okuru aynı duyguyla finale sürüklüyor. Yazarın hayal gücünün sınırlarını zorladığı öykülerinden biri daha. Bu öykünün içinde de "Leyla Kokusu"nda olduğu gibi vazgeçilmez, sonsuz bir aşk barınıyor. Yine iki farklı kuşak, bu kez baba ve oğul olarak karşımıza çıkıyor. Kurgusuyla, anlatımıyla ve finaliyle akılda kalıcı ve ilham verici bir öykü olduğunu söylemek abartılı olmaz sanırım.
"Evde Unutulan Bir Çift Göz" de tıpkı "Kelebekler" gibi merak uyandırıcı bir cümleyle başlıyor: “Yirmi iki yıllık kocam evliliğimizi sonlandıran cümlelerin ardından gözlerini evde unutarak gitti.” (sf.77) Eril tahakkümün alegorik anlatımla, ajite etmeden verildiği bu öyküde kocanın gözlerini unutması aslında kadının üzerinde hissettiği baskının üstesinden gelemeyeceği kadar güçlü olmadığının da iması diye düşünüyorum. Koca, giderken gözünü arkasında unutarak güç kaybetmeye başlayacağı ilk hamlesinin farkına bile varmıyor. Bu durum zayıf karakter rolünü kadından alıp erkeğe yöneltiyor. Tıpkı "Satılık Melek Tüyü" gibi "Evde Unutulan Bir çift Göz" de toplumsal gerçeklere büyülü gerçekçilikle başka bir yorum getirerek okuru kendi okumasını yapmaya davet ediyor.
"Atlıkarınca" tıpkı "Satılık Melek Tüyü"ndeki gibi çocuk anlatıcıyla gayet başarılı aktarılmış ancak ondaki gibi mizahi olmayan aksine belki de kitaptaki en duygusal öykü bana göre. Düşler gerçekten güzeldir, hele ki bu mülteci bir çocuğun çok özlediği annesinin kokusuna kavuştuğu bir düş ise. Öykü bu yönüyle okurun boğazına yapışıyor, nefes almasını güçleştiriyor. Yazarın duygu aktarımındaki başarısına ne güzel bir örnek.
“Gördüğü şeyin gerçekliğinden şüphe ediyor bir an. Gerçekten burada mısın? Dokunuyor annesine. Sarılıp kokluyor boynunu. Öpüyor doyasıya.”(sf.87)
"Cıs" öyküsünde yazar güçlü bir atmosfer oluşturmuş. Ben anlatıcıyla birlikte, Halil Öğretmen’in peşine düşüyoruz anlatıcının zihninde. Leitmotif olarak kullanılan “cıs” sesi, geçişleri düzenleyerek okurun işini kolaylaştırmış. Bu sayede okur yorulmadan, merak duygusunu kaybetmeden Halil Öğretmen’in izini sürebiliyor.
Mahalledeki adaleti sağlayacak güç olarak görülen "Zincir"in Cebo’su, "Satılık Melek Tüyü"nde dürüstlük ve doğruluk timsali Nefise anne, "Cıs"ın vicdanını temsil eden Kurt gibi tekinsiz karakterlerin karşısına iyiyi, güzeli savunacak karakterleri de öykülerinde olması gereken yerlere yerleştiren yazar bunları ders verme kaygısından uzak, kurmacanın lezzetini bozmayacak şekilde kullanmış. Öykülerdeki güvenli alanlar Halil Öğretmen’in köyü, Ali İmran’ın mahallesi ya da Nefise annenin evi, kötülerin temas ettiği ancak iyilerin de olanca gücüyle savunduğu mekânlara dönüşüyor. Bu yönleriyle yazar gerçek hayatın ipini tutup çekiştiriyor ve okura da o ipin ucunu uzatıyor: Haydi durma. Gir bu dünyaya. Senin dünyandan farklı değil aslında.
Kitabın kapağı kapandığında o büyülü dünyadan çıkmak kolay olmayabilir. Yazarın karakterlerin iç dünyalarını verirken cömert davranması, merak duygusunu güçlü tutarak okuru öyküye bağlaması, bir öykü kitabını güçlü kılmak için çok önemli. Ama bence yetmez. Kurguların sıra dışı olması, zekâ ve hayal gücünün sınırlarını zorlaması da aynı şekilde önemli. Bir bütün olarak bakacak olursak 'Cıs' bu gereklilikleri de karşılayan başarılı bir kitap. Olağanüstünün olağanlaştırılması, günlük hayata yedirilmesi açısından fantastik yönü güçlü ve ilham verici.
Titiz çalışmaların ürünü olduğu, her karakterin tek tek, özenle işlendiği okurların gözünden kaçmayacaktır. Hakan Sarıpolat’ın ve 'Cıs'ın yolu açık olsun. Olsun ki böyle öyküler okuyabilelim.