Hasköy’ün ve Balat’ın Yahudileri: 'Çek Kayıkçı Balat’a!'
Gazeteci-yazar Suzan Nana Tarablus ile Varlık Yayınları tarafından yayımlanan yeni kitabı 'Çek Kayıkçı Balat’a!'yı konuştuk. Tarablus, "Balat insanını kaybetmiş bir semt. Sinagogları, dernekleri, okulları cemaatini kaybetmiş. Her şeye rağmen direnmeye devam ediyor" dedi.
Narod Siranuş Minasyan
DUVAR - Gazeteci-yazar Suzan Nana Tarablus’un 'Çek Kayıkçı Balat’a!' adlı kitabı geçtiğimiz günlerde Varlık Yayınları tarafından yayınlandı. Balatlı ve Hasköylü Yahudilerle yapılan on dokuz sözlü tarih görüşmesinin bir araya gelmesi ile oluşan kitap, üç bölümden oluşuyor: “Balatlılardan”, “İsrail’e Göç Edenlerden, “Hasköylülerden”. Tarablus, bir önceki kitabında ('Bir Sabah Galata’da Uyandım') olduğu gibi, bu kitabında da okurlara, İstanbul Yahudilerinin Balat-Hasköy özelinde tarihsel süreç boyunca maruz kaldığı politikalar, yaşam tarzları, gelenek ve görenekleri, tören ve ritüelleri konusunda değerli bilgiler sunuyor. Suzan Nana Tarablus ile 'Çek Kayıkçı Balat’a!' kitabını konuştuk.
İlk kitabınızda Galata’daki Yahudi varlığına dair bir çalışma yapmıştınız. İkinci kitap için neden Balat-Hasköy’ü seçtiniz? Sizi Balat üzerine düşünmeye yönelten koşullar nelerdi?
Ben de bir Hasköylü’yüm. Kitabın sonunda Hasköylü babaannem Sultana’nın yaşamından bir kesite yer veriyorum. Hem bizimle beraber yaşayan babaannemden hem de babamdan Hasköy’ü çok dinledim. Dolayısıyla iki kuşak boyunca, imparatorluktan Cumhuriyete uzanan süreçte yaşanan değişimi, aile anlatımı temel alarak analiz edebildim. Babam tam bir kültür insanıydı. Semte dair pek çok belge, fotoğraf onun kişisel arşivinden ortaya çıktı. Hasköy üzerine çalışma yapmam için gereken her koşul hazırdı. Bunu fark edince yola çıktım. Balat ise bu çalışmada kaçınılmaz olarak yer aldı. İki semt arasından belirgin bir yaşam tarzı farkı olmasına rağmen, mekânsal yakınlık, akrabalık ilişkileri vb. nedenlerle hep yan yana anılırlar.
Balat ve Hasköy arasında sözünü ettiğiniz belirgin fark nedir? Coğrafi yakınlığa rağmen bu farklılık nasıl oluşmuş? Birbirlerini nasıl etkilemişler?
