YAZARLAR

Harry Maguire ve alay etmenin dayanılmaz hafifliği

Gana parlamentosundaki bütçe görüşmeleri sırasında bir milletvekili, devlet başkanının yardımcısını eleştirmek için “ekonominin Maguire’ı” ifadelerini kullandı.

Dünyanın en popüler sporunu yapıyor. Dünyanın en büyük kulüplerinden birinde kaptanlığa yükselmiş. Dünyanın en iddialı milli takımlarından birinde forma giyiyor. Torunlarını rahat yaşatacak parayı kazanmış. Milyonlarca kişi adını, kariyerini, yüzünü ezbere biliyor.

Böyle birinin alay konusu olması beklenmez. Ama Manchester United’ın 30 yaşındaki İngiliz stoperi Harry Maguire futbol tarihinde en çok dalga geçilen kişi olabilir. Sosyal medya çağıyla birlikte iyice serpilip güçlenen alay etme pratiği bazen istismara varırken bazen politik doğruculuk adına abartılı eleştirilere konu oluyor.

AY BEN GÜLERİM!

Alay etmek insana has özelliklerden biri. Doğada gülen, hatta kahkaha atan hayvanlar var ama birbirleriyle dalga geçtiklerine dair veri yok. İnsan ise başka insanların haline gülmeyi seviyor. Hangi tarafta olduğunuza bağlı olarak nimet de lanet de sayılabilir.

Ünlü filozoflar da bu konuda kafa yormuş. René Descartes’a göre “Alay etmek iyi insanlara has bir özellik çünkü kişinin neşeli mizacını, ruh dinginliğini ve ince zekasını gösteriyor."

Daha ciddi – biraz da sıkıcı – bir perspektiften bakan düşünürler de var. Mesela Baruch Spinoza, “Alaycılık yanlış kanıya dayanır ve aslında alay edenin kusurluluğunu ele verir" diyor. Haklı olabilir ama durum değişmiyor: İnsanlar birbiriyle her zaman alay etti, ediyor ve edecek.

Çok da acımasızız. Dış görünüş, sakarlık, beceriksizlik, konuşma bozukluğu, ayrıca fiziksel veya ruhsal açıdan "normal" olmadığınız gerekçesiyle alay konusu olabilirsiniz.

Sınırlar belirsiz ve kişiden kişiye değişiyor. Yine de bazı ilkelerden söz edilebilir. Mesela kendini fazla ciddiye alan birinin başkalarıyla alay etmesi tatsızdır. Ya da örneğin çok yakışıklı veya çok güzelseniz – ki bu yazıyı okuyan herkesin öyle olduğundan hiçbir şüphem yok – karşınızdakinin dış görünüşüyle dalga geçmek çiğ bir tavır olacaktır. Ama mesela ben birisinin çirkinliğiyle alay etmeye kalksam – asla yapmam! – çok da gücenmeyecek, olsa olsa gidip aynaya bakmamı söyleyecektir.

FUTBOL ALAYI

Öte yandan alay etmek illa kötü bir şey olmak zorunda değil. Bazen hayatla, bazen diğer insanlarla, bazen kendinizle baş etmenin yolu, mevcut olumsuzlukları ironi yoluyla hafifletmekten geçebiliyor.

Üstelik sadece insanın değil oyunun da ayrılmaz parçası. Her oyundan zevk almanın koşullarından biri rakiple ve/veya kendinizle dalga geçmek. Bir Fenerliye Galatasaray’ı yeneceklerini ama galibiyet sonrası Galatasaraylılarla alay edemeyeceğini söyleseniz bütün tadı kaçar.

Futbolda alay konusu olmanıza yol açan yaygın tetikleyiciler var. Dış görünüş, sakarlık, beceriksizlik, hata tekrarı en önde gelen kriterler arasında. Kimi kriterler iş etiği ve fiyat/performans denklemi – “O kadar para verdik” – kapsamında değerlendirilebileceği için görece adil. Kimileri oyuncunun elinde olmayan ve değiştiremeyeceği özelliklerden kaynaklandığı için maksadını aşabiliyor.

ALAY BAŞI

Harry Maguire’ın problemi, bütün bunları tek bedende toplamış olması. Dış görünüşü itibarıyla çok güven vermiyor. Başını eğip kollarını iki yana aça aça depara kalkan Harry görüntüsü de – ne yalan söyleyeyim – epey gülünç. Üstüne üstlük son derece sakar. Oyunu başlatırken kaptırdığı toplar, rakip oyuncu yerine takım arkadaşını marke ederken yedirdiği goller, o an başka bir şey düşünüyormuş gibi yaptığı aceleci ve beyhude hamleler herkesin malumu. “Tarihin en pahalı savunmacısı” etiketi oyuncuya biraz ağır gelmiş gibi görünüyor. Buna kendi ağırlığı da eklenince… Tamam tamam, yapmıyorum.

İlginç olan ise beş yıl öncesine kadar tam aksi bir imaja sahip olması. Bahsettiğimiz özelliklerin birçoğunu o zaman da taşımasına rağmen Harry İngilizlerin gözünde dalga geçilecek biri değil, pek sevdikleri fedakar ve cefakar savunmacı geleneğinin son halkasıydı. Terry Butcher gibi serdengeçtiler Ada futbolunda hep saygı görmüştü. Maguire bu adanmışlığa kafa gollerini de ekleyince 2018 Dünya Kupası döneminde kahraman mertebesine yükselmişti.

97 milyon euro karşılığında Leicester City’den Manchester United’a gelişiyle birlikte her şey tepetaklak oldu. İstikrarsız ve kadro hiyerarşisi sorunlu bir ekibe gelmişti. Gary Neville gibi muhafazakar eski oyuncu yeni yorumcular, yolunu kaybetmiş görünen United gemisine kaptanlık için Maguire’ı işaret edince işler iyice sarpa sardı. Üzerindeki baskının artmasıyla oyun içi hataları giderek parodiye dönüştü. Yanlışlıkla takım arkadaşını sakatladı, antrenmanda ekipmanları tutamayıp üzerine düşürdü, reklam tabelalarına uzun paslar attı.

2020 yazında bir kırılma anı daha yaşandı. Yunan adalarına tatile giden Maguire bir gece bar kavgasına karıştı. Yunan polis memurlarına hakaret ettiği ve yumruk attığı gerekçesiyle tutuklandı. İki geceyi gözaltında geçiren oyuncu Yunan adaleti tarafından suçlu bulunup 21 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ceza ertelendi ancak Maguire’ın psikolojisi ciddi yara aldı.

United’daki bitmeyen hoca sirkülasyonu ve mutsuzluk da aleyhine işledi. Hataları daha da göze batar oldu. Yedek bırakılması gereken zamanlarda yüksek maliyeti yüzünden kolay vazgeçilemedi, yeni hatalarla itibarını daha da zedeledi. Neticede bir futbolcunun, hatta bir insanın başına gelebilecek en talihsiz şey oldu: Maguire’ın adı çıktı.

ŞÖHRETİN BEDELİ

Hem de olabilecek en kötü zamanda. Sosyal medya tanrıları sürekli kurban istiyor.

Normalde popüler insanların aldığı eleştiriler, şöhretin makul bedeli olarak görülür. Yirmili yaşlarında, muhtemelen iyi tahsil görmemiş, hayatında başka bir niteliği olmadığı varsayılan bir genç, sırf top oynadığı için sizden yüzlerce, binlerce kat fazla kazanıyorsa, işini iyi yapamadığında ekstra tepki görmesinde şaşılacak ve itiraz edilecek bir şey olmadığı düşünülür.

Sosyal medya bunun için kusursuz bir saha. Üstelik taraftar açısından asimetrik bir ilişki de sağlıyor. Oyuncu ortalıkta, kameralar üzerine dönmüş halde dururken siz ister kendi adınızla ister anonim bir hesap üzerinden istediğinizi söyleyebiliyorsunuz.

Özenme ve kıskançlık da rol oynayabiliyor. Biliyoruz ki bir futbolcu ile dalga geçen insanların yüzde 99’u futbolcu olma hayaliyle büyümüş ve olamamıştır. Dahası, Maguire bütün kusurlarına rağmen dünyanın en büyük kulüplerinden birinde oynuyor ve kendi pozisyonunun muhtemelen en iyi 100 oyuncusundan biri. Hangimiz kendi sektörünün en iyi şirketinde veya kurumunda çalışıyoruz? Kendi alanınızda dünyanın en iyi 100 isminden biri olduğunuzu söyleyebilir misiniz? Ben söyleyemem.

Ama dünya rasyonel bir yer değil ve bizden daha başarılı insanlarla dalga geçmenin ayrı bir cazibesi olduğu açık. Sosyal medyanın sorunu ise yeterince etkileşim alabildikten sonra hiçbir şeyin sorun olmaması. İşler çığırından çıkabiliyor. Sahadaki hatalarla başlayan küçük düşürücü ifadeler oyuncunun karakteriyle, ailesiyle, çocuğuyla veya sağlık sorunuyla dalga geçmeye varabiliyor. Taraftarın tavrı bu aşamada bile normal bir haşarılık sayılabilir. Ama kitleleri yanına çektiğini gören arsız “yorumcular” etkileşimin tadını alıp işi iyice sulandırıyor. Başta masum görünen sözler 25 yaşındaki bir gencin kariyerine mal olabiliyor. Maguire’ın annesi geçtiğimiz günlerde oğlunun istismar mağduru olduğunu söylerken tamamen haksız değildi.

Neticede birçok konu gibi futboldaki alay meselesi de anlamsız bir ikilemin içinde boğuluyor: Bir tarafta dikkat çekmek ve kendi nüfuzunu artırmak için her şeyi yapan ilgi arsızları, diğer tarafta ağzınızı açtırmayan politik doğrucular duruyor.

Bütün niyeti, kendinde de var olduğunu bildiği kusurlarla dalga geçip biraz rahatlamak ve gülmek olan, sizin benim gibi insanlar ise nefes alamaz hale geliyor. İki taraftan da olmadığını anlatmak için göstereceği çaba çoğu zaman boşa gidiyor.

BU ALAY O ALAY DEĞİL

Maguire fırtınası ise tüm hızıyla sürüyor. Namını duymayan yok. Geçen yıl aralık ayında Gana parlamentosundaki bütçe görüşmeleri sırasında bir milletvekili, devlet başkanının yardımcısını eleştirmek için “ekonominin Maguire’ı” ifadelerini kullandı. Harry muhtemelen ömür boyu bu imajla yaşayacak.

Tüm bunlara rağmen United’da kalmakta ısrar etmesi takdire şayan. Bu hafta sonu altyapısından yetiştiği Sheffield United’a karşı yedek oturacak. Ama belli olmaz. Bir sakatlık, kart veya taktik değişiklik gereği her oyuna girebilir. Girer girmez yine herkesin gözü üzerinde olacak ve ilk hatasında yine tweet’ler, edit’ler havada uçuşacak.

Peki, eskiden de böyle değil miydi? Oyunculara o zaman da kusurları yüzünden lakaplar takıp dalga geçmiyor muyduk? Galiba tam olarak böyle değildi ve sorun da bu.

Futbolda alay etmek bir sevme ve benimseme biçimi olarak kıymetliydi. Fenerbahçeli Selçuk Şahin, Galatasaraylı Sabri Sarıoğlu veya Beşiktaşlı İbrahim Üzülmez’le herkes uğraşırdı ama bu oyuncular hep sevildi. Bugünkü yaklaşım ise alttan alta büyüyen bir öfkeyle besleniyor. Bunun da bir sebebi var.

Futbol tamamen sermaye esiri bir etkinliğe dönüştüğünden beri fazla ciddileşti ve oyun olma vasfını yitirmek üzere. Eşitsizliğin bu kadar arttığı, oyuncular ile taraftarın birbirinden böylesine uzaklaştığı bir ortamda, maçı kaybettiren oyuncu taraftarın gönlünde samimi bir mutsuzluğa yol açmıyor. Bahis, statü ve para kaybettirdiği için özünde nefret nesnesine dönüşüyor.

Halbuki aklı başında her futbolsever, nefret edilmesi gereken kişinin Maguire değil, ona 97 milyon euro bonservis ödeyenler olduğunu biliyor. Futbolun bugünkü sorunu alaycılık değil, üzerine çöreklenen takım elbiseli, kravatlı, lüzumsuz ciddiyet…


Suat Başar Çağlan Kimdir?

1984 yılında Bornova’da doğdu. Balıkesir Fen Lisesi’ni ve Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. 2010 yılında Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bizans Sanatı programında yüksek lisansını tamamladı. 2007 yılından beri İngilizce ve Fransızca dillerinden serbest çevirmenlik yapıyor. George Bernard Shaw, Alain Robbe-Grillet, C. L. R. James, Saadat Hasan Manto gibi yazarların eserlerini Türkçe’ye çevirdi; edebiyat, sanat ve felsefe alanındaki yazı ve tercümeleri çeşitli dergilerde yayınlandı. Gazete Duvar’da başladığı futbol yazılarına farklı mecralarda devam ediyor. Karşıyaka’da yaşıyor.