Haklı bir şiddet hikayesi

Bir hırsızlığı ya da şiddet eylemini köyün tanrılarına karşı işlenmiş bir suç kabul eden köy topluluğu, yerel sorunların çözümünde polis ya da Roma devletini devreye sokmadan, tapınağa başvuruyor.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Manisa ilinin Sardeis kentini de içine alan ovalık alanını geçip doğuya doğru ilerlediğimizde Antik Çağ’da Katakekaumene olarak adlandırılmış olan ‘yanık ülke’ye ulaşırız. Burası Lydia’nın kuzeydoğusunda yer alan dağlık bir alandır. Burada Sardeis ile boy ölçüşebilecek büyük şehirler yoktur. En büyük kentlerinin bile ‘kasaba irisi’ olarak tanımlanabileceği bölgede, çok sayıda köy yerleşimi bulunur.

Bu ücra dağ köylerinde yaşayan, yaşamını çiftçilik, çobanlık ya da dokumacılık yaparak geçiren insanlar, üzerinde bütün akrabalarının adlarının uzun uzun sıralandığı mezar taşlarıyla gömülür. Büyük hanelerde, birbirine sıkı sıkıya bağlı aileler içinde yaşayan bu köylüler, MS 1’inci yüzyılda birdenbire bize günahlarını anlatmaya başlar. Aniden onların tanrılarına adadıkları kabartmalı stellerin üzerindeki hikayeleriyle karşı karşıya kalıveririz. Birlikte yaşamak zorunda olduğu ama belli ki pek de anlaşamadığı kaynanasının bedduasını alan bir damadı, komşusunun evinden değerli bir taş çalan bir kadını, tanrılara hizmetle görevli olduğu halde cinsel dürtülerini dizginleyemeyen bir kutsal köleyi tanırız. Sayısı neredeyse 200’e yaklaşan bu adaklarda, insanların hem birbirleriyle hem tanrılarıyla ilişkilerine dair onlarca öykü gizlidir.

2000 yıl öncesinin Manisalı köylüleri bizimle doğrudan konuşmakta, üstüne üstlük bize en mahrem aile sırlarını anlatmaktadır. Bu, Antik Çağ’da başka hiçbir yerde ve zamanda karşılaşmadığımız, hayret ve heyecan verici bir durumdur. ‘Konuşan’ metinlerin en değerli örnekleri olarak kefaret yazıtlarına biraz daha yakından bakalım:

Bu yazıtlar belli bir coğrafyaya aittir ve sadece Lydia’nın kuzeydoğusu (bugünkü Kula bölgesi civarı) ve Phrygia’nın buraya komşu olan kısımlarında ve sadece MS 1 ve 3’üncü yüzyıllar arasında karşımıza çıkar. Kabaca, bir suçun, günahın itirafı ve tanrı tarafından affedilmesi amacıyla hazırlanmış adak metinleridir. Standart formüller içermeyen bu metinlerin her birinde farklı suçlar, cezalar ve kefaret biçimleriyle karşılaşabiliriz. Roma dönemi Lydiası’nın kırsalında yaşayan insanlar başlarına gelen bir talihsizlik ya da hastalığı tanrısal bir ceza olarak görmekte ve bu cezaya neden olan günahlarından kurtulmak için belli ritüeller gerçekleştirmekteydi. Bu yazıtlara bir bütün olarak baktığımızda genel olarak, hangi suçların ve günahların tanrıları öfkelendirdiğini görebiliyoruz. Öncelikle, bunları kişiler arasındaki anlaşmazlıklardan çıkan suçlar ve insanların tanrılarına karşı işledikleri günahlar olarak birbirinden ayırmalıyız.

KIZGIN BİR TANRININ İNTİKAMI: GÖZ VE MENTAL HASTALIKLAR

Kefaret metinleri içinde önemli bir kısmı tanrılara karşı işlenen günahlar nedeniyle adanmıştır ve bu yönleriyle de bize, dönemin dinsel inanışları hakkında net bilgiler verir. Öncelikle, özellikle de göz hastalıkları ya da mental rahatsızlıklar gibi antik tıbbın çaresiz kaldığı hastalıkların, kızgın bir tanrının intikamından başka bir şey olamayacağına duyulan inanç ile karşılaşırız. Tanrıyı kızdıran günah; ister bilinçli olarak, isterse kazara işlenmiş olsun, kişide bir kirlilik, murdarlık haline neden olur.