Coğrafi yakınlık, iki semtin kimliğinin şekillenmesinde, gündelik hayatın benzer pratiklerden oluşmasına yeterli sebep değil. Öyle olsaydı Yeldeğirmeni ile Moda veya Kumkapı ile Gedikpaşa aynı hikayenin kahramanı olurlardı. Balat ile Hasköy de farklı sularda akmış, farklı kimliklere sahip olmuş iki komşu semt. Balat’ın geçmişten getirdiği Sefarad alt yapısı, Hasköy’ün (eski adı Picridion) ise Karay mirası var. Hasköy, Yahudilerin ilk yerleşim bölgelerinden biri. Avram Galante’nin verdiği bilgilere göre, 19. yüzyıl sonlarıyla, 20. yüzyılın başlarında Hasköy’de yaklaşık 25 bin Yahudi yaşardı. Bunların 148’i hahamdır. Ağustos 1875’te Hasköy’de açılan Alliance okulu, 1877’de erkek çocuklara da eğitim vermeye başladı. Bu semtin tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Hasköy artık “aydın” bir semt olarak anılmaya başlamıştı. Kitaptaki tanıklarımın hemen hepsinin doğrudan ve dolaylı bir Alliance anlatısı var. Bu da demek oluyor ki iki semti de etkilemiş bir okul. Okulun Hasköy’de olması, semtin toplum yapısını dönüştürdü, burada yaşayan Yahudi cemaatine yeniden şekil verdi. Öyle ki, 19. yüzyıldan itibaren semt içinde yoğun bir batılılaşma çabası görülür. Alliance’ın eğitimi doğrultusunda Hasköy cemaati oldukça verimli, üretken ve “dünya insanı” olmayı başardı. Balat ise daha “sıradan” insanların yaşadığı bir semt. Fakat Yahudi nüfusunun en yoğun olduğu semtlerden biri. Balat’ın hiçbir yere benzemeyen, kendine özgü bir dünyası var. Balat’ta Türkler, Ermeniler, Rumlar da yaşıyordu. Türk esnaf, Yahudilerin nüfus üstünlüğünün farkındaydı, Yahudi çalışma saatine, tüketim alışkanlığına ve geleneklere uygun hareket ederlerdi. Esnafın büyük kısmı Yahudilerden oluşmaktaydı. Balatlılar genellikle kasap, manav, berber, bakkal gibi dükkan sahipleriydi. Kendi halinde akan bir zaman, semtin kendine özgü dinamikleri ile şekillenen bir gündelik hayat yaşanıyordu. Yine de iki semtin insanı birbirine takılmadan edemezdi: “Hasköylü ‘mansevo’ (tercümesi: genç), Balatlı ‘pasika’ (Birebir tercümesi, kurutulmuş üzüm. Fakat pısırık veya zayıf anlamında kullanılıyor)”. Buradan bile Hasköy’ün üstünlük iddiası açıkça görülüyor.
Balatlı Yahudilerin birbirleri ile dayanışma içinde olduğu hemen fark ediliyor. Peki Rum, Ermeni ve Türk komşuları ile ilişkileri nasıldı?
1930’larda Balat’ın herhangi bir sokağından geçiyor olsanız duyacağınız dil Rumca’dır. Nüfus olarak Yahudiler üstün olmasına rağmen, Rumlar hâlâ İstanbul’un asli unsuruydu. Bütün Balatlılar bunun bilincindeydi. Komşularla ilişkiler çok iyiydi. Çünkü orta halli insanlardı ve dayanışma temelli bir yaşam olamadan ayakta kalmaları çok zordu. Benim hemen hemen her görüşmecim az da olsa Rumca bilir, Ermenice kelimelere aşinadır. Aralarında elbette gerginlikler olmuş. Fakat komşuluğu gölgeleyecek kadar büyütülmemiş. Yine de şunu söyleyebilirim ki, mekânsal olarak büyük bir ayrışma var. Semt içinde Yahudiler dinamik bir unsur oluşturuyorlar. Balat’ta Yahudi cemaatinin kurumsal bir altyapısı var. Sinagoglar, dernekler, okullar, atölyeler… Bütün bunlar cemaatin kendi kendine yettiğini gösterirken, diğer toplumlarla kaynaşmayı önleyen bir gündelik hayat politikası üretilmesine de zemin hazırlamış.
Hem Balat hem de Hasköy de eğitimli Yahudilerin bir “dünya vatandaşı” olma yolunda değerlerle donatıldığı görülüyor. Fakat yine kadınlar bunun dışında tutulmuş. Balat ve Hasköy’de kadının yeri nedir?
Yahudi modernleşmesi erken başlar ama kadınlar bu sürecin neresinde yer alır, nasıl bir yer kaplar, kadınların tarihleri kayıt altına alınmadığı için hatırlanmaz. Oysa okula gitme “şans”ına sahip olan tüm kadın tanıklarım en azından bir yabancı dil biliyordu. Ufuklarının ne kadar geniş olduğu, becerileri, savaş, kıtlık vb. benzeri felaketlerde nasıl önemli bir misyon yüklendikleri açıkça görülüyor. Tüm kadın tanıklarımın anlatısının ortak bir noktası var: fedakarlık! Baba, ağabey, koca için yapılan fedakarlık! Pek çoğu en başarılı olduğu dönemde sırf bu yüzden okullarına devam edemediler. Erken evlenmek zorunda kaldılar. Onlardan “iyi bir eş”, “şefkatli bir anne” olmanın dışında hiçbir şey beklenmiyordu. Aileleri onların yeteneklerine farkına sadece “zor zamanlar”da vardı. Nasıl zamanlardı, kimdi bunlar? Varlık Vergisi’ni ödeyemeyen kocanın ardından evin geçimini üstlenmek zorunda kalan eş, babası 20 Kur’a askerliğine giden kız çocuğun aile bütçesine katkıda bulunma çabası… Kadınlar yarım kalan eğitim hayatlarını, kamusal alanla ilişkisini bu çatlaklardan sızan güneşe tutunarak sürdürmeye çabaladı. Her iki semtin kadınları son derece çalışkan, becerikli ve zekiydi. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Kitabınızda -Balat ve Hasköy özelinde- , İstanbullu Yahudilerin yaşam biçimi, gelenek ve adetleri, tören ve ritüellerine yönelik bilgiler de veriyorsunuz. Bu dipnotlara yer vermenizin nedeni, okurun Yahudi toplumunu kültürel bir bütün içinde algılamasını istediğiniz için mi?
Evet, haklısınız. Bu anlatıların anlamlı olabilmesi için okurun bazı bilgilere hâkim olması gerekir. Üstelik bunu sadece “geniş toplum” için değil, iki nesil sonraki Yahudi toplumu için de yaptım. Günümüzde kaç kişi, Pesah Bayramı’nda şamasların (sinagog memurları), sokaklarda dolaşarak, “Ya empeso la büyük hames-Büyük Hamursuz başladı” diye bağırarak, ekmek yeme yasağını anons ettiğini hatırlıyor? Ya da cuma akşamları şamasların, sokakları dolaşıp Şabat’ın başlangıcını duyurmak için “Asender k’es tadre - Mumları yakınız geç oldu” dediğini biliyor? İki semtimizde de Yahudiliğin bütün gelenekleri ile uygulandığının görülmesini istedim.
Kitabınızın ikinci bölümünü “İsrail’e göç edenler” oluşturuyor. Çok göç verdi mi Balat- Hasköy?
En yoğun göçü Balat verdi. Azınlıklara uygulanan ayrımcı politikalardan çok etkilendiler. Şartlara uyan, ‘20 kur’a askeri (las vente klasas) olmayan tek bir erkek yoktu. Paraları da yoktu ki Varlık Vergisi’ni ödeyebilsinler! 1948’de İsrail Devleti’nin kurulması ile birlikte Balat’ta neredeyse kimse kalmadı! Bu tarihten sonra Balat’ta Yahudiler nüfus olarak çok azaldı. Genellikle Karadenizliler Yahudilerden kalan boş evlere yerleştiler. İstanbul’dan ayrılmak istemeyen Balatlılar da ekonomik olanaklarını zorlayarak, Şişhane’ye, Galata’ya, Şişli’ye taşındılar. O günlerden günümüze Balat’ın “yerli”si birkaç Yahudi kaldı. Balat insanını kaybetmiş bir semt. Sinagogları, dernekleri, okulları cemaatini kaybetmiş. Her şeye rağmen direnmeye devam ediyor. Günümüzdeki “soylulaştırma” projelerine bir de bu gözle bakmak gerekir. Eğitimli insanlar sahipsiz evleri onarıyor, bakım yapıyor, yerleşiyor. Bu çok güzel. Fakat semtin ruhunu kaybettiğini de görmezden gelemeyiz. En azından hem yerel tarih içinde hem de şehir dokusundaki Yahudi varlığına dair bir bilinç oluşmalıdır. Anıtsal, yapısal izler korunmalı. Belediyelere, sivil toplum örgütlerine bu konuda büyük görevler düşüyor.
Yeni çalışmalarınız olacak mı? Bir sonraki semtte bizi nereye götüreceksiniz?
Bu gibi çalışmaların literatüre en önemli katkısı yeni çalışmaları teşvik etmesidir kanımca. Bu nedenle sürdüreceğim. Üretmek benim de hayat felsefemi özetleyen evrensel bir değer! Yeni çalışmamım merkezi ise şimdilik bende kalsın. Okurları düş kırıklığına uğratmayacak bir semtteyiz.