Harootunian ve Stanley: Faşizmin tarih anlatımı

Türkiye tarih yazımında, sömürge ve soykırım ilişkilerini yok sayarak, emek-sermaye çelişkisini formalite seviyesinde ele alarak hiçleştirme kronik bir durumdur.

Google Haberlere Abone ol

Dünyanın çeşitli bölgelerinde savaşların ve siyasi ve ekonomik krizlerin artması, hedeflerini yabancılara, kadın ve LGBTQ+ bireylerin haklarına ve doğayı koruma siyasetine ve emeğe karşı sermayenden taraf belirleyen siyasetin adlandırılmasını ve bunun tarih yazımındaki belirleyici etkisini iki düşünce insanı yazdıkları iki kitapla dile getirdi. Yale Üniversitesi'nde felsefe profesörü Jason Stanley'nin bu eylül ayında çıkan Erasing History: How Fascists Rewrite the Past to Control the Future (Tarihi Silmek: Faşistler Geleceği Kontrol Etmek İçin Geçmişi Nasıl Yeniden Yazıyor) adlı eseri ile tarih profesörü Harry Harootunian'ın  geçen sene çıkan Archaism and Actuality: Japan and the Global Fascist Imaginary (Arkaizm ve Gerçeklik: Japonya ve Küresel Faşist İmgelem) kitabı, faşist ideolojilerin tarihi ve zaman kavramlarını nasıl manipüle ederek mevcut siyasi koşulları şekillendirdiğini ve geleceği kontrol etme girişimlerini açıklamaları açısından bizlere argümanlarını sunuyorlar.  Stanley farklı dönem ve ülkelerde faşizmi analiz ederken, Harootunian Japonya deneyiminden evrensel sonuçlar çıkarmaktadır. Bu iki yazarın kitaplarının eşliğinde Türkiye’deki tarih yazımı da ele alınmaktadır.

STANLEY: GERİCİLERİN İŞBİRLİĞİNİN ZİRVESİ FAŞİZM

Stanley'e göre faşist ideolojiler, ulusal yücelik, safilik, masumiyet, mutlak cinsiyet rolleri ve sola karşı saldırı gibi kavramlarla inşa edilir. Ulusal yücelik miti, idealize edilen bir "altın çağ" anlatısıyla halkı harekete geçirirken, ulusal safilik fikri, farklılıkları tehdit olarak sunar. Ulusun masum olduğu iddiası ise geçmiş suçların inkarıyla meşrulaştırılır. Bu ideolojiler, kadınları geleneksel rollere indirgerken, sol görüşleri düşman ilan ederek muhalefeti bastırır. Eğitim ve medya gibi araçlar bu kavramları topluma yerleştirir. Böylece faşizm, akademik özgürlük gibi demokratik değerleri  ve bireysel hakları zayıflatıp toplumun farklı kesimlerini dışlayan otoriter bir düzeni meşrulaştırır. Bu düzen, tarihsel ve kültürel mitlerle krizleri manipüle ederek süreklilik kazanır.

Faşist liderler, sömürgecilik dönemi (altın çağ) zaferlerinin "büyüklüğünü" hatırlatarak, bir zamanlar kurulan düzenin geri getirilmesi gerektiği söylemini yayarlar. Tarihi yeniden yazmanın amacı, geçmişin sömürgeciliğini günümüzde mümkün kılmakta yatar böylelikle. Sömürgeciliğin siyasetine dair verdiği örneğe göre, Kenya'daki Kikuyular, sömürge öncesinde yaşlılar konseyleri ve soy başkanlarıyla yönetilen devletsiz bir toplum iken, Britanya sömürge yönetimi, dayattığı kabile şefleriyle hem işbirlikçilerini yarattı hem de bu tür rejimler üzerinden medeniyetsizlik suçlamasını pekiştirdi.

HAROOTUNİAN: JAPON FAŞİZM - BİR EVRENSEL PROTOTİP

Harry Harootunian kendi eserinde, faşizmin tarih ve zamanla olan ilişkisini özellikle Japonya bağlamında analiz eder. Ona göre faşizm, tarihi hem manipüle eden hem de araçsallaştıran bir ideolojidir. Japonya'da Meiji Restorasyonu ve imparator figürü gibi geçmişin "arkaik" unsurlarını,  modern kapitalist yapıların içine faşist ideolojinin nasıl uyarladığını gösteriyor. Faşizmin zaman algısını manipüle ettiğini ve farklı tarihsel dönemleri bir araya getirerek "zamansal bir çatışma" yarattığını belirtir. Bu çarpıtılmış zaman algısı, faşist rejimlerin halkı geçmişin yeniden canlandırılması fikri etrafında birleştirmesine olanak tanır. Faşizm, geçmişteki olayları ya siler ya da yeniden yazarak, mevcut rejimin ideolojik hedeflerine uygun bir tarihsel yazım yaratır. Japonya’da bu, emperyal ideolojinin merkezine yerleştirilen arkaik mitlerin güçlendirilmesiyle görülür. Sadece geleneksel değerlerin sembolleri ve modernleşme ve kapitalist dönüşüm sürecinin bir parçası olan imparator ile sınırlı kalmaz, Japon ulusal kültürü ve eski savaşçı değerleri (samuray ahlakı gibi) modern sanayi toplumunun disiplinine entegre edilir.

Harootunian geçmişi de içinde kapsayan gündelik yaşamı üretim ilişkilerinden açıklar.  Meta, soyut emeğin tarihsel bir ürünü olarak, geçmiş üretim biçimlerinin izlerini taşır ve kapitalist düzenin tarihsel gelişiminin bir yansımasıdır. Harootunian, kapitalizmin bireyleri kendi emeklerinden, topluluklarından ve tarihsel bağlamlarından yabancılaştırdığını belirtir. Faşizm ise bu yabancılaşma sürecinde sahte bir bütünlük ve aidiyet hissi vaat eder, ancak bunu geçmişin mitlerini ve ideolojik yanılsamaları kullanarak yapar​. Yani kendi ürettiği zenginliği tanıyamayan kitleler, yüzlerce ya da binlerce yıl öncesinde, tıpkı kendisi gibi düşünüp hareket ettiğini düşündükleri bir lideri bilir, tanır, onunla kendisini özleştirir.

EHLİLEŞTİRME VE GERÇEKLİK ARASINDA

Aralarındaki konusal ortaklıklara rağmen, Harootunian, Jason Stanley”den farklı olarak Leon Troçki'nin eşitsiz ve bileşik gelişme yasası ile Gramsci'nin pasif devrim kavramını kullanarak, kapitalizmin mevcut sosyal, kültürel ve ekonomik pratikleri nasıl entegre edip yönlendirdiğini ve bunun faşizmin oluşumundaki rolünü tartışıyor. Stanley analizinde, bu toplumsal dönüşümde, sömürgeci ve yayılmacı siyasetin gelişiminde sermaye hareketlerini görmezden gelerek faşizmi yalnızca bir ideolojik hareket olarak ele almaktadır. Japon filozoflar Miki Kiyoşi’nin gündelik kültür ve fenomenolojik zaman kavramı üzerinden Tosaka Jun'un çalışmalarını da değerlendirerek, Japonya'nın kapitalizm yolunu ve bunun küresel faşist hareketlerle ilişkisini analiz eder. Jason Stanley için, faşizm liberal demokrasiden sapma iken, Harootunian’a göre kapitalizmin bir sonucudur faşizm.

Kapitalizm ve siyasi rejim olarak otoriterizm konusuna ayrıca baktığımızda, bu ayrışmanın eksik kaldığını görebiliriz, kapitalizmin otoriter olan ve olmayan iki ayrı durumu yok, devletin kendisi zora dayanan bir rızalık mekanizmasıdır. Bunun yanı sıra siyasal rejimlerde, Bonapartizm gibi bir kavram göz ardı bırakılarak, faşizmin mevcut yapısı ehlileştiriliyor, ezilenlerin ve işçilerin fiziki tehlike altına girmeden, bir takım demokratik kısıtlamalarla yaşayabileceği bir sisteme indirgeniyor faşizm.

TÜRKİYE TARİHİNİ ARIYOR

Türkiye tarih yazımındaki boşluklar, zamansal kırılmalar, bilinçli iktidar tercihleridir. Türkiye tarihindeki bu tarih yazımında, sömürge ve soykırım ilişkilerini yok sayarak, emek-sermaye çelişkisini formalite seviyesinde ele alarak hiçleştirme kronik bir durumdur. Her gelen iktidar bloğu, kendi tabanının tarihini önceliğine alırken, diğerlerini yok saymaktadır.  Türkiye’deki tarih yazımında mevcut durumun analizini yaptığımızda, her iki yazarın bahsettiği  teknikler açısından 3 tarih yazımında değerlendirebileceğimiz ve ilerlemiş bir içselleşme durumu olduğunu görebiliriz. Birincisi Türk tarih tezi, Sümerler ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki dönemi, bilhassa Osmanlı dönemini hiçleştiren tarih anlayışı; ikincisi Türk-Osmanlı tezi, Osmanlı ve Selçuklular öncesini hiçleştiren bir tarih anlayışı; üçüncü olarak da akademide son dönemde etkisini gösteren, tarihte faşizm, sömürgecilik gibi durumları hiçleştiren postmodern tarih anlayışı. Buradaki hiçleştirme, dışlanan konular üzerine malumat verilmemesi anlamında anlaşılmamalı, kendi zamanı ve sonrasında, bilhassa günümüzdeki siyasetin, kültürün ve kimliğin oluşmasında inkar edilmesidir.  Bu zamansal kırılma, aynı zamanda mekânsal bir kırılmayı da beraberinde getirmiştir. Mesela bu topraklarda yaşamış olan Ermeniler, hiçbir zaman tarih anlatılarında aynı zamanın ve mekânın içinde yer bulamamışlardır. Tarih yazımında geçmişi sorunsuz ve anlayışlı, ulusal safilik ve masumiyet olan halklar, günümüzdeki sorunlarla karşılaştığında, bunların ancak yabancılaşmış ve sonradan üretilmiş sorunlar olduğuna daha kolay inkar olmaktadır.

Türkiye’de üretimde yüksek teknolojik dönüşümü gerçekleştiremeyen, turizm, inşaat ve tekstil gibi alanlardan sağlanan sınırlı gelirle yetinen, üretime doğrudan katkısı olmayan devlet aparatının  diyanet, güvenlik harcamaları ve itibar masrafları gibi yüksek giderlere sahip bir bütçeyle hareket eden bir ekonomi söz konusudur. Üretimini artıramayan bu ekonomik yapı, kaynaklarını sürekli başka yatırımlara ‘’çökerek’’ genişletmeye çalışmakta;  bu ekonominin sonucu olarak varlığını devam ettiren çeteler ve tefecilik, gündemi her gün şok edici haberlerle doldurmaktadır. Sürekli üretim dışına itilen, definecilik, bahis, arabuluculuk, gasp ve çökme ile zenginleşme hayalleriyle yaşamını sürdüren lümpenlik, faşizmin doğal tabanını oluşturmaktadır. Olağan polis ve askeri kaynakların yanı sıra parlamenter müdahalelerin toplumsal dengeyi sağlayamadığı noktada, kriz içindeki küçük burjuvaziyi ve kendi doğal tabanı olan bu lümpenliği bir lider ve parti önderliğinde kitlesel olarak harekete geçirerek işçi sınıfının ve ezilenlerin bağımsız örgütlülüklerini yok etme amacına hizmet eden bir rejimdir faşizm. Faşizm, aynı zamanda banka sermayesinin (finans) kendi öncülü ve rakibi olan tefecilik ve çetecilik de dahil olmak üzere kendi askeri disiplini ile ülke sınırlarında restorasyona gitmesi ve sermaye birikimi için ülke dışında yeni savaşlara hazırlık yapması sürecidir. Faşizm, ekonomik büyüme ve istikrar için ülke içinde ve dışında yeni kâr taahhütleridir aynı zamanda.

Suriye’deki yeni durumda eskinin arkaiklerinin daha güçlü bir şekilde ortaya çıkacağını öngörebiliriz. Erdoğan’ın Osmanlı’nın güçlü figürleriyle özdeşleşmesi devam edecektir, böylelikle hem geçmişteki hem de şimdiki liderler olduklarından daha farklı bir şekilde anlatılacaktır. Bu absürtlüğün televizyonlardaki karşılığı, devlet başkanı gibi konuşan padişah, padişah gibi konuşan devlet başkanı olarak karşımıza çıkmıştı. Siyasal ve askeri olarak toprak genişlemesi mümkünlüğü söz konusu olmadığı dönemlerde bile, kitlenin düşünsel olarak bu tür genişlemeye rızalık göstermesi için, eskinin arkaikleriyle günümüzün belirlenmesi istenilmektedir.  Önümüzdeki dönem, Harootunian ile Stanley’in eserlerinde ele aldığı tartışmaların bizi daha büyük bir aciliyetle beklediğini de söyleyebiliriz.