Halk düşmanlığı manzaraları
Kendisinin ve kuşağının hayatı, soğuk savaş cehennemiyle biçimlendi. Şair - gazeteci Mehmed Kemal, kendisinin de dahil olduğu kuşağı Acılı Kuşak olarak adlandırır.
Düşmana inat, dolu dolu yüz yıl yaşadı.
Kendisi gibi yurdundan, toprağından sürülenlerin, memleket hasretiyle gözü açık gidenlerin öcünü alırcasına, üstelik kanserle boğuşurken, salgın koşullarına karşın yüz yaşında anayurduna döndü. Uçaktan sedyeyle indirilip ambulansa alınırken tarihin derinliklerine uzanıp, gençlik yıllarının yol arkadaşı Enver Gökçe’yle birlikte, onun dizeleriyle selamladı ülkesini, insanını:
Senin emekçin olaydım
şen olası türküsü
dost kokusu, dost selamı Türkiye
İlk cumhuriyet kuşağından hayatta kalan ve son nefese kadar ayakta kalan halkbilimci İlhan Başgöz yüz yaşında dünyayı terk etti. Kendisinin ve kuşağının hayatı, soğuk savaş cehennemiyle biçimlendi. Şair-gazeteci Mehmed Kemal, kendisinin de dahil olduğu kuşağı Acılı Kuşak olarak adlandırır. Edebiyat – sanat çevresindeki adlarıysa, ilk ürünlerini verdikleri tarihten dolayı '40 Kuşağı’dır.
Bugün Türkiye’de halkbilimden söz ediliyorsa, halk hikayelerinden masallara, şiirlerden bilmecelere, seyirlik oyunlardan çocuk oyunlarına, danslara, müziğe yerel – geleneksel kültür ürünleri kısmen de olsa kayıtlara geçmişse, bilimsel ölçekte düzenlenip incelenmişse, incelenip izlenebiliyorsa, bunu büyük ölçüde Pertev Naili Boratav’ın ve İlhan Başgöz başta olmak üzere öğrencilerine borçluyuz.
CADI KAZANI
Türkiye bilim – üniversite tarihinin ilk büyük dramatik çatışmalarına sahne olan Ankara DTCF’nin (Dil Tarih Coğrafya Fakültesi) düşünce kültür hayatımıza etkisi halkbilimden de öteye; toplumbilim, felsefe ve edebiyata, doğal olarak siyasete de uzanır. Savaş sonrası, 1947 – 1949 döneminde DTCF çevresinde yaşananlar, toplum ve halk kavramlarının, bunlara dair ilginin, bilginin, araştırmaların yönetim katında nasıl büyük bir dehşet ve şiddet yarattığının ibretlik örneğidir.
5 Mart 1947’de Fakülte’de düzenlenen halka açık ilk konferans Boratav tarafından verilecektir. Ancak salon önceden protestocular tarafından doldurulmuş, konferans engellenmiştir. Bu engelleme, DTCF dekanlığından Ankara Üniversitesi rektörlüğüne yükselen Şevket Aziz Kansu’nun odasının basılıp zor ve tehditle istifa ettirilmesine uzanacaktır. Enver Gökçe’nin Fakültenin Önü şiiri, yaşananın tanıklığıdır.
Fakültenin önü demirden köprü / Fakültenin önü bir sıra kavaktı/ Biz bir garip kişiydik/ Bütün hürriyetler bizden uzaktı
Faşistler camlara yürüdüler/ Kürsüleri kırdılar, höykürdüler/ Tığ teber şahı merdan/ “Tanrı Dağı kadar Türktü bunlar/ Hıra Dağı kadar Müslüman” / Ve de kanlı bıçaklı düşman
……
……
Gökler ışıyordu yer yer / Ortalık ala şafaktı (1947)
***
O sırada doktorasını henüz tamamlayan İlhan Başgöz, Bortav’ın asistanıdır. Ancak iş burada kalmayacaktır. Aralık 1945’de yayımlanan Görüşler dergisinin ilk ve tek sayısında ilan edilen yazarlar kadrosundaki üç isim soruşturmalar, işten el çektirmeler, engellemelerin ardından 1950’de kürsüleri iptal edilerek üniversiteden uzaklaştırılır: Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes, Behice Boran.
Bu üç isim farklı koşullarda, yurtlarından, evlerinden, kendilerini adadıkları halklarından uzakta yaşamak zorunda kaldılar. Gurbette tükettiler ömürlerini.
Görüşler dergisi dolayısıyla Türkiye basın tarihinin büyük imha hareketinin; Tan Baskını’nın yaşandığını da unutmayalım. Aynı şekilde, 1947’deki DTCF baskınının Millî Eğitim Bakanlığı’nda Hasan Ali Yücel sonrası büyük tasfiye hareketlerini getirdiğini, Köy Enstitüleri’nin kapatılışına giden sürecin buna eşlik ettiğini, Sabahattin Ali cinayeti gibi sembolik göstergeleri de anımsayalım.
Ankara Üniversitesi’ndeki tasfiyenin ardından İlhan Başgöz de üniversiteden uzaklaştırılmış, bakanlık kararıyla Tokat’a edebiyat öğretmeni olarak atanmıştır. Tenzili rütbe. Olsun. Her yerde, her koşulda yapılacak iş vardır.
BİR KUŞU TANIMAK
1950’de ders yılının ortalarında Gaziosmanpaşa Lisesi 1. Sınıf öğrencilerden birinin deyişiyle “upuzun bir öğretmen” girer sınıfa. “Upuzun bir soru işareti” görünümü veren öğretmen, “Ben yeni edebiyat öğretmeninizim. Aynı zamanda da sınıf öğretmeninizim” der.
İki yıl sonra yine bir sabah ilk dersin ortalarında birden kapı açılır, “okul müdürü, arkasında iki karanlık adamla sınıfa” girer. “Müdür, İlhan Beyin kulağına eğilip bir şeyler söylemiş, İlhan Beyin yüzü bir anda kül gibi olmuştur."
Derse ara veriyoruz, diyen öğretmen iki karanlık adamın arasında sınıftan çıkar. Haber, teneffüste bomba gibi patlamıştır.
Bütün sınıf toplandık. Müdüre çıktık. Müdür, çok telaşlıydı. Soru yağmuruna tuttuk. Sonunda bize haberi doğruladı: Siyasal görüşleri yüzünden İlhan Beyi tutuklamışlar. İlk otobüsle Ankara’ya götürülecekmiş.
Sınıfa dönünce, akşamüstü gidecek ilk otobüsün saatini öğrenip sevgili öğretmenimizi topluca yolcu etmeye karar verdik.
Akşamüstü otobüs garajında, ne yazık ki koca sınıftan ancak sekiz kişi vardık.
Otobüsün kalkma saatine yakın İlhan Beyi bir arabayla getirdiler. Bileklerinde kelepçe vardı. Bizi görünce çok şaşırdı. Utandı. Yüzünün kızardığını, ama sevindiğini gördük. Yanına koştuk. Sınıfa gelip onu alıp götüren iki kişi, hemen arkasındaydılar. Gösterdiğimiz sevgiye ses çıkarmadılar. Sarılıp öptük onu. Ağladık. O da ağladı.
“Üzülmeyin. Yakında dönerim,” diyordu.
Onu kollarımızdan çekip otobüse bindirdiler. Cam kenarına oturttular. Gözleri yaş doluydu. Ellerimizi sallayarak onu yolcu ettik.
Bir daha dönmedi İlhan Bey.
Erdal Öz’ün kişisel tanıklık üzerine kurguladığı anlatı, büyük ölçüde gerçekliğe dayanır. Yukarıdaki satırların yer aldığı Bir Kuşu Tanımak öyküsünü 1997’de yazmış. Çeşitli söyleşilerde “Olağanüstü bir edebiyat öğretmeni” dediği İlhan Başgöz’ün kendisi üzerindeki etkisini sıklıkla vurgular: “Onu tanımasam, kötü edebiyat öğretmenlerinin elinde, sürekli bir, iki gibi notlar alıp edebiyattan nefret eden bir Erdal Öz olarak kalacaktım.”
1952’de tutuklanan Başgöz sekiz ayı aşkın hapislik sonrası beraat eder. Sonrası askerlik ve işsizlik. Sınıf arkadaşı Enver Gökçe daha ağır yaşayacaktır süreci. Ölüme dek taşıyacağı sakatlıklarla… Ahmet Arif ve diğerleri de benzer akıbete uğramıştır. 1940’larda ürettikleri şiirler, 1960’larda yeniden keşfedilince yeniden hayata dönerler. Başgöz, çalışmaları ve Erdal Öz örneğindeki gibi kısacık öğretmenliğinde yarattığı etkiyle sürdürecektir varlığını.
BİTMEYEN SOĞUK SAVAŞ
Başgöz, 27 Mayıs 1960 arifesinde tutuklanmamak için Adana’ya kaçar gazeteci Fikret Otyam’la. İkiz çocuklarının özlemiyle gizlice Ankara’ya döner. Otyam’ın evinde üniformalı bir subayla karşılaşınca derdest edileceklerini düşünür. Ona iki gün saklanmasını söyleyen üniformalı, karikatürist Semih Balcığoğlu’dur.
Başgöz için “Hayatımın ilk ödüllerinden ve güvenilecek meyvesi” diyen Boratav, ona yeniden bilimsel çalışma kapılarını aralar, Ford Vakfı’nın bursundan yararlanmasını sağlar. Dil öğrenimi için Londra’ya, ardından akademik çalışma için ABD’ye gidecektir. Ama pasaport verilmez. MBK – cunta heyetinden bir subayın müdahalesiyle yasağı kalksa da, uçaktan indirileceği kaygısıyla çıkar yola…
ABD’de profesörlüğe hazırlandığı sırada Haziran 1975’de Ankara’da gerçekleşecek I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi’ne çağrılır, bildiri kabul edilir. Ankara’ya geldiğinde, program dışı bırakıldığı söylenir kendisine. Boratav da aynı şekilde, çağrılı ve program dışıdır.
Mart 1975’de kurulan Milliyetçi Cephe, soğuk savaşın güncel ve tarihsel izleyiciliğini yapmaktadır. Milliyetçi Cephe hükümetinin Gençlik ve Spor Bakanı Ali Şevki Erek, Başgöz’ün Tokat Gaziosmanpaşa Lisesi’nden öğrencisidir.
Skandal, uluslararası boyutlara uzanır. Başgöz, sus payı olarak kendisine önerilen ödeneği görev yaptığı Indiana Üniversitesi’nde Türk Araştırmaları Programı için kaynak olarak değerlendirir. Halk düşmanlığı var, halk düşmanlığı var.
Halk deyimleri arasında bunun mutlaka veciz bir ifadesi vardır. Boratav’a, Başgöz’e bakmak lazım.