Halkbank davası için günah keçisi arayışı
Asıl soru, her şeye rağmen Beştepe nezdinde hâlâ gücünü koruyabilmiş görünen bir kliğin neden birdenbire Atilla’yı günah keçisi ilan etme eğilimine girdiğidir.
Halkbank'ın İran'a yönelik yaptırımları ihlal ettiği suçlamasıyla ABD'de yargılanamayacağına yönelik başvurusu New York'taki temyiz mahkemesinde 12 Nisan’da görüşüldü. Yargıç Jose Cabranes duruşma sonunda Halkbank'ın avukatlarından da savcılıktan da yeni belge ve bilgi istemeyeceklerini, mahkeme heyetinin artık nihai kararı verebilecek noktada olduğunu söyledi. Mahkeme Halkbank'ı haklı bulursa, bir alt mahkeme olan New York Güney Bölgesi Federal Mahkemesi'ndeki (SDNY) yargı süreci duracak. Ancak eldeki verileri üst üste koyunca temyiz mahkemesinin Halkbank lehine bir karar açıklaması düşük bir ihtimal gibi duruyor.
Konuştuğum bazı hukukçulara göre yargıcın 12 Nisan’da savcılık ekibine “Duruşmalara hazır mısınız?” sorusunu yöneltmesi mahkeme heyetinin -normal şartlarda 3 Mayıs’ta başlaması öngörülen- Halkbank yargılamasının planlandığı gibi başlaması yönünde bir eğilim içinde olduğunun önemli bir işareti. Yine 12 Nisan’daki duruşmada Halkbank'ın avukatı Simon Latcovich’in ABD'deki “Yabancı Egemen Dokunulmazlık Yasası” (Foreign Sovereign Immunities Act) çerçevesinde Halkbank'ın dokunulmazlık anlamında “Türkiye ile eşdeğer olduğu” yönündeki savunmasına yargıcın verdiği yanıtı da, söz konusu tezin mahkeme heyetini ikna edemediği şeklinde yorumlamak mümkün. Zira Yargıç Jose Cabranes Latcovich’in tezini oracıkta “Fakat Hakan Atilla Halkbank Genel Müdür Yardımcısı olarak tutuklandığında Türk hükümeti dokunulmazlık talebinde bulunmamıştı” diyerek çürüttü kendince.
Nitekim 29 Mart 2017’de bir iş seyahatinden dönerken New York JFK Havalimanı’nda tutuklanan Hakan Atilla’nın o süreçte Ankara tarafından hem hukuki hem de psikolojik anlamda nasıl yalnız bırakıldığına, duruşmaları bizzat takip eden bir gazeteci olarak tanık oldum. Halkbank eliyle avukat tutmanın ve Washington’daki Türk Büyükelçiliği’nden birkaç diplomatı raporlama için görevlendirmenin ötesinde anlamlı bir çaba gösterilmedi. Atilla’nın olası tanıklarının tanıklık yapmasına dahi izin verilmedi. Hatta bir süre Atilla’nın ailesinin New York’a gelememesi için birtakım numaralar çekildiği de çok konuşuldu. Hakan Atilla mahkemede savunmasını yaparken adeta bir duygusal şantaj süreci işletildi. Tüm bunlara rağmen o mahkeme salonunda Hakan Atilla’dan Ankara’daki malum şahıslar aleyhine tek bir kelime duymadık. Tam bir filler tepişir çimenler ezilir hikayesi yaşattılar adama. Reza Zarrab’ın “tanık” sıfatıyla kürsüde konuştuğu dakikalarda yaklaşık dört metre kadar mesafede çaprazımda “sanık” sıfatıyla oturan Atilla’nın yüzündeki ifadeleri yakalamaya çalışırdım. Zarrab şımarık bir dahi pozlarında, İran’ın parasını uluslararası piyasada döndürebilmek için geliştirdiği sistemi neredeyse böbürlenerek anlatırken, Hakan Atilla’nın “böylesine üst düzey bir iş dönerken konu bana nasıl bağlandı” hali o mahkeme salonundaki en hakiki şeydi.
“Zarrab davası” diye başlayıp “Atilla davası” olarak nihayetlenen mahkeme sürecinde, Hakan Atilla’nın Halkbank’ın ABD yaptırımlarını by-pass edebilmesi için hükümetin talimatıyla kurulan sistemde emir kulundan öte bir pozisyonu olmadığı o kadar aşikardı ki, Yargıç Richard Berman cezasını açıkladığı son oturumda bu duruma epey vurgu yapmıştı.
Atilla'ya destek olma amacıyla ailesinin, arkadaşlarının ve bazı banka çalışanlarının mahkemeye gönderdiği mektupların da kararında etkili olduğunu söylemişti Berman. Hatta o mektuplardaki üslubun, AKP hükümetinin mahkemeye karşı kullandığı üsluptan farklı olmasını memnuniyetle karşıladığı detayını da paylaşmıştı.
Sonuçta FBI ve savcılık, Halkbank’ın alet edildiği sistemi kanıtlama derdiyle Hakan Atilla’yı tutuklamıştı, mahkeme de sırf ABD yaptırımlarının delindiği süreçte bankada üst düzey bir görevde olduğu için ceza verdi. Ancak Atilla’ya en alt sınırdan -32 ay- ceza verildi. Hapiste geçirdiği süre cezadan düşüldü, üzerine de iyi hal indirimi alınca Hakan Atilla Temmuz 2019’da tahliye edildi. İstanbul Havalimanı’nda dönemin Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından karşılandığında Albayrak ailesine yakın bazı kalemler “Hakan Atilla iyi bir bankacıydı, iyi bir vatansever olduğunu da kanıtladı” diye sosyal medyada kutlama yapıyordu.
Aynı kalemlerden biri geçen hafta New York’taki temyiz duruşmasının hemen ardından Hakan Atilla’yı neredeyse şaibeli ilan eden bir yazı yazdı. Atilla’nın savunması sırasında Halkbank’ı sürece müdahil etmediğini, bazı oturumların kapalı yapıldığını iddia edip “oralarda ne olduğu soru işareti” diye üstü kapalı bir suçlamada bulununca, yıllardır sessizliğini koruyan Hakan Atilla söz konusu yazara gönderdiği tekzip metnini Instagram’da yayınladı. Borsa İstanbul’daki görevinden dava nedeniyle istifa ettiği yönünde bir algı yaratılmaya çalışılmasına itiraz eden Atilla, “Benden dava veya başka bir nedenden dolayı görevden ayrılmamı talep eden, isteyen veya zorlayan hiçbir kimse ya da makam olmamıştır; karar tamamen şahsıma aittir” diyordu. Ve ekliyordu; “Avukatlarımın banka ile görüş alışverişinde bulunmak için ne kadar çaba sarf ettiklerini gerçekten merak eden varsa kendilerinden dinleyebilir.”
Ben gerçekten merak edenlerden olduğum için iki gün önce kendisini aradım. Dava devam ettiği için yayınladığı tekzibin ötesinde bir şey söylemek istemedi. Ancak ısrarlarım karşısında çok kilit iki cümle kurdu:
“Benim Amerikan hükümetine ya da hiç kimseye bankayla ilgili bilgi ya da belge vermem söz konusu değil. Benim savunmam sırasında bana da bankayla ilgili herhangi bir bilgi ya da belge iletilmiş de değil.”
Standart bir açıklama gibi duran yukardaki iki cümle aslında hayli yüklü bir sitemin tezahüründen başka şey değil. Atilla ikinci cümlesiyle mahkeme sürecinde Beştepe tarafından nasıl da yalnız bırakıldığını ilk kez dışa vurmuş oldu. İlk cümlesi ise özünde ABD’deki hukuk sistemini bilmeyenler açısından bir hatırlatma. Zira şu anda birilerinin birdenbire ortaya attığı Hakan Atilla’nın da Zarrab gibi kendini kurtarmak için savcılıkla kapalı kapılar ardında işbirliği yapmış olabileceği tezinin bir manipülasyon çabasından öte bir karşılığı yok. Hakan Atilla’nın savcılığın kamuoyuna açıklamakla yükümlü olduğu bir sözleşme imzalamadan, kapalı oturumlarda mahkemede anlattığından farklı bir bilgi vermesi mümkün değil. Öyle bir imkân olsa bundan herhâlde ilk önce Zarrab faydalanırdı. Atilla, hepimizin gözünün önünde gerçekleşen mahkeme süreci başlamadan bu yolu zaten kapatmış, yargılamayı ve sonuçlarını göze almıştı.
Şu noktada asıl soru, her şeye rağmen Beştepe nezdinde hâlâ gücünü koruyabilmiş görünen bir kliğin neden birdenbire Atilla’yı günah keçisi ilan etme eğilimine girdiğidir. Belli ki, ertelenmez ise 3 Mayıs’ta başlayacak olan Halkbank duruşmalarında ortalığa saçılması muhtemel iddiaların neler olduğu konusunda bir fikirleri var ve kendilerince ön almaya çalışıyorlar.
Mahkeme başladığı anda savcılığın “yıldız tanık” diye kodladığı Reza Zarrab bir kez daha kürsüye çıkacak ve bütün dünyanın gözü önünde birtakım iddialar gündeme getirecektir. Kendisine sorulacak kilit soru ise “Halkbank’ın bu iş için kullanılması yönündeki siyasi talimatı kimler verdi?” olacaktır. Dolayısıyla da Zarrab’ın hangi isimleri zikredeceği konusunda Ankara’nın büyük bir telaş içinde olması normal. Dahası Amerika’da kulislerde savcılığın bu kez Beştepe’nin 2017’de Zarrab’ın Türkiye’ye iadesi için lobi yapması için tuttuğu eski ABD Başkanı Donald Trump’ın avukatı Rudy Giuliani’den Erdoğan’ın Trump’la görüşmelerde sürekli Halkbank konusunda iltimas istediği iddiasını gündeme getiren eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’a kadar bir dizi flaş ismi tanık olarak mahkemeye çağırmaya hazırlandığı fısıldanıyor.
Duyduğuma göre AKP hükümeti Halkbank davasının erteletilmesi için Washington nezdinde epey bir girişim yapmış. Covid-19 salgını nedeniyle ABD’deki mahkemelerin daha önce belirlenmiş takvimlerinde zaten belli ölçüde rötar var. Dolayısıyla da Biden yönetimi isterse bu doğal bahaneyi fırsat bilip duruşma tarihini sonbahara öteletebilir. Ancak bunun karşılığında Ankara’dan neler talep edebileceğini tahmin etmek güç değil. İlk sıraya Ukrayna krizini mi yazar yoksa S-400’leri mi onu bilemem. Bir de tabii bugüne kadar Ankara’nın kategorik reddettiği suçu kabul edip olası bir cezayı ödeme opsiyonu var ki böyle bir durumda kamuoyuna açık duruşmalarda ortaya saçılacak türlü iddialar önlenmiş olur. Teknik olarak hala mümkün. Ancak Erdoğan ekibi son dakikada siyaseten böylesine büyük bir u dönüş yapabilir mi?