Hamasetten Oyun devşirmek
Türkiye’de oyun adıyla saha sürülen hengameler ne kadar akıl dışıysa, o hengameden canhıraş hamaset çıkaranların vaziyeti de bir o kadar akıl dışı.
Türkiye'de futbol oyun olarak ciddiye alınan bir şey değil: Çünkü hiç kimse oyunun sahada oynandığına inanmıyor. O nedenle hiç kimse oyun üstüne düşünme ihtiyacı duymuyor. Oyun üstüne düşünmez ve değerli bulmazsan ihtiyaç duyduğunda o da ortaya çıkmaz. Yapma etme dünyası! Bu bir oyun, ya ciddiye alırsın ve oyun da seni ciddiye alıp ödüllendirir ya da hamasetten oyuna asla geçemezsin. Oyun oyundur hamaset de hamaset. Türkiye’de oyun adıyla saha sürülen hengameler ne kadar akıl dışıysa, o hengameden canhıraş hamaset çıkaranların vaziyeti de bir o kadar akıl dışı.
Şimdi basit sorular sorarak, meselenin özünü dair fikir edinmeye çalışalım. Birinci soru; Türkiye’nin bu oyunun nasıl oynanması gerektiğine dair bir fikri var mı? Eğer bir fikri varsa bu fikri oyunun bir hali üstüne sabitlemek gerekmiyor mu? Herkesin anlayabileceği şekilde basitleştirip sorayım: Türkiye hücum oynayan bir takım mı yoksa savunma mı? Ülkede egemen olan futbol kültürüne bakıp, bu sorunun açık seçik yanıtlanması gerekmiyor mu? Bu soru yanıtsız bırakılamaz. Yanıtsız bırakıldığı içindir ki, yüz yıldır, futbol ve oyun bahsinde herhangi bir ilerleme kayıt edilmiyor. Gelenek inşa etmek, ekol üretmek ya da sistem oluşturmak, bu sorunun yanıtına bağlıdır.
Bu soruyu yanıtsız bırakan bir anlayış nasıl meşru olabilir? Yine bu yanıt olmaksızın herhangi bir oyunun doğru ve iyi oyun olduğunu nasıl ileri sürülür?
Elbette oyun iki hallidir. Hem savunur hem hücum edersiniz. Ama birini temel almak zorundasınız? Temel aldığınız tarzınızın üstüne, oyunun diğer halini geliştirirsiniz.
Bu karar olmadan hiçbir oyun doğaçlama olmaktan kurtulamaz. Bu karar olmadan, oyun, oyuncunun kişisel becerisinden öteye gidemez. Oysa 11 kişinin oynadığı bir oyun nasıl olur da oyuncuların kişisel becerisine bağlanabilir? On bir kişi beceriden önce işbirliğine muhtaçtır. Beceri de on bir kişinin işbirliğinin toplamı olmak zorundadır.
Eğer oyun bir işbirliğiyse o zaman beceriden çok önce, bir tasarım ve kurguya ihtiyaç var. Ama eğer tasarım ve kurgu yerine ayak bileğini ikame eder ve her şeyi oyuncunun performansına bağlarsanız, oyun asla bir işbirliğine dönüşmez.
Bu turnuvada saha çıkan her takımın, bu oyuna dair bir fikri ve tercihi var; bir tek Türkiye hariç. Bir kararı ve tercihi olmadığı için söz gelimi İtalya maçında savunma yapması gerekirken yapamadı ve çuvalladı. Yine Galler maçında zorunlu olarak hücum oynaması gerekiyorken, beceremedi ve mağlup oldu.
Çünkü oyun denilen şey boyacı küpü değil. Teknik direktörün maçın kenarında okus pokusla becerebileceği bir şey de değil. Uzun, çetin bir çalışma gerektiriyor. Ama galiba Türkiye böyle düşünmüyor. Türkiye kenardan mucizevi hamleler bekliyor. Aylarca çalışıp üretilemeyen şey nasıl olur da ayaküstü hal edilebilir ki?
Açıkça konuşmak lazım. Türkiye’de oyun itibarlı bir faaliyet değil. Talimatla ya da tarif edilerek, bir çırpıda hal edileceği sanılan basit ve kolay, sıradan bir iştir. Oyunun kendisi ciddi ve en öncelikli iş olarak kabul görmeden, bu oyunu herkes gibi oynamak mümkün değil.
Çünkü oyun oyuncuların kapışması değil, fikirlerin kapışmasıdır. Çünkü oyun oyuncunun oynadığı şey değil, kurgunun kurguya karşılık verdiği ve kapıştığı şeydir. Oyuncu eyleyendir. İşçidir yani. Her işçi gibi, sağlam fikir ve sistemlere ihtiyaç duyar.