Hakikat sonrası bir çağda gerçekleri söylemek

Asıl soru toplumdaki ayrışma ve kutuplaşmanın nasıl çözüleceğidir. Bunu yapmadığımız takdirde her seçimde benzer şekilde aşırı sağın hâkimiyetine şaşırmaya devam edeceğiz.

Google Haberlere Abone ol

Şadi İdem 

İkna üzerine çalışmalarıyla tanınan Cialdini bir kitabında büyük bir aracı şirketin CEO'sunun bir anekdotunu iletir.  “Eğer milyoner bir müşterimi sabahın beşinde uyandırarak hemen harekete geçersen 20.000 dolar kazanacaksın dersem küfür ederek telefonu suratıma kapatır. Oysa hemen harekete geçmezsen 20 bin dolar kaybedeceksin dersem bana teşekkür eder.” Kaybetmenin motive edici gücünü anlatan bu anekdotu pek çok bilimsel araştırma teyit etmiştir.  

Yapılan çalışmalar insanlarda bir şeyleri kazanma sevincinden ziyade bir şeyleri kaybetme korkusunun daha ağır bastığını gösteriyor. Bunun nedeni kaybetmekten kaçınmak istememiz. 

O yüzden insanlara ne kazanacakları değil ne kaybedecekleri hatırlatıldığında daha çok motive olabiliyorlar. Kaybetmek kazanmaktan daha motive edici.

Tıpkı Trump ve diğer aşırı sağ, otokrat liderler gibi Erdoğan da kampanyasında toplumu kutuplaştırıcı, bölünme kaygısını tetikleyici ve LGBT bireyleri dışlayıcı ve aşağılayıcı bir dil kullandı. Üstelik bu üslubun çok zaman tehditkâr ve hedef gösterici olduğuna da tanık olduk.

Buna karşılık Kılıçdaroğlu daha kapsayıcı, birleştirici ve uzlaşmacı bir üslubu tercih etti. Erdoğan’ın sert, hırçın, aşağılayıcı diline karşılık daha yumuşak, sakin ve eşitlikçi bir dil kullandı.  

Erdoğan hakikat sonrası (post truth) yöntemlerini kullanarak gerçekliği yeniden kendine göre biçimlendirirken Kılıçdaroğlu daha pozitif bir propagandayı tercih etti.

Erdoğan kendisi seçilmediği takdirde ülkenin bölüneceği, terör örgütlerinin hâkimiyetine gireceği, erkekle erkeğin hatta bir erkekle hayvanın evlendirileceği gibi gerçekle ilgisi olmayan söylemlerle propagandasını şekillendirdi.

Buna karşılık Kılıçdaroğlu seçildiği takdirde yapacaklarından söz etti. Hak, hukuk, adalet saikleriyle huzurlu, eşit yurttaşların özgürce yaşayacağı bir toplumu nasıl inşa edeceğini anlattı. 

İşin özü ilk turda Erdoğan korku ve tehdit dilini yoğun olarak kullanırken Kılıçdaroğlu adalet ve vicdan dilini tercih etti. Yani “hakikat sonrası” dile karşılık “gerçeklik” dilinin mücadelesine tanık olduk.

Burada vurgulanması gereken asıl önemli mesele ister iktidardan ister muhalefetten gelsin korku ve kaygı iklimini besleyen her söylemin Erdoğan’ın hanesine yazıldığı.

Ve sonuçta ilk turu hiçbir aday kazanamasa da Kılıçdaroğlu Erdoğan’dan az oy aldı.

NE YAPILABİLİR?

“Kılıçdaroğlu doğru aday değildi, aday olmasaydı iyiydi” gibi yorumlar tüm suçu Kılıçadroğlu’na yıkarak işin kolayına kaçmaktır. Sorunun özünü ıskalamaktır. 

Asıl soru toplumdaki ayrışma ve kutuplaşmanın nasıl çözüleceğidir. Bunu yapmadığımız takdirde her seçimde benzer şekilde aşırı sağın hâkimiyetine şaşırmaya devam edeceğiz.

Seçim boyunca kullandığı dille, takındığı tutumla ve sergilediği tavırla kutuplaşmaya direnen Kemal Kılıçdaroğlu'nun aldığı desteği azımsamamak gerekiyor.  Mesele bu oranı nasıl artırıp kalıcılaştırabileceğimizdir.

İlk olarak bu süreçte sandığa gitmenin ve sandığa yurttaşlar olarak sahip çıkmanın ne kadar önemli olduğunu gördük. Bu istek ve irademize her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

Öte yandan seçildiğinde neleri yapacağını söylemek insanları etkileyebilir ancak seçilmediği durumda neleri kaybedeceklerine vurgu yapmak çok daha etkili ve ikna edici bir yöntemdir. Çünkü kaybetme korkusu kazanma isteğinden daha güçlüdür. Evet.

Ancak bunu yaparken Erdoğan gibi hakikati kendine göre bükmek değil “gerçekleri” temel almak gerekiyor. Kılıçdaroğlu ilk turda gerçeklik dilini kullandı. Seçildiği takdirde neler yapacağından bahsetti. Bu dil azımsanmayacak bir karşılık da bulmuş görünüyor.  Ne yazık ki yetmedi. 

Bu turda da yine gerçeklik dilini kullanarak gerçekliğin öteki yüzünden bahsetmesinin daha ikna edici olabileceğini düşünüyorum. 

Seçilirse neler yapacağından ziyade eğer cumhurbaşkanı olmazsa toplumu nelerin beklediğini tüm çıplaklığıyla söylemesi gerekir.

Ancak bunu yaparken ilk videoda olduğu gibi göçmen karşıtlığı gibi aşırı milliyetçi, dışlayıcı ve ötekileştirici bir dilden uzak durması çok önemli. Bu tutum şimdiye kadar sergilediği kişilik yapısı ve mizacıyla çeliştiği gibi kampanya süresince inşa etmeye çalıştığı, toplumun ön yargılarını yıkmaya yönelik tutum ve davranışlarına da zarar verebilir.

Tekrara düşme pahasına şunu vurgulamam gerekir ki asıl mesele toplumdaki ayrışma ve kutuplaşmanın nasıl çözüleceğidir.