Hapishanelerde insan onuru...
15 Temmuz darbe girişimi sonrası, KHK ile ihraç edilmiş ve tutuklu bulunan eski Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur ve avukat Büşra Taşkıran'la cezaevi koşullarını konuştuk.
Zafer Kıraç
Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki yasalarda, hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkelerden biri şöyledir: ‘’Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir.’’
Bu temel ilkeye uyulduğunu söyleyebilir miyiz? Bu soruyu uzun süredir farklı nedenlerle farklı hapishanelerde bulunan mahpuslara sorarak cevabını öğrenmeye çalışıyorum.
Bu hafta 15 Temmuz darbe girişimi sonrası, KHK ile ihraç edilmiş ve tutuklu bulunan eski Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur ve bu davaları izleyen, uzun süredir gazetecilikte yapan avukat Büşra Taşkıran sorularımı cevapladılar.
Yıllardır hapishanede tutuluyorsunuz, bir hukukçu olarak 15 Temmuz ve sonrasında yaşananları değerlendirir misiniz?
Uğur: Hangi açıdan yaşananlar? Neler yaşandığını bile tam olarak bilebiliyor muyuz ki? Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu ilk başta biraz araştırma yapıyormuş gibi yapınca zılgıtı yedi. "Neyi araştıracakmış? Her şey ortada...” denildi. Komisyon bunu ‘araştırma’ emri telakki edip, bir iki turistik gezi ile işi bıraktı. Bugün itibariyle belki on binlerce insan mahkum edilse de bu davaların hukuki temeli yoktur; er geç yeniden görülecektir, bugüne kadarki AİHM kararları da bunu göstermektedir.
Duruşma tutanaklarında var, demiştim ki; 15 Temmuz’da devletin bekasıyla kumar oynandı. Allah korusun çok daha büyük felaketler yaşanabilirdi. Yaptırana, yapana, haber alıp önlem almayana ve bundan her türlü rant sağlayana lanet olsun.
Darbe girişimi ile ilgili davaları hariç tutarak diyebilirim ki yaşananlar hukuk ile izah edilemez. Daha 15 Temmuz gecesi F16’lar Ankara semalarından bomba yağdırırken operasyona yüksek yargıdan başlandı. Gece yarısı terörist ilan edildik. Beni yargılayan meslektaşlarım ile benim aramda suç delili olarak kabul edilen şeylere bakılırsa, bir fark yoktu. Ama birilerinin o kürsüde, birilerinin de sanık sandalyesinde olması gerekiyordu. Başka seçenek yoktu.
Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki yasalara uyulduğunu söyleyebilir miyiz?
Uğur: 5275 sayılı kanunun 611-b maddesinde’ cezanın infazında insan onuruna saygının esas olduğu’ belirtilse de uygulama bambaşkadır. Kişisel tavırlar, istisnalar hariç, kanunda yazılanın ötesinde mahkum, her türlü eza ve cefaya layık bir nesne gibidir adeta. İnsandan sayılmıyor ki insan hakkı, onuru söz konusu olsun. O bir nesnedir, numaradır. Görevlilerin hitabı (diyalogu) şöyledir; “14 geliyor, yolla, 14'ü odasına at...”
5.5 yıllık mahpusum, tecrübe ile söylüyorum ki, yönetim anlayışı “elde çivi habire çivi çakmaktır”. En doğal taleplerinize duyarsız kalınıyor, ısrar ederseniz mimlenirsiniz. Tehdit, hakaret hatta fiziksel şiddet görürsünüz, hepsini gördüm ve yaşadım.
Ceza infaz kurumları kanun, tüzük ve yönetmeliklerin verdiği yetkilere dayanarak nitelikli elemanlarca denetlenmesi zorunludur. Denetim yapıldığını düşünüyor musunuz? İşkence ve kötü muameleyi önlemekten sorumlu Türkiye insan hakları ve eşitlik kurumu TİHEK’ in ziyaretleri oldu mu. Hiç başvuru yaptınız mı?
Uğur: Bu nitelikli elemanların kim olduğunu, neden cezaevlerini denetlemedikleri Adalet Bakanlığına sordum, cevap alamadım. Zannediyorum bu ‘nitelikli’ elemanlar cezaevlerini ziyaretlerinde kapıda karşılanıp, kapıdan uğurlanıyorlar. Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyeleri gelmişti, tabii görüştürülmedim.
Bu kurumlar sadece olup bitenleri izlemekle yetiniyorlar. Oysa bütün bu insan hakları kurumları bugünler için vardır. Şahsen ben bu ziyaretlere hiç şahit olmadım. Bütün bu süreçler bittiğinde bu kurumlarda görevli kişiler başları dik gezebilecekler mi acaba merak ediyorum. Başvurmak mı dediniz? Hakimler ve savcılar bile etkisiz durumdayken bunlar ne yapabilecekler.
'ARTIK SADECE HUKUKSUZLUK MÜCADELESİ VERİYORUM'
Böyle bir süreç yaşadıktan sonra kendinizi nasıl hissediyorsunuz, gelecek için neler düşünüyorsunuz?
Uğur: İlk başlarda kendimi çok zorlayarak (hatta aldatarak) muhataplarımızı hukukçu kabul ederek hukuk mücadelesi vermeyi denedim ama çabuk uyandım. Artık sadece hukuksuzluk mücadelesi veriyorum. Yani adaletin tecellisi için değil adaletsizliğin, hukuksuzluğun tescili için uğraşıyorum. Tabii bunun da bir bedeli, bir geri dönüşü var. Sahte belge ve beyanlarla disiplin soruşturmaları var.
Yoruldum mu? Evet, çok yoruldum ama mahpusluk ürettiriyor. Şimdiden isimleri de belli olan birkaç kitabın malzemesi hazır. Örneğin; ‘Yargısız İnfaz Hakimleri’, ‘İthamları Reddediyorum’, ‘Kifayetsiz Muhterisler devrinde Hukuk(suzluk)’ gibi. Duruşmada da söyledim, silahlı terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyorum. Benim sabır ve duadan başka silahım yoktur. Haksızlığın hak bilindiği yerde hak aramak en büyük suç oldu.
Hapishane günleri ve koşulları yaşamınızda nasıl olumsuzluklar yaratıyor? Covid-19 salgınının cezaevlerinde sebep olduğu bulaş tehlikesi öne sürülerek, birçok kazanılmış hak askıya alındı. Salgın sürecinin yönetiminde yaşananları değerlendirir misiniz?
Uğur: Yıpratıcı, kişiliksizleştirici, televizyona mahkum bir günlük yaşam... Aslında bir okul, eğitim kurumu veya ıslah yeri olması gerekirken asla öyle değil. Bizim suç grubu "FETÖ" için şartlar daha da ağır. Kanun ve mevzuatlar dışında uygulamalar oluyor. En temel anayasal hak olan şikayet ve dilekçe hakkı bile affedilmez bir suç gibi görülüyor. Toplu koğuşta iseniz tekli odaya atılırsınız, tekli odadaysanız daha da ağırlaştırılır şartlar.
Evet salgın nedeniyle birçok hak askıya alındı. Türkiye hiçbir zaman tam kapanmadı ama aylarca kapalı görüşler yaptırılmadı. Açık görüşler de 20 ay yaptırılmadı. İki aydır yaptırılan açık görüşler, normalde 5 kişi ile görüşme yapılırken bu süreçte iki yetişkin bir çocuk ile yaptırılıyor. Süreyi 30 dakika ile sınırlı tutuyorlar.
Açık görüşler başladığı halde, avukat ile görüşmeler halen sabitlenmiş muşamba (perde) arkasından yaptırılıyor. Sesimizi duyuramıyoruz, belge alışverişi yapamıyoruz. Belgeler infaz birimince incelenerek veriliyor. Uygun görülmeyenler geri çevriliyor. Bu durum apaçık hem suç hem hak ihlalidir.
Pandemi nedeniyle çok uzun süre gazeteler bir gün bekletilip verilirdi ama odanızda yoksanız gazete mazgaldan yere atılıp gidilir. Kantin malzemeniz yere bırakılır, yemeğiniz açık tabaklarda koridorda saatlerce bekletilir, bu arada temizlik hatta ilaçlama bile yapılıyor. Avukatla perde gerisinden görüştürülürken çarşı pazar dolaşıp gelen memurlar günde en az iki kere elle sarılırcasına üstünüzü arar, bu bazen günde 4 veya 6 defa gerçekleşir. Memurlar maskesiz dolaşmaz ama bize sadece açık görüşte maske verilir.
Hapishane yönetimi ve infaz memurlarıyla ilişkileriniz nasıl?
Uğur: Cezaevinde yönetim anlayışı ‘insan odaklı’ olmayınca, başka söze gerek kalmıyor. Aslında ne altyapı ne mevzuat eksikliğimiz var. Ünlü hukukçu Ali Fuat Başgil ‘kanunlar acemi ellerde bir zulüm kılıcı haline gelir’ demiş. Bugünse neredeyse kitle imha silahına dönüşmüş durumda.
Bu konjonktür de memurlar bize karşı genelde ya nötr ya da mesafeli, bazen de haşin davranırlar. Memurlar görevlerini yaparken insanlığı elden bırakmamalılar. Zaten infaz yasası tam da bu nedenle, sürekli ve güçlü bir şekilde insan onuruna uygun davranmanın altını çizer.
Mahpus yargı mensuplarının aslında çoğunun neler yaşadıklarını bilmiyoruz^...
Taşkıran: 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında binlerce hakim ve savcı ihraç oldu. Bir kısmı darbeye teşebbüsten bile yargılandı ve beraat ettiler. Hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi geçtiğimiz yıl yüzlerce yargı mensubunun o gece gözaltına alınmasına dair ihlal kararı da verdi.
Hüsamettin Uğur’un hak arayışı, aslında bu sessizlik içinde beni bu konuya iten sebep oldu. Kırıkkale Ceza İnfaz Kurumu'nda yaşadığı bir darp olayı söz konusuydu. Bunu ailesi sosyal medya hesabından duyurmuştu. Bu olay üzerine Uğur’un Afyon Ceza İnfaz Kurumu'na sevki gerçekleşti.
Sevk ile geldiği cezaevinde eşyalarına zarar verilmesi, kişisel notlarına el konulup okunması ve kış ayları yaşanmasına rağmen montunun kendisine teslim edilmemesi üzerine bir suç duyurusunda bulunuyor. Bu suç duyurusundan kendisine tebliğ edilen herhangi bir karar olmayınca posta yolu ile Afyon Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunu iletiyor. Ve Hüsamettin Uğur’un üst üste yaşadığı disiplin soruşturmaları da bu başvurusu üzerine gerçekleşiyor.
Uğur’un cezaevinde maruz kaldığı hukuksuz uygulamalar ile ilgili avukatlığını yürütüyorum. Cezaevinde yaşadığı hak ihlallerine karşı en iyi bildiği yolu kullanıyor yani hukuki anlamda mücadele vermeye çalışıyor. Yaptığı suç duyurularının “disiplin soruşturması” olarak kendisine geri döndüğü görüşündeyiz. Bir disiplin soruşturmasından bahsederek durumun vahametini ortaya koymak istiyorum.
Soruşturmaya konu olay şu şekilde gerçekleşiyor. Hüsamettin uğur, on buçuk yıl almasına rağmen infazı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olan kişiler gibi infaz ettiriliyor. Avluya sadece bir saat kadar çıkıyor ve tek başına bir odada kalıyor. Bu uygulamanın tabi hukuki bir alt yapısı ise yok. Şikayete konu olan konuşması ise Hüsamettin Uğur, avluya çıkardıkları saatin belirli bir saat olması konusunda infaz koruma memurları ile konuşuyor. Ve saatin belirli olmasını rica ediyor. İnfaz koruma memurlarının zaten bu konuya dair Hüsamettin Uğur’dan bir şikayetleri olmamış. Ama bu konuşmayı camın ardından duyan ve Hüsamettin Uğur ile tanışıklığı olmayan bir mahpus Uğur’u üç ay sonra şikayet ediyor. Duruşmalarda bu şikayeti yapan kişi, Hüsamettin Uğur’u tanımadığını aslında hiç hakkında şikayetinin olmadığını, Hüsamettin Uğur’un ismini ilk kez infaz korum memurlarından duyduğunu ve bahçe saatleri konusunda bu düzensizliğin nedeni olarak infaz koruma memurlarının Hüsamettin Uğur’u işaret ettiğini ifade etti. Ve şunu da ısrarla ekledi. “Ben hiç şikayet bile etmedim bu iş buraya nasıl geldi, anlamadım” diyor.
Bu suç değil mi?
Taşkıran: Düşünsenize birisi ile yaptığınız konuşmayı camın ardından hiç görmediğiniz birisi duyuyor ve üç ay sonra şikayet ediyor ve sizi hiç tanımıyor, isminizi infaz koruma memurlarından duyuyor. Hukukun aslında baskı aracı olarak kullanıldığının en akıllara ziyan örneklerinden biri bu olay çünkü Hüsamettin Uğur’un haberi olmadan ve iradesinin söz konusu olmadığı bu olay üzerine cezaevi yönetimi soruşturma başlattı.
Uğur hakkında, hükümlü ve tutukluları yönlendirmeye çalışarak kurum ve devlet aleyhine propaganda yapmaya ve bu yönde memurlar ile tartışma ortamı oluşturmaya çalıştığı, hükümlü ve tutuklular arasında gruplaşmaya sebep olmaya çalışarak ve tekli odada kalmakta olan hükümlü ve tutukluları provoke ederek, idareyi idari iş ve işleyişleri ile ilgili baskı altın almaya çalıştığı iddia edildi.
Başlatılan soruşturma ile Disiplin Kurulu Başkanlığı hakkında hükümlü ve tutukluları idareye karşı kışkırtmak veya isyana kalkışmak eyleminden ceza verdi. Bu yaşatılan hukuksuzluklardan sadece biri.
HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun TBMM de bir soru önergesi vereceğini açıkladığı ve yaşananları anlattığı paylaşımını buradan izleyebilirsiniz.