Bu nedenle, suçun gerektirdiği cezalandırmaya ek olarak, arınmak için gereken dinsel ritüellerin de yapılması gerekir. Kirliliğin, hava, su ve toprağı temsil eden hayvanlar yoluyla uzaklaştırılması etkili bir yöntem olarak karşımıza çıkar. Nitekim, bir kutsal köle olduğu halde cinsel perhiz uygulamayan ve köyündeki bazı kadınlarla zina suçu işleyen Theodoros, bu yolu izlemiştir:

“320 yılının Panemos ayının 12’nci gününde: Tanrı Zeus ve Büyük Men Artemidorou’nun gönderdikleri vahiy uyarınca: ‘İşlediği suçlardan dolayı, Theodoros’u gözlerinden cezalandırdım.”

“O, bu ilk günahından bir koyun, bir keklik ve bir köstebek vererek kurtulacak.”

“İkinci günah: Nonou’daki tanrıların kutsal kölesi olduğum halde, yalnız yaşayan Ariadne ile cinsel ilişkide bulundum.”

“O, bu suçunu bir domuz yavrusu ve bir tonbalığı vererek ödeyecek.”

“Üçüncü günah olarak, yalnız yaşayan Arethousa ile cinsel ilişkiye girdim.”

“Günahkar, bu suçunu bir tavuk, bir serçe, bir güvercin, bir kypros arpa ile karışık buğday, bir prokhos şarap ve bir kypros buğdayla ödeyecek. Ve ayrıca suçundan arınmış bir kimse olarak, kutsal personele bir prokhos şarap verecek.”

“Zeus’u kendime avukat tayin ettim.”

“Bak! onu işlediği günaha uygun şekilde kör ettim; şimdi o tanrıları yatıştırmakla ve yazılı bir taş dikmekle iyi etti. Meclise danıştıktan sonra şimdi hoşnutum. Çünkü stel, tam benim saptadığım günde dikildi. Hapishaneyi açabilirsiniz; mahkumu, bir yıl on ay sonra serbest bırakıyorum.”

Theodoros, bir hierodoulos, yani kutsal köle idi. Kutsal köleler, tanrı tarafından tapınağa hizmetle görevlendirilen ve görevleri boyunca kutsal alanda yaşaması gereken köylülerden oluşuyordu. Tanrı, kadın ya da erkek, genç ya da yaşlı, zengin ya da fakir, herkesi kendisi için çalışmak üzere tapınağa çağırabilirdi. Bu çağrıya uymayanlar ise kesin surette cezalandırılırdı. Kutsal kölelerin asıl görevi, tanrının tarım yapılan topraklarını, meyve ağaçlarını ve üzüm bağlarını, özellikle de tarım yılının yoğun zamanlarında işletmek olmalıydı. Tanrının ya da rahiplerinin tapınağa gelip hizmet edecek insanları nasıl seçtiğini bilemiyoruz. Ama bazı köylülerin, bu hizmet taleplerine açıkça karşı çıktığını ve bu çağrılara cevap vermediği için cezalandırıldığını yazıtlar yoluyla öğrenebiliyoruz. Örneğin, laza köyünde, MS 119 baharında, Trophime adında bir kadın hizmet için çağırıldığında yeterince çabuk gelmemiş ve bu yüzden tanrı tarafından delilikle cezalandırılmıştı:

“Yıl 203 [MS 118/19], Artemisios ayının 6. günü. Artemidoros Kikinnas’ın kızı Trophime, tanrı tarafından hizmete çağırıldığında hemen gelmek istemediğinden, tanrı onu cezalandırdı ve delirtti; bu yüzden Meter Tarsene ve Apollon Tarsios’a ve Koresa’ya sahip olan Meis Artemidorou Axiottenos’a sordu ve bana cezayı bir stel üzerine yazmamı ve kendimi tanrıların hizmetine kaydetmemi emretti.”

Trophime’nin, günahının kefaretini ödemesi için, yalnızca suçunu itiraf etmesi ve bir stel dikerek bunu ilan etmesi yeterli olmamıştı. Bu zorunlulukları yerine getirmesinin yanı sıra, kutsal çalışma süresinden muaf tutulmadığını ve öngörülen süre boyunca kendini tanrının hizmetine kaydettirmesi gerektiğini görüyoruz.

TANRILARIN İŞLEVLERİNDEN BİRİ, KÖYLÜLER ARASINDA ‘ARABULUCULUK’ YAPMAKTI

Kefaret metinlerinde sıklıkla kişiler arası anlaşmazlıklara ve hırsızlık, gasp, alınan borcun ödenmemesi ya da damat-kaynana kavgası gibi aile içi tartışmalardan doğan suçlara da rastlamaktayız. Bölgenin tanrılarının pratik işlevlerinin önde gelenlerinden biri, köylüler arasındaki dünyevi anlaşmazlıklarda ‘arabuluculuk’ yapmaktı. Seküler mahkemeyi ilgilendirmeyecek küçük suçlarda, kişiler adaleti sağlaması için tanrılara başvuruyordu. Süreç şu şekilde ilerlerdi: Şüphelenilen bir suç üzerine köyde bir tartışma çıkar. Belki birkaç domuz kaybolmuş, bir miktar para çalınmış ya da genç bir adamın delirdiği için zehirlendiği düşünülmüştür. Bazen bir baş şüpheli vardır. Bu kişi, ağılındaki domuz sayısı birdenbire artan biri, her zaman parasız dolaştığı için potansiyel hırsız olarak kabul edilen bir başkası, büyücülükle uğraştığı dedikodusu yapılan bir kadın olabilir. Şüpheli suçlamayı reddettiğinde ve suç kanıtlanamadığında, tanrılara başvurmaktan başka çare yoktur. Köyün kutsal alanında bazı dini ritüeller gerçekleştirilir. Öncelikle, bir şikayet dilekçesi tapınağa bırakılır ve ardından bir asa dikilerek şüphelinin bu asa önünde yemin etmesi beklenir. Sonra iş tanrının kararını beklemeye kalır. Tanrı da er ya da geç, suçlu tarafa, hastalık, kendisi ya da yakın bir aile üyesinin ölümü gibi korkunç bir ceza verir. Bu felaketin meseleyi çözdüğü kabul edilir. Suçu işleyen kişi ya da hayatta kalan akrabaları, tapınağa hem suçu hem de cezayı kaydeden bir stel dikmekle yükümlüdür. Kişiler arasındaki husumetleri anlatan bu stellere birkaç örnek verelim:

“Meis Aksiottenos’a... Glykon oğlu Hermogenes ve Philoksenos kızı Nitonis şarap konusunda Artemidoros’a kötü davrandıkları için Artemidoros bir (tapınağa) bir şikayet dilekçesi bıraktı. Tanrı Hermogenes’i cezalandırdı ve o da tanrıyı yatıştırdı ve bundan sonra onu yüceltecek.”

“Azita’ya sahip olan Meter Anaeitis ve Meis Tiamou ve onların güçleri yücedir! Hermogenes ve Apollonios Midas’ın oğlu Apollonios - Azita’dan Demainetos ve Papias’ın üç domuzu Syros Ağılları’ndan uzaklaşıp Hermogenes ve Apollonios’un sürülerine düştüğünde, beş yaşındaki çocukları çobanlık yaparak onları içeri aldı ve Demainetos ve Papias bakmaya geldiğinde, aralarındaki belirli bir düşmanlık nedeniyle bu suçu kabul etmediler. Böylece tanrıçanın ve Tiamos’un efendisinin asası dikildi ve gene de kabul etmediklerinden, tanrıça kendi gücünü gösterdi. Ve şimdi Hermogenes öldüğüne göre, karısı, oğlu ve Hermogenes’in kardeşi Apollonios tanrıçayı yatıştırdı ve şimdi çocuklarımızla birlikte ona tanıklık ediyor ve onu övüyoruz. 199 yılı.”

Bir hırsızlığı ya da şiddet eylemini köyün tanrılarına karşı işlenmiş bir suç olarak kabul eden köy topluluğu, yerel sorunların çözümünde polis ya da Roma devletini devreye sokmadan, tapınağa başvuruyordu. Çeşitli dinsel ritüeller yardımıyla, tapınakta bir mahkeme oluşturulmaktaydı. Dava dilekçesi sunma, şahitlerin dinlenmesi gibi seküler mahkemelerle oldukça benzer yönleri olan bu kutsal mahkemenin yargıcı da tanrıdan başkası değildi. Bu yerel tanrılar, genellikle köyleri ‘kralları gibi yöneten’ ya da bu köylere ‘sahip olan’ olarak tanımlanırlar. Elbette hukuken köydeki herkesin, her çiftlik hayvanının ya da her karış toprağın sahibi olmaları mümkün değildi. Ancak öyle görünüyor ki pratikte bunu talep edebiliyorlardı. Örneğin, Pereudos köyündeki Theoi Pereudenoi adındaki bir grup tanrının, yerel küçük çiftçiden, iş gücü, para ya da toprak koparmak için günah çıkarma ve kefaret ritüellerini utanmazca kullandığına şahit oluyoruz:

“279 yılının Audnaios ayında. Pereudos (veya Pereudon) Tanrıları, Agathopous’dan, günlerce (günboyu?) (işe) gelmemesi nedeniyle hesap sordular ve onu gözlerinden çarptılar. (Şimdi) ben, şükrederek (bu steli) dikiyorum.”

“Apollonios, Pereudos’daki Tanrılar’a şehadet eder. Annem bana beddua edince tanrılara danıştım: Kardeşim Eupelastos’la birlikte, Myrmeks’in satın almış olduğu dam için 100 dinar ödedik. Ayrıca ben, Promiasse’de, meşe ağacının yanı başındaki geri kalan asmaların tümü için 50 dinar daha ödedim. Tanrılara iki kez danıştım; dileğim yerine geldi. Şükürler olsun!”

Bir tarla ya da bağ, bir kez tanrıların eline geçtikten sonra devredilemez, kutsallıktan çıkarılamaz ve satılamazdı:

“Yıl 183 [MS 98/9], Peritios ayının 18’inci günü. Attalos’un Meis’i, kendi malları yüzünden kendi halkını cezalandırdıktan sonra, ilan eder ki hiç kimsenin toprak mülkünü satmasına ya da teminat olarak vermesine izin verilmeyecek. Ancak kendi halkı tarafından yönetilecek ve kendi halkından istediği kadarını alacaktır. Eğer herhangi biri Tanrının izni olmaksızın bu talimatlara karşı gelirse, Meis Labanas ile birlikte onu (Tanrıyı) hoşnut etmek için kendi malından harcayacaktır.”

Tanrılar, yerel mülk satışlarından da vergi talep etmekteydi:

“... Pereudos’taki Meis Labanas ve Meis Petraeites’e: Ankyralı Zenas’ın kızı Ammia’ya, Kallimakhos’un kızı Ammia’dan satın aldığı ev için. Tanrıların istediği gibi 72 denarii verdim, bunu Apollonios oğlu Apollonios, Antiokhos oğlu Antiokhos, Publius oğlu Glykon adlı rahipler aldılar.”

Toprak mülkiyeti ile ilgili bütün kefaret stelleri arasında belki de en ilgi çekici olanı, Tarsi köyündeki Meis Axiottenos kutsal alanında bulunan ve MS 201 yazının başlarına tarihlenen bir metindir:

“Yıl 285 [MS 200/1], Panemos ayının bitiminden önceki onuncu gün. Merhametsiz Tarsia tanrısına (Theos Tarsios). Severus çelenk için ağacın kesilmesini engellediğinden, tanrı onun günahı için kefaret talep etti. Üvey kızları Asiatike ve Iuliane bunu şükranla diktiler.”

Yazıtın üzerindeki kabartmada, solda duran kişi baltayla muhtemelen bir servi olan genç bir ağacın gövdesini keserken, ikinci bir adam (muhtemelen Severus) ağacın diğer tarafında durmakta ve görünüşe göre onu durdurmaya çalışmaktadır. Tanrı Severus’tan servilerinden birini çelenk yapımı için talep etmişti. Severus’un bu talebi açıkça reddettiği ve bu nedenle bir ya da birkaç tapınak hizmetlisinin gelip onun genç servisini zorla kestiği anlaşılıyor. Tanrının ‘merhametsiz’ olarak tanımlanması, sonunda steli diktirenlerin Severus’un kızları olduğu gerçeğiyle birleşince, Severus’un ceza olarak zamansız bir ölüme maruz kaldığını düşündürüyor. Demek ki tanrılar insanların arazilerindeki ağaçlar üzerinde de hak talep edebiliyordu.

SADECE TANRILARIN DEĞİL, KÖYÜN VE HİEROS DOUMOS’UN DA SÖZ HAKKI VARDI

Kırsal tapınaklar dinsel ve sosyal anlamda toplum içinde büyük bir güce sahipti. Yine kefaret yazıtlarından öğrendiğimiz kadarıyla, tapınaklar bu gücü tek başlarına ellerinde tutmuyor, köyün diğer önemli organlarıyla birlikte çalışıyorlardı. Tapınakta verilen kararlarda sadece tanrıların değil, köyün ve bir dinsel dernek olan hieros doumos’un da söz hakkı bulunmaktaydı:

“290 yılı, Peritios ayında. Tryphon’un oğulları Ammianos ve Hermogenes, tanrıların güçlerini kabul ederken babalarını etkisiz bıraktıkları için cezalandırıldıkları ve babaları merhamet görmeyip öldüğü için, bağışlanmak üzere, tanrılar Meis Motylleites’e ve Zeus Sabazios’a ve Artemis Anaeitis’e, büyük senatoya ve tanrılar meclisine yakarırlar; köye ve kutsal doumos’a da yalvarırlar. 'Hiç kimse tanrıları küçümsemesin': İlk yazılı ifadesi nedeniyle, bunu tanrıları överek yazdılar ve adadılar.”

Tanrılar kırsal alanların efendileri olarak tapınım görüyor, kişiler arasındaki her türlü anlaşmazlıkta yargıçlık yapıyordu. Gittikçe güçlenen tapınakların halk üzerindeki maddi ve manevi baskıları da o oranda artmıştı. Peki, bu düzene başkaldıran kimse yok muydu? Elimizde, kutsal kölelik hizmetine girmeyi reddeden ya da arazisindeki ağacın tanrının kullanımı için kesilmesine karşı koyan tekil örnekler var. Tanrının boyunduruğuna bir araya gelerek karşı koyan bir grup köylüye dair örneğimiz ise toplu isyanların da gerçekleşebildiğini gösteriyor:

“Meis Motylleites’in bir festivali yapılırken ve o, festivalden dönerken, kılıçlar, sopalar ve taşlar taşıyan bir kalabalık bazilikaya indi ve kutsal köleleri dövdü ve tanrıların heykellerini kırdı ve ne tanrılar ne de kutsal köleler, hiç kimse derilerini kurtaramadı. Bu adamların arasında Onesimos Lathyros da vardı ve savaştan dolayı aldığı cezadan kaçamadı; yıllar geçtikten sonra omzundan cezalandırıldı. Ve tanrıya inancı olmamasına rağmen, hiç kimse tarafından iyileştirilemediğinde, tanrı tarafından iyileştirildi. Sonra ikinci bir cezaya, üç gün üç saat boyunca yumuşak kısımlarımdan tutuldum ve tanrı tarafından kurtarılmış olarak, kendi adıma ona şükrediyorum ve bunu adadım. Yıl 282 [MS 197/8], Daisios ayının 20. günü.”

Belli ki tanrı Men için yapılan bir festival sırasında silahlı bir grup insan tapınağa girerek tanrının heykellerini tahrip etmiş ve kutsal kölelere saldırmıştı. Bu isyanın bastırılmış olduğunu söylememize gerek yoktur sanırım. Saldırganlardan biri olan Onesimos’un, yıllar sonra başına gelen bir hastalığı, geçmişteki saldırısının sonucu olarak görmesi ve kurtuluşunu tekrar tanrısında araması bunu açıkça gözler önüne seriyor. Onesimos’un köyünde hiçbir şey değişmemiş, bu isyan hareketi belki de tanrının köylüler üzerindeki otoritesini daha da pekiştirmişti. Peki, buna haklı bir şiddet hikayesi diyebilir miyiz?

*Doç. Dr. / Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü