Hayalet Avcıları 'geçmişe' tutunmaya çalışıyor
'Efsane olmuş' bir filmin tam 40 sene sonra özüne ihanet etmeden devam ettirmek kolay bir iş değil! Filmin ana kusurunu da göz önüne aldığımızda niye bu tarz filmlerin 'altın çağını' 80’li ve 90’lı yıllarda yaşadığı daha açık bir hale geliyor: Gerçekten eğlendirmek bile tek başına yeterince değerlidir!
Hollywood sinemasında 'reboot', bizdeki adıyla 'yeniden sürüm' yöntemi özellikle 2000’li yıllardan itibaren giderek daha çok göze çarpmaya başladı. Eskiden (özellikle gişede) başarı kazanan bir filmin arkasına bir devam eklemeyi yeterli bulan yapımcılar, artık daha çok bir 'tekrar çekme' veya 'sil baştan' planını uygulamayı seçtiler. Kendi içinde sonlanmış bir kahramanı ve hikayeyi adeta tekrar 'diriltmek' için kullanılan 'remake' yolu zaman içinde gelişen teknolojik buluşlara rağmen nadiren istenilen sonuca ulaştı ve çoğu zaman orijinal yapımın sadece 'esintisini' yaratan filmler olmaktan ötesine gidemedi.
'Yeniden sürüm' hamlesi ise istikrarsız bir sonuç verdi ve bazen "Dark Knight" serisi gibi başarılı bazen ise "Star Wars" serisi gibi vasat sonuçlar verdi. Özellikle 80’li yılların sonunda ve 90’lı yılların başında 'zafer yıllarını' yaşamış filmlerin önemli bir üyesi olan "Hayalet Avcıları", hem yeni teknolojileri sergilemeye uygun konusuyla hem de her yaştan sinemaseverden oluşan hedef kitlesiyle yapımcılar için adeta bulunmaz bir fırsattı. Nitekim 1984 ve 1989 yıllarında çekilen, İvan Reitman imzalı iki "Hayalet Avcıları" filminden (epeyce bir zaman) sonra devam gibi gözükse de aslında bir 'reboot' olan bölümler geldi. 'Yeniden sürüm' diyoruz çünkü her ne kadar hikaye aynı eksen etrafında dönse de kadroya birçok yeni yüzü katılıyor, eski ve orijinal karakterler 'konuk oyuncu' planına geriliyor, hikayenin mizah gücü azalmaya daha çok fantastik macera kısmı artmaya başlıyordu. Bizce tamamen gereksiz ve anlamsız olan 2016 yapımı "Hayalet Avcıları: Bu Çağrıya Cevap Ver"den sonra (Allahtan!) rahmetli yönetmen Ivan Reitman’ın oğlu Jason Rietman 'bayrağı devraldı' ve 2021 yılında, hiç de fena olmayan ve ağzımızdaki 'ekşi tadı' tamamen silen bir devam filmi ("Ghostbusters: Afterlife") çekti!
Bu hafta sinema salonlarımıza uğrayan bu son "Hayalet Avcıları" filmi ise her ne kadar yönetmenlikten çekilmiş olsa da belli ki yine Jason Reitman’ın onayından geçmiş, 2016 'faciasının' hatalarına düşmeyen ve 2021 yılındaki filmle organik bağlar taşıyan, daha doğrusu efsane bir filmin 'eli yüzü düzgün' reboot’unun devamı niteliğinde bir yapım. "Hayalet Avcıları: Ürperti" Türkçe çevirisinin değiştirilmiş ismi gibi zaman zaman ürpertiyor ve tabii ki bolca heyecanlandırıyor ama bizce filmde duygusal sahnelerin ciddi bir şekilde aksadığını hatta 'sarktığını', arka arkaya sıralanan 'entrikaların' bir yerden sonra 'aşırı' kaçtığını ve yine bu sefer de filmdeki mizah duygusunun birkaç gülümseten sahne dışında pek görülmediğini de ekleyelim.
NEW YORK’A GERİ DÖNÜŞ…
Senaryosunu hayalet avcısı bir ailenin mücadele etmek zorunda kaldığı bir 'efendi' hayalet olarak özetletebileceğimiz film aslında beklentimizin üstüne çıkan etkileyicilikte ve sertlikte bir açılış sekansıyla başlıyor: Başlangıcını 1904 yılının New York’una konumlandıran senaryo, sonrasında daha yakından tanıyacağımız 'baş kötü'nün yarattığı tahribatı gözler önüne sererek, heyecanlı bir akış vaat ediyor. Filmin bir diğer artısı ise bizce bu sefer hikayeyi hayalet avcılarının favori mekanı New York’a tekrar taşıması oluyor. 2021 yılında çekilen film dediğimiz gibi başarısız olmasa da hikayenin Oklahoma’nın çorak arazilerinde geçmesi bizi biraz mekan olarak sarsmıştı.
'Yetişkin seyirci' sertliğinde geçen açılış sekansını takip eden hayalet avı sekansı oldukça eğlenceli ve 'uçuk' sahneler barındırıyor. Artık 'ana mekanına' dönmüş olan bir hayalet avcısı 'aile' saldırgan bir hayaleti yakalamak için New York sokaklarını adeta birbirine katıyorlar. Burada sırasıyla gördüğümüz heyecanlı takip, atlatılan tehlikeler, avcı aile üyelerinin farklı karakterleri, etrafta yaşanan büyük tahribat ve nihayetinde görev başarılmış olduğu halde etrafta yaşanan yıkımdan dolayı öfkesinden 'küplere' binen patron çok bilindik bir şablondan çıkmış gibi dursa izlemek açısından keyif veriyor.
DUYGUSAL SAHNELERİN YAVAŞLIĞI
Doğal olarak filmde karakterler açısından 'aslan payı', bir önceki filmden tanıdığımız bu 'yeni jenerasyon' avcı aileye verildiği için onları ve yaşadıkları sorunları daha yakından izleme imkanına sahip oluyoruz. Sırasıyla Spengler ailesinin küçük kızı Phoebe’nin bir yandan ergenliğe adım atarken bir yandan da 'aile yadigarı' bu işe (!) dört elle sarılmak istemesi, abisi Trevor’un henüz sadece 18 yaşında olmasına rağmen kendisine bir yetişkin gibi davranılmasını istemesi, bu iki problemli çocuğu 'dizginlemeye' çalışan anne Callie ve sonradan bu aileye katılmış olan ve 'baba' rolünü üstlenmeye çalışan Grooberson bu aileye belli bir karakter ve derinlik katsