Haram süt/helal süt: Sütannenin zor seçimi
Sütanne bulmak zahmetli bir iştir ve bunun birden çok yolu vardır. Günlükten takip edecek olursak, en sık başvurulan yöntem sağa sola, özellikle de bir tür mahalle muhtarı işlevi gören, yaşını başını almış kadınlara başvurmaktır.
Bir ailede hem kız, hem de oğlan çocuk varsa, ebeveynin onlarla ilişkisi birbirinde farklı olabiliyor. Çoğu örnekte oğlan çocuk anneyle, kız çocuk babayla yakın ve tavizkâr bir ilişki kurabiliyor. Bu mevzu psikanaliz ve eleştirel psikanaliz literatürünü epeyce meşgul etmiş. Bu yakınlığın analizini yapmak benim haddim değil. Fakat aşkî bir baba-kız ilişkisini konu edinen Nevhiz'in Günlüğü hem ebeveyn-çocuk ilişkisinin psikanalitik boyutunu çalışanlara, hem de siyasi ve sosyal tarih, gündelik hayat, çocukluk tarihi konusuyla ilgilenenlere eşsiz bir kaynak sunuyor. Ben bu mümbit kaynaktan bizden önceki kuşakların hayatında şimdikinden çok daha önemli bir yer tutan sütannelik/sütninelik kurumunu çekip çıkardım.
TEKNE KAZINTISI NEVHİZ
Geç Osmanlı döneminin itibarlı bir bürokratı olan Ahmet Nedim Servet Tör'ün o sırada 16 yaşında olan, sonradan Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nın kurucularından ve TKF mensubu olmasına rağmen, 1927 Tevkifatı’nda parti dokümanlarını polise teslim ettiği için dönek ilan edilen fakat Cumhuriyet döneminde kültür-sanat alanına önemli katkılar yapıp Kadro Dergisi’nin kurucuları arasında yer alarak memleket tarihinde önemli yer tutacak bir oğlu vardır: Vedat Nedim. Osmanlı bürokrasisine mensup bir ailenin oğlu olarak büyüyüp olgunlaşma, daha doğrusu "erkek olma" sürecini hızlandıracağı ve iyi bir eğitim almasını sağlayacağı için yatılı okula gönderilen Vedat'ın ardından Tör ailesi uzun süre neşesiz, tekdüze bir hayat sürer. (Vedat'ın şikayetsizce katlandığı anlaşılan evden uzak yaşantısı, anne-babasıyla mesafeli, kardeşiyle şefkat dolu ilişkisi, eğitim hayatı, hayalleri, politik gelişimi de ayrı bir yazı konusu aslında ama biz mevzumuza dönelim.) Derken Nevhiz doğar. Bu bebeğin kız olması en çok babasını sevindirmiş gibidir. Vakit geçirmeden Nevhiz'e karşı hissettiği duyguları, onun gelişimini, bu gelişime fon teşkil eden politik, askeri ve ekonomik olayları tüm ayrıntılarıyla anlatacağı bir günlük tutmaya başlar. Ondan önceki hayatlarının tekdüzeliği ve Vedat'la asla kuramadıkları yakınlık da günlüğün sayfalarından, okuyucunun Vedat'a yönelik merhamet hissiyle takip edilebilir.
SÜTANNENİN SEÇİMİ
Nevhiz’in annesi Behice Hanım, o doğar doğmaz ateşli bir hastalık geçirdiği için sütü yok denecek kadar azdır. O sebeple açlıktan ağlayan, uyuyamayan küçük kıza bir sütanne bulunması zaruridir. Sütanne krizi giderek o kadar büyür ki, eve giren çıkan çok sayıda sütanne gündemi ve haliyle günlüğün ilk sayfalarını bütünüyle işgal eder. Bu süreci Nevhiz’e ve bilmeden bize de ayrıntılı olarak anlatan Servet Tör’ün sayesinde “helal süt emmenin” ne anlama geldiğini ve o yıllarda bir sütannenin nasıl seçildiğini öğreniriz. Sütannenin seçimi fiilini boşuna kullanmadım. Zengin bir ailenin bebeğine sütannelik edecek yoksul kadın zengin aile tarafından seçilirken, sütannenin kendisi de iki bebek arasında iç paralayıcı bir seçim yapmak zorunda kalır. Çünkü yoksul sütanne iki bebeğe birden süt veremez. Öncelikle, yaşayacağı, o dönemki tabiriyle “kapılanacağı” kalburüstü semt kendi evinin bulunduğu semtten epey uzaktır. Üstelik ara sıra da olsa evine gitmesine genelde izin verilmez. Çünkü ulaşım olanaklarının kısıtlı olduğu o yıllarda sütanne evine kısa bir ziyarette bulunsa bile istihdam edildiği evden ayrı kalacağı süre epey uzun olacağından süt verdiği bebek aç kalacaktır. Bundan da önemlisi, anne bebeğini ve kendi ailesini görünce “annelik içgüdüsü” ve özleminin ağır basacağı ve geri dönmeyeceği düşünülür. Bu sebeple kendi bebeğini, kocasını ve ailesinin diğer bireylerini ancak onlar ziyarete geldiğinde görebilecek, hasret giderebilecektir. Ki bu ziyaretler, sütannenin aklını çeleceği gerekçesiyle işveren tarafından pek de onay görmez. Kitap boyunca, rezalet çıkarmak, para koparmak veya karısını geri almak için kapıya dayanıp mahalleyi ayağa kaldıran kabadayı koca hikayeleri anlatılır.
