Halk şüphede

Özgürlüğe olan tutku her tarafı ateş altına aldığını görmemek, hissetmemek ruhunu yitirmektir, umutsuz olma gibi bir şansımız bile yok. Newroz da geliyor, o Newroz ki destansı direnişin imgesi olmuş.

Halk şüphede
Fotoğraf: Gazete Duvar
Google Haberlere Abone ol

Diyarbakır sıcak, geldiğimiz yerler soğuk değildi belki ama yürekler soğuk, yüzler içler acısıydı. Sonbahar güneşinin tonlarıyla baharın kokusunu içinde taşıyor. Ne yakıyor ne de bezdiriyor, sessizlik hakim, insanlar şehrin içinde yavaş yavaş akıp giderken iftar telaşının olduğunu her hallerinden belli oluyor. Şu ezan okusa da, ezandan sonra bir süreliğine olsa da her tarafta bir tenhalık tıpkı kaybolan yaralarımızın verdiği tenhalık. İftar hazırlıkları, mutfaklardaki koşturmaca, telaş enerjisiyle, küçüklerin büyükler gibi sabırla ezanı beklemesi görülmeye değer…

Bu şehir ki dört yüz yıldır her türlüsüne direniyor. Ne dört yüzü ne bini Allah aşkına! Durmadan her an her dakika medeniyetlerin beşikliğini yapmış, savaşların ve stratejilerin göbeği, insanın insan olarak belki kendini bulduğu ilk yer. Savaş/mak hiç eksik olmadı topraklarımızda. Direniş, mücadele sağ olsun kendini hep hissettirdi, yaşattı. Yeniden, sürekli kendi içinde hep doğmayı da başardı. Tarihin içinde süzülüp, az biraz kazdığımızda Göbekli Tepe'ye/Girê Miraza kadar gitsek herhalde az zaman vardır ki sükunetle geçmiştir. Tarihimiz savaşların ve onun karşısında korkusuzca konumlanan direnişin destansı atmosferidir soluduğumuz.

Emek devam ediyor, özgürlüğe olan sevda ve tutku her tarafı ateş altına aldığını görmemek, hissetmemek ruhunu yitirmektir, umutsuz olma gibi bir şansımız bile yok. Newroz da geliyor, o Newroz ki yeniden destansı direnişin imgesi olmuş, karagözlüğümüzün metaforu zulme olan başkaldırıyı her yıl ateşin etrafında dünya aleme buradayız, deyişimizin heyecanı şimdiden duyuluyor, gösteriyor. Direnişe ilham olmuş, yeniden filizlenmenin, meşenin köklerindeki yaşamaya olan inatçı duruşun Newroz ateşinin cezbedici coşkusuyla geliyor. Yumruğuydu Kawayê Hesinkar’ın zulmün kafasında patlayan, eee hayliyle vurunca ateş de parlıyor, sembol oluyor, direniş ve yeniden doğmanın işaret fişeği. Baya bir zaman ve çok şey/ler Ongözlü Köprü'nün altından, fedakar, emeğin kaynağı Dicle çok şey getirdi, bıraktı ve gitti. Tıpkı şairin dediği gibi öptü, bıraktı şimdide kanatıyor. Dünyayı çoğu kez Dicle’nin durmadan akmasıyla yan yana getiririm, birbirlerine yakışıyorlar. Yer gök kabuk değiştiriyor, dönüşüyor, yakınlaşıyor.

Yeni bir kabuk bağlıyor, renkleri fluu olsa da Kürt renkleriyle kabuğun üstünde görünmeye başlıyor. Değişimin bir sancısı var, bizde o değişimler sancı öteside çoğu kez işkencelerle dönüşüyordu. Birkaç aydır bir filmin fragmanı gibi adı konulmamış bir “barış” süreci başladı. Daha sonra Kürt tarafı İmralı heyetiyle bu sürecin ismini kamuoyuna “barış ve demokratik toplum çağrısı” olarak duyurdu, Kürt ve Kürdistan meselesinin çözümü adına tekrardan, bir daha barış için girişimde bulunuldu. Barış olsun, huzur olsun, sağlık olsun… Güneş hepimize yeter de artar, her kendi bahçesinden artık kendi sesiyle birbirlerine seslenip dursunlar. Bahçelerimizin etrafında kimseyi istemiyor insanlar, bahçelere dikilmiş gözlerin düşmanca bakışı altında yaşamak istemiyor insanlar, bunun için çok mücadele verildi, o düşmanca bakışlarla yeminli gözlerin sahipleriyle çok defa vuruşuldu, düşüldü ve en nihayetinde hep ayakta kalmayı başardı. Bu başarı, bu mücadele, bu emek direnişiydi zalimin dizi kırıp masaya oturtan. Yaşadığımız, gördüğümüz, duyduğumuz ne varsa esasında yıllarca önce başlanmış, masa da çerçevesi, sınırları belirlenmiş çözümün parça parça ilerleyişini görüyoruz. Çözümün olmamasını isteyen, bunu sabote edecek, ölümlerden rant devşirenleri düşününce neden parça parça önümüze koyulduğunu az çok anlaşılıyor.

Halk hem umutlu hem de her an her şeyin alt olacağına, tekrar buzdolabına koyulacağının tecrübesiyle temkinli yaklaşıyor. Kendimi Diyarbakır’ın ve Silvan’ın sokakların, caddelerine, kahvelerine, meydanlarına bırakıyorum. İzini sürdüm yeni çözüm sürecinin sokakta, dükkanlarda, caddelerde, evlerde, gençlerin ve yaşlıların, kadınlarında karşılığı nedir, diye. Aslında Kürt açısında her şey net, ne istediklerini biliyorlar ve ne olmaması gerektiğini de. Halk hükümetten devletten pek umutlu değilse de yine çözüme katkı sunmak için her zamanki gibi hazır ve istekli. İnsanlar mücadeleden, savaşmak korkmuyor, yılmış da değil. Sadece biraz huzur çokça özgürlük için sürecin daha fazla kanla yıkanmadan bitmesini arzuluyor. Kürtler net peki bu sürecin diğer tarafları net mi? İşte bu sorunun cevabı her zaman muğlak. Geçmiş tecrübeler, hafıza, anılar bizi buraya götürüyor. Bir tarafta masada çözüm diğer tarafta sahada gösterilen pratikler şüpheciliği derinleştiriyor.

Öyle görünüyor ki yürütülen sürecin ön açıcı mı yoksa daha fazla eski alışkanlıklara mı evrilecek hala da net değil. Bu ülkenin esnafı, iş insanı, öğrencisi, yaşlısı, genci, kadını ve bu yolda evlatlarını toprağa vermiş anneler bu yürütülen süreç hakkında ne diyor? Özer, birden fazla işletmesi olan genç bir girişimci ve sürece yaklaşımı ekonomi üzerinden değerlendiriyor. "Huzur varsa yediğimiz ekmek tatlı olur, barış varsa ekonomi çıldırır, adalet ve eşitlik varsa ortalık güllük gülistanlık olur. Yeter artık durmalı bu savaş, herkes kendi evinde huzurla gözlerini kapatsın, bu boğazdan artık bir lokma ekmek rahatlıkla insin" diyor ve "ekliyor çok şey istemiyoruz, halkımızın özgürlüğünü istiyoruz, huzur istiyoruz." Barış cesaret işidir ve bu halkta ne kadar cesur olduğunu değil bir kere binlerce defa bunu hem pratikte hem de teoride gösterdi. Barıştan başka şansı kalmamıştır sitemin.

Mehdi Zana’nın “Çarşiya Silîva/Silvan’ın Çarşısı” da bahsettiği o çarşıya iniyorum. Yarı karanlık bir kıraathaneye giriyorum. Gençlerin ve yaş almışların olduğu bir ortam. Yaşlılar bir köşede günün ve anıların hesabı tutarken, okey masalarında ateşli gençlerin sesleri yükseliyor. Okeye yancı oluyorum, sağımda oturan gence soruyorum, nedir ne değildir, süreç sana ne ifade ediyor, diye soruyorum. İsmi Ramazan ama herkes onu Qulfalı Ramazan olarak tanıyor. Ramazan şöyle diyor: "Varlığın ve yokluğun savaşında büyüdüm, savaşla büyüdük, her gün bir yerde insanlar ölüyor veya öldürülüyor, biz bunun içinde büyüdük. Ölüme alıştırdılar, işkenceyi ödüllendirdiler, işkencecilerini sır gibi korudular, mahkeme salonlarında ismimiz bile söylemeden kapı ağızlarında ağır cezalar yağdırdılar, otuz yaşındayım sanki iki otuz bitirmiş gibiyim. Ben kendime inanıyorum, benim adıma ve özgürlüğümün adına bu süreci yürüten Öcalan’a inanıyorum, barışın olması için elinden geleni yapıyor, lakin karşıdakilerine güvenim yok ve onlar hakkında ciddi şüphelerim var. Tecrübelerle sabittir yaptıkları, daha gün bu meseleyi dolaba koyduklarını duyuranlarla nasıl olacak? Nasıl tamamına erdirilecek? Bence biz ne istiyoruz ortada peki onlar ne istiyor, işte orası karanlık ve bilinmez."

Aşağı yukarı gençlerin söylemleri, çözümlemeleri hep şüphe üzerine. Tekel mahallesinin sakinlerinden ak saçlı hacı Samet yedi çocuk babası yirmi yedi torunu var ve şöyle diyor, "Allah bu ateşin üstüne bir su döksün, kim bu kanı durdurursa Allah ondan razı olsun, yeri cennet olsun. Bizim adımıza bu süreci yürütenlere güveniyorum, her şey net ve istenilen bellidir, özgürlük, eşitlik ve emek. Herkes evinde huzurla otursun, barışın zararı yoktur, kim bu işi bitirirse cennete gider, şüphelerim var ciddi şüphelerim var. Devletten yana çok aşırı şüphelerim var ama inşallah bu mesele biter. Torunlarım, çocuklarım ölmesin ülkesine halkına faydalı birer insan olsunlar. Enerjimizi güzellikleri yaratmak için kullanalım onun yolu da barıştan geçer" diyor.

Herkesin aklında kocaman bir şüphe var, devlete olan şüphe yüzyılların pratiğinden ve yürütülen siyasetten geliyor. Herkes temkinli herkes her an şeyin altüstü olacağını aklının bir köşesinde canlı tutuyor, haksızda değiller. Barış iyidir…