YAZARLAR

Hangisi daha sapkın?

Sonuçta beklentilerimizi tam olarak karşılayamayan finali ve ufak aksamalarına rağmen bizce ‘Heretic’ özgün yapısıyla ve sağlam senaryosuyla benzerlerinden ciddi bir şekilde ayrışan ve ilk bakışta korku türüyle hiç örtüşmeyecek bir tarzı başarıyla hikayesine yediren üst düzey bir yapım…

Şöyle bir sekans hayal ederek başlayalım: Üniversitede öğrenci olduğunuz zamana geri dönmüşsünüz… Öğrencisi olduğunuz bölümün önemli derslerinden birine giriyorsunuz. O dersin hocası son derece bilgili ve tecrübeli biri ama söz konusu derste değişik (ama tabii ki alakasız olmayan) ‘bağlantılı’ veya ‘komşu’ konulardan o kadar yoğun bir bilgi ‘akışı’ oluyor ki bazen takip etmesi zor bir hale gelebiliyor. Buna rağmen dersin sonlanmasına çok az süre kala hoca asıl değinmek istediği noktaların altını çizen, ön plana çıkması gereken bilgileri açıklayan, toparlayıcı bir konuşma ile dersi bitiriyor.

Yazıya böyle bir hayal sürecini tasvir ederek girmemizin nedeni, bu hafta sinema salonlarımıza uğrayan korku/gerilim filmi ‘Heretic’i izledikten sonra kendimizi yukarıdaki paragrafta bahsettiğimiz ruh hali içinde bulmamız!

‘Heretic’, klasik bir ‘kapalı alan’ gerilim filmi gibi başlayıp sonrasında genelde bu tür sinemanın neredeyse hiç başvurmadığı bir yoldan ilerliyor. Yönetmenler Scott Beck ve Bryan Woods ikilisinin imzaladığı filmin konusunun hiçbir yerinde korku filmlerinin vazgeçilmez öğeleri olan lanet, kötü ruh, şeytan veya hortlak gibi temaları kullanmadığı gibi asıl tehdit unsurunu da kötülük saçan, eli kanlı bir psikopat üzerine kurmuyor. Bu kadar farklı bir yol izlemek başarısız, hatta facia bir sonuç verebilecekken sonuç bizce büyük ölçüde korku filmlerine yeni bir nefes katan, bazı aksamalar olsa da genelde güzelce akan, özgün bir yapım…

Konudan bahsedecek olursak: Mormon kilisesinin iki genç rahibesi olan Barnes ve Paxton kapı kapı dolaşıp insanları kendi cemaatlerine katmak için onlarla konuşuyorlar. En son duraklarından biri şehir merkezinden bayağı uzak bir evde yaşayan Bay Reed oluyor. Başta onları oldukça sıcak ve nazik bir şekilde karşılayan Reed’in ev ziyareti hiç de beklenildiği bir şekilde geçmeyecektir.

GİRELEN EV VE DEŞİLEN KONULAR!

Eve gelen iki genç rahibe karakterini daha iyi tanımlamamız için kısaca ait oldukları Mormon kilisesinden bahsetmemiz yararlı olabilir: Mormonlar, 1930’lu yıllarda kurulmuş, Hıristiyanlıktan tamamen ayrışmasa da bu dinin içinde bir mezhep olmayan ve İncil’in devamını (veya modern yorumunu) yazdıklarını iddia eden bir tarikat! Kendilerini Vatikan yönetiminden tamamen koparmış bu tarikatın ruhani lideri, kiliseleri, din görevlileri ve tabii ki cemaatleri var.

Dolayısıyla bu iki genç kadının ‘klasik’ anlamda değil daha farklı iki rahibe olması hikayeye ayrı bir derinlik katıyor. Özellikle Reed’in evine girecekleri sırada içeride ziyaret ettikleri kişinin karısı dışında bir kadın olmamasını istemeleri veya kafein içeren kola, kahve gibi içecekleri reddetmeleri (Mormonluğun katı kuralları) daha en baştan biraz gerilimli ve diken üstünde bir ortam yaratıyor. Her ne kadar Reed’in sıcakkanlı ve anlayışlı tavrı biraz durumu dengelese de…

Sonrasında film adeta başka bir evreye geçiyor ve senaryonun asıl ‘kalbinin’ nerede atacağının sinyalini veriyor: Reed ile iki genç rahibenin arasında gerçekleşen din, inanç, ahlak ve varoluş üzerine konuşmalar ciddi bir söz düellosu tarzında gerçekleşiyor. Bu konuşmada ses desibelleri yükselmiyor veya kişisele taşınan göndermeler (neredeyse) yok ama Reed’in toleranslı olsa da biraz ‘üstten’ ve bilgiç tavrı diyalogları çok daha hassas bir noktaya taşıyor.

Bu noktada şunu da belirtmekte yarar var: Normalde bir korku filminde konuşmalar asla ön plana çıkmaz. Bu sekanslar genelde doğal olarak korkmak amacıyla sinema salonuna gitmiş seyirciye bir ‘nefes’ alanı açmak ya da asıl sahneye bir ön hazırlık yapmak amacıyla kullanılır. Burada ise durum neredeyse tam tersi… Reed’in zevksiz olmayan ama biraz kapalı ve sönük bir renk paletinden oluşan oturma odası, onun asla ‘görünmeyen’ karısı ve evin ‘kendi kendini kilitleyen’ kapısı gibi öğeler sanki gerçekleşen konuşmaların daha da altını çizmek için kullanılan birer araç!

Yazının buradan sonrası bazı sürprizleri açık etmektedir!

BİLİNMEYEN KORKUDAN GÖRÜNÜR KORKUYA GEÇİŞ…

Filmin neredeyse üçte ikilik bölümü iki genç rahibenin kendilerini ve inançlarını sorgulamalarını sağlayan ince diyaloglarla akarken ve bilinmeyen ve görünmeyen bir tehdit onların üzerinde dalgalanırken evin arka odasına geçiliyor ve film asıl çehresini göstermeye başlıyor. Bu keskin dönüş ürperme katsayımızı görsel olarak yükseltse de hikayenin genel yapısı içerisinde biraz ‘sırıttığını’ da kabul etmemiz gerekir. Biraz ‘paranormal’ olaylarla ve ufak entrikalarla ‘flört’ eden bu final bölümü her ne kadar dikkati ayakta tutsa da filmin asıl gücünü oluşturan ‘sözel’ (verbal) gerilimi azaltıyor. Üstelik bu ana kadarki konuşmalar o kadar ‘dallanıp budaklanmıştı ki’ ve öyle noktalara varmıştı ki final ‘act’ındaki söylemlerin daha da üst seviyeye çıkacağını ve bütün diyalogları layığıyla ‘taçlandıracağını düşünürken son çıkarım biraz basit kalıyor.

Filmin oyuncularına da ayrı bir parantez açmamız gerekir: Filmde ‘kurban’ haline dönüşen iki genç rahibeyi canlandıran Sophie Thatcher ve Chloe East üst düzey ve belki de daha önemlisi ‘bütüncül’ portreler çiziyorlar. Aynı yere bağlı olsalar da ikisinin de karakterleri ve geldikleri yer farklı ve bunu ayrışan tutumlarından anlayabiliyoruz. Üstelik örneğin (Mormon da olsa) iki rahibe adayının, filmin başında pornografik filmlerden konuşmaları biraz ironik durabilecekken bu filmde grotesk durmuyor aksine iki karakterin yüzeysel kokmasını engelliyor.

HUGH GRANT’TAN OYUNCULUK DERSİ!

Bir de tabii bir Hugh Grant gerçeği var: Artık yakışıklı, temiz ve masum adam rollerini tamamen gerisinde bırakmış deneyimli oyuncu muhteşem bir oyunculuk sergiliyor. Filmin büyük bölümünde sürdükçe bizi yorabilecek hatta bir süre sonra sıkabilecek bütün diyalogları adeta ‘can kulağıyla’ dinlememiz onun sayesinde oluyor. Gerek aşırıya kaçmayan ama içine düştüğü her ruhsal etabı hissettiren yüzü ve beden dili gerekse de diyalogların gidişatına göre nüanslar kattığı konuşma dili gerçekten görmelere seza!

Sonuçta beklentilerimizi tam olarak karşılayamayan finali ve ufak aksamalarına rağmen bizce ‘Heretic’ özgün yapısıyla ve sağlam senaryosuyla benzerlerinden ciddi bir şekilde ayrışan ve ilk bakışta korku türüyle hiç örtüşmeyecek bir tarzı başarıyla hikayesine yediren üst düzey bir yapım… Hatta belki de değişik bir korku türüne bile ‘kapıyı araladığını’ söyleyebiliriz! Ancak ‘Exorcist’ tarzında daha doğrusu izinde bir korku filmi izlemek için sinema salonu yolunu tutan seyirciler de biraz bozulabilirler. Bizden uyarması!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .