Hasan Hayri Bey’in kavgasını sürdürmek
Hasan Hayri Bey’in hikayesi, geride kalan bizlere tarihsel olarak büyük bir miras bırakmanın yanı sıra birçok açıdan sorumluklarımıza da ışık tutuyor.
Cevdet Konak*
Tecrübelerinden ders çıkarmak, düşünen bir varlık olarak galiba sadece insana tanımlanan bir özellik. Bundandır ki Karl Marks, iki defa tekerrür eden tarihin, ilkinde “trajedi” ikicisinde ise “komedi” olarak tecelli ettiğine vurgu yapar. Marks’ın burada tekrar ettiğinde komedi olarak nitelediği trajedinin nedeni ise, insanın, ilkinde tecrübe ettiği olumsuzluklardan ders çıkarmamasıdır. Gerçekçi olmak gerekirse, bugünden geriye baktığımızda insanlık tarihinin, çoğu kez birbirinin tekrarı olan hadiseler zincirine sahip olmadığını da iddia edemeyiz. Heyhat, tecrübelerinden bir türlü ders çıkarmaması da galiba sadece insana ait bir özellik!
Haksızlık olmayacaksa şayet, en azından uzun bir süredir tecrübe(sizlik)lerin en çok da Ortadoğulu halklara ait bir özellik olduğunu söylemek isterim. Üstelik alanı daha da daralttığımızda, sırf “laiklik” ve “demokrasi” söylemi üzerinden, Türkiye’nin Batı’ya sözde yüzü en dönük ülke olma iddiasından ötürü bile kendine özgü bir yanının olduğunu göreceğiz. Fakat gün sonunda bu da kuruluşundan beri gerçekleşmemiş bir hayal olarak tüm çıplaklığı ile yüzümüze vurur. Malumun ilamı olacak ama merak edenler neredeyse yüz yılı bulan bu hikâyenin başlangıcından itibaren örnek olarak Ermeni'ye, Rum'a, Kürt'e ve Alevi'ye neyin reva görüldüğüne bakabilir. Üstelik öyle bir örnek ki henüz başından itibaren bugün geleceği yerin sinyallerini vermiş. Burada tam da büyük amcazademiz Hasan Hayri Bey’in yaşam hikayesine bakabiliriz.
AŞİRET MEKTEBİNDEN OSMANLI MECLİS-İ MEBUSÂNI VE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NE
Osmanlı tarihi boyunca birçok seferin gerçekleştirilip bir türlü zaferin elde edilemediği Dersim, özellikle II. Abdülhamid bürokrasisinin yakın gündemi içerisinde yer aldı. Bu da bölge ve insanının çeşitli politik açılımların hedefi olmasını beraberinde getirdi. Buna karşı aşiretler çeşitli stratejiler geliştirerek cevap verdikleri gibi bazen kendileri açısından “faydalı gördükleri” devletin gündemlerine diplomasi yaparak dahil olmaktan da geri durmadılar.
Bunlar arasında 1892’nin sonlarından itibaren çocuklarını dahil ettikleri Aşiret Mektepleri özellikle önem arz eder. Bahse konu durum devlet açısından da tehlike arz etmediği için Dersim aşiretlerinin zaman içerisinde çocuklarını bu mekteplere gönderme istekleri geri çevrilmedi. Oysaki Kızılbaş olan bu Kürt aşiretlerinin Hamidiye Alayları’na olan başvuruları devlet açısından güvenilmez bulundukları için reddedilmişti. Nedeniyse, Kızılbaş olan bu aşiretlere verilecek silahların bir gün devlete döneceğinden endişe edilmesiydi. Fakat Aşiret Mektepleri öyle değildi. Çünkü birçok yerde olduğu gibi Dersim’den de küçük yaşta alınacak çocukların devletin ideolojik tornasından geçirilip kendi aşiretleri içerisine gönderilerek Osmanlının bölgedeki etkinliğinin sağlanması hedeflenmekteydi. Bu mekteplere ilk olarak alınan çocuklar arasında, üçü de büyük amcazadelerimizden olan Hasan Hayri Bey ile kendi ile aynı yaşlardaki yeğeni Ahmet Ramiz ve Yusuf Cemil Bey bulunmaktaydı.(1) Fakat gün sonunda bakıldığında devletin bu siyasetinde pek başarılı olamayacağı görülecekti. Çünkü ne Dersim aşiretleri devletin istediği gibi onun otoritesini tanıyacak ne de mekteplerde okutulacak bu çocuklar devletin arzu ettiği siyaseti yürüteceklerdi! Birazdan da ifade edileceği gibi bazılarında Kürtçü eğilimler de giderek baş gösterecekti.
Aşiret mektepleri ile başlayan Hasan Hayri’nin hikayesi bir yanda ordu içerisinde yükselerek binbaşılığa terfi etmesi diğer yandansa 1920 yılında bölgede yapılan seçimler neticesinde Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na vekil seçilmesiyle sonuçlanır. Buna rağmen o askeri yetkililerin gözünde Kürt Teali Cemiyeti ile ilişkili, “Kürtçülük” yapmakla yaftalanan ve bölge aşiretlerinin desteğini alsa bile vekilliğinin kabul edilmemesi gereken biridir. Bu itirazlara rağmen mebusluğu kabul edilen Hasan Hayri, bir süre sonra Millî Mücadele’nin Anadolu’daki seyrine uygun olarak Osmanlı meclisindeki birçok vekille Ankara Hükümeti’nin tarafına geçer. Fakat bu geçişin henüz başından itibaren Mustafa Kemal’in ileride tek adamlığa evrilecek yönetimine eleştirilerini saklı tutmaktan da geri durmaz. Bu da Hasan Hayri’nin Mustafa Kemal muhaliflerinin yer aldığı “İkinci Grup” içerisinde zikredilmesini beraberinde getirir.
KOÇGİRİ’DEKİ TAVRI VE İDAMINA GİDEN SÜREÇ
Hasan Hayri Bey’in siyasi yaşamı içerisindeki bir diğer önemli hadise de Koçgiri bölgesinde gerçekleştiği iddia edilen “isyana” yönelik ordunun icraatlarına karşı mecliste takındığı muhalif tavrıdır. Üstelik bunu, aralarında yeğeni Ahmet Ramiz’in de yer aldığı meclisteki diğer Dersim mebuslarına nazaran daha güçlü bir şekilde dile getirerek! Koçgiri’deki Kürtlere haksızlıklar yapıldığı ve özellikle Topal Osman ile çetesinin bölge insanına yönelik büyük insanlık suçlarına giriştikleri Hasan Hayri ve bölgeleri farklı bir avuç mebusla birlikte hep beraber dile getirilir. Bu muhalif hareketler de Hasan Hayri’nin Mustafa Kemal’in hedefi haline gelmesinin yolunu açar. Bu da en nihayetinde 23 Kasım 1925 tarihinde, ne amaçla ve kimin direktifleri ile hareket ettiği sabit olan İstiklal Mahkemesi tarafından yapılan göstermelik bir yargılama ile aralarında akrabası Celalzade Mehmet Efendi’nin de bulunduğu birtakım kişilerle asılmasını beraberinde getirir. İdam gerekçesi basittir: “Şeyh Said Ayaklanmasına destek sunmak ve bağımsız bir Kürt Devleti’nin kurulmasını amaçlamak!” Üstelik kendisine yöneltilen iddialar arasında bir zamanlar yöresel Kürt kıyafetleri ile meclise gelmesi bile örnek gösterilir!
Bu idamlardan da mebus olması sebebiyle sadece Hasan Hayri Bey’in mezar yeri belli olup, aradan geçen zamana rağmen diğerlerinin yattıkları yer hâlâ belirsizliğini korumaktadır. Ama gelin görün ki alınan “intikam” sadece Hasan Hayri Bey ile sınırlı kalmaz. Önce eşi birkaç aylığına tutuklanır, sonrasında ise aynı yıl, küçük yaştaki çocuklarıyla beraber 1947’e değin kalacakları Konya Karaman’a sürgün edilirler.
HASAN HAYRİ’NİN MİRASI
Buraya kadar özetlenen Hasan Hayri Bey’in hikayesi, geride kalan bizlere tarihsel olarak büyük bir miras bırakmanın yanı sıra birçok açıdan sorumluklarımıza da ışık tutuyor. Bunun üzerine elbette epey şey konuşulup, yazıldı. Halen de yazılmakta! Ama kanaatimce Kürtlerin Osmanlının son dönemlerinden Cumhuriyet’in başlarına uzanan hikayeleri bizzat Hasan Hayri Bey ve dönemin Kürtlerinin siyasi yaşamlarında fazlasıyla somutlaşıyor. Mesela onun meclisteki konuşmaları ve siyaset tarzının belirli nüans farklılıkları dışında, o günden bugüne siyaset içerisinde aktif olarak yer alan Kürtler tarafından aşıldığını nasıl dile getirebiliriz? Üstelik bunu dile getirirken sizleri tarihin çubuğunu sadece “başarılara” kırmayıp, Hasan Hayri Bey nezdinde somutlaşan Kürt aydınlarının yenilgi ve düş kırıkları üzerinden de okumaya davet ediyorum. Bu nedenle sonucu başa bağlarsak: Neticeleri arzu ettiğimiz gibi olmasa da başarıları ve yenilgilerimizle tarihimiz bizlere derinlikli bir miras bıraktı ve bırakmaya da devam ediyor. Bize düşen büyük trajedilerimizden ders çıkararak hep birlikte hareket etmek. Aksi durumda kadim tarih yasasının hükmünden sıyrılmak pek olası değil! Bunun için de Hasan Hayri Bey ve mücadele arkadaşlarının tecrübelerinden gerekli siyasi dersin çıkarılması bilhassa önemli.
Sözlerime son verirken, 96 yıl önce bugün idam edilen Hasan Hayri Bey ve beraberindeki arkadaşlarının aziz hatıraları ve mirasları önünde tâzimle eğildiğimi belirtmek isterim.
*Hozat Belediyesi eski Başkanı
1- Bu konuyla ilgili Yalçın Çakmak’ın “Sultanın Kızılbaşları” başlıklı kitabında daha ayrıntılı bilgilere erişilebilir.