Yani, sütanne iki bebek arasında seçim yapacaktır. Hatta ona seçme hakkı da tanınmayacak, geçim koşulları ve aile bireyleri onu zorlayacaklardır. Kendi bebeğini annesine veya bir komşu kadına emanet eden sütanne, tüm zamanını, emeğini ve sütünü zengin ailenin bebeğine ayıracaktır. Şimdilerde göç literatüründe “kalp nakli” olarak da anılan bu deneyim, günümüzde kadın göçü konu edilirken sık sık karşımıza çıkmaktadır. Zengin ve nüfuzlu evin bebeği çifte emek ve şefkatle büyütülürken, yoksul evinki bundan mahrum kalacaktır. Günlükte sözü edilen sütannelerden birinin kendi bebeğinin bakımsızlıktan ölmesi yazarın vicdanını bir ölçüde sızlatsa da, kendi evladının esenliğine öncelik tanıması gerektiğine kısa sürede ikna olur.
Gelelim zengin ailelerin sütanne seçimi sürecine. Sütanne bulmak zahmetli bir iştir ve bunun birden çok yolu vardır. Günlükten takip edecek olursak, en sık başvurulan yöntem sağa sola, özellikle de bir tür mahalle muhtarı işlevi gören, yaşını başını almış kadınlara başvurmaktır. Bizim örneğimizde aracı kadın Habeş’tir ve “bir dudağı yerde, bir dudağı gökte bir Arap karısı” olarak anılmaktadır. Bu kadınların yaptıkları emlakçılığa benzer bir iştir. Sütanne arayanlar ile sütanne olmak isteyenler ona başvurur. O da zengin evinden aldığı komisyon karşılığı iki tarafı bir araya getirir. Yine günlükte yazılanlara göre, bazen sütanne bu işe gönüllü olmasa da aracı kadın veya paraya ihtiyacı olan ailesi tarafından zorlanır. Sütannelerin kayda değer kısmı çocuk yaştadır ve tahmin edebileceğiniz gibi “hayırsız” ve bazen ihtiyar kocalarıyla zorla evlendirilmiş, şiddete maruz kalan yahut terk edilen, kuma olarak alınan kadınlar da olabilmektedirler. Servet Tör, bu “çocuk anne”lerin dramına az da olsa değinip duruma üzülmektedir. Bu çocuklardan bazıları hayatları üzerinde hiçbir hükümleri olamadan, aileleri/kocalarının zorlamasıyla evden eve sürüklenirken haliyle kendi çocuklarıyla da, sütannelik yaptıklarıyla da bir bağ kuramamaktadırlar. Tör, sütanneliğin de diğer meslekler gibi kurala kaideye bağlanması, güvencesi ve emeklilik hakkı olması gerektiğini dile getirir.
Sütanne temininin diğer yolları, hamam kapılarında beklemek, yolda rast gelinen bebekli, yoksul kadınlara teklifte bulunmak ve sağa-sola haber salmaktır. Bir namzet bulununca da telaşe bitmez. Sütanne adayının bir hekime muayene ettirilmesine, sütünün yeterli ve besleyici, sağlığının yerinde olup olmadığının anlaşılmasına, bulaşıcı hastalık kontrolü yapılmasına sıra gelir. Bunlar da tamamsa en son aşama sütannenin mahallesine gidilip bir tür güvenlik soruşturması yapılmasıdır. Aracıların verdikleri teminata güvenilmez. Çünkü onlar komisyon alacaklardır. Mahalle zabıtasına, komşulara, esnafa danışılır, malumat derlenir. Temel kriterler sütanne adayının ahlakı, soyu-sopu, bir suça karışıp karışmadığı, iffeti, kocasının/ana babasının belalı olup olmadığı, günün birinde gelip kapıya dayanıp dayanmayacakları anlaşılmaya çalışılır. Fakat en acısı, sütannenin kendi bebeğinin gözle ve hatta elle muayene edilmesidir. Semiz mi, temiz mi, sütannenin sütü yarayışlı mı, sorusuna cevap aranır. Aile evi, akrabaları güvenlik sınavını geçmişlerse bir de göz muayenesinden geçirilirler. Sütanne tutacak kişiler eve girip köşe bucak kolaçan ederler.
Bu uzun ve onur kırıcı sürecin ardından istihdam edilen sütanne hep gözetim altında tutulur. Sütü arttıracak ve ev sahibi tarafından belirlenen gıdaları yemek yerine pisboğazlık mı yapıyor, çocuğu yeterince besleyebiliyor mu, özenli ve sevgi dolu mu? Hane içindeki davranışları nasıl? İffetli mi, yani evin beyini veya oğlunu baştan çıkarmaya meyyal mi? Çok yiyen, çok konuşan, ayak altında dolaşan, kişisel bakımını yapmayan biri de makbul değildir. Çoğu sütanne ve akrabaları açgözlü ve saldırgan bulunur. Daha çok yiyecek, para, daha çok boş zaman talep edenler savuşturulur. Gayrimüslim sütanneler çaresizlikten kabul edilirler. Bebekle sütanne arasında kurulacak yakınlık, başka dinden, milletten bir kadının sütünün haram mı, helal mi, daha doğrusu caiz mi olduğuna emin olmayı gerektirir. Rum sütanne adayı için cami hocasından icazet alınır: “Şimdiki Müslümanların ahlakından Hıristiyanların ahlakı daha mazbut” der hoca. Bir başka Rum sütanne, Behice Hanım’ın huzurunu kaçırır. İcazetle zoraki kabul ettiği bu kadını neredeyse cezalandırır gibi kendi tercih ettiği isimle seslenecektir: “Anastasya mıdır, Aspasiya mıdır anlayamadım fakat ben ‘Mari’ diye çağırırım onu”. Tıpkı eski Sovyet Bloku’dan göç etmiş tüm kadınlara ‘Nataşa’ denmesi gibi, Behice Hanım da, en yaygın Rum kadın ismi olan Mari’yi kullanarak Rum sütanneyi o etnik topluluğa atfedilen tüm özellikler, önyargılar ile çerçevelemek için böyle bir yola başvurur.
Servet Bey, çalıştırdıkları sütanneler içinde en fazla memnuniyet yaratanı hakkında yazarken, bütün bu anlattıklarımın da kısa bir özetini verir:
“Yeni sütninen Emine Hanım iyi bir kadın Nevhiz. Annen seni emniyet-i kalble kendisine tevdi edebiliyor. Bir kere genç ve hoppa değil. Beş vakit namazında ve bir çocuğu nasıl tutmak lazım geleceğine vakıf. Sonra dev gibi cüssesiyle ve kuvvetli kollarıyla seni ev içinde gezdirip dolaştırmaya pek müsait. Ev içinde diyorum çünkü henüz sokak kundurası tedarik olunamadığı için kapıdan dışarıya çıkabilmesi mümkün değil. İlk geldiği gün ayağında bulunan kunduraları, annesi giderken alıp götürmüş! Mevcut ayakkabıların kabil-i istifade olmadığı bi’t-tecrübe anlaşıldı. Zaten çamaşır ve entari tedarikinde de birçok müşkilata uğramıştık. Bütün sütninelerin hemen arkalarındaki ile gelmeleri bir kaide-i esasiye olduğundan diğerleri de çıplak gelmiş idi. Fakat onlar bizim gibi alelade bir vücutta olmadıklarından kendilerine çamaşır bulunması müşkül olmuştu.”
Servet Bey’in anlattıkları, çoğu kişinin ev işlerini ve bakım emeğini üstlenen yardımcılarıyla ilgili hislerine tercüman olmuyor mu? Sütannenin ailenin kıymetlisi bebekle yakın temas kurması, yine en kıymetli kabul edilen bedensel sıvılardan olan ve anneliği taçlandıran süt (diğeri kan ve meni olsa gerek) ile bebeğin ve ailesinin kimyasına, safiyetine zorunlu fakat harici bir müdahalede bulunması ve evin içinde görünmez olmasının pek de mümkün olmaması da cabası tabii. Sütanne tarafından beslenmiş bir çocuğun hayatta kalıp gürbüzleşmesine katkıda bulunan kadına saygı ve destek sunması, onun çocuklarını kardeşi olarak kabul etmesini dini ve ahlaki bir ödev olarak kabul eden kültürel kodları da unutmayalım. Son olarak da şunu ekleyelim, lohusa anneye, en temel görevi kabul edilen bebeğini besleme pratiğini yerine getiremediği için ailenin ve sosyal çevrenin katkısıyla kendini yetersiz ve suçlu hissettiren bir tecrübedir sütannelik. Nitekim Nevhiz’in annesi de sütannelere karşı en hafifinden bir haset duymakta, hatta öfke/nefret karışımı hislerle yaklaşmaktadır. Çocuğa fiziksel veya duygusal olarak zarar verdiği düşünülen sütanneler azarlanmakla kalmayıp dayak bile yemektedirler. Fakat birçok örnekte, işveren katındaki biyolojik anneyi manen zayıf düşüren bu görev devri, sütanneyi hem işveren aile nezdinde vazgeçilmez, hem de haneye gelir getirdiği için kendi ailesi içinde güçlü kılabilmektedir.
Nevhiz’in Günlüğü, Ahmet Nedim Servet Tör, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008.
Funda Şenol Kimdir?
Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.
Selim Sırrı Tarcan: Bedeni ve zihni terbiye etmek 18 Ekim 2024
Batının vaatkar bedeni: Baraj Gazinosu’nun Avrupalı artistleri 04 Ekim 2024
Dişil enerji dedikleri ne ola ki? 20 Eylül 2024
Annemin karnıyarık tenceresi 30 Ağustos 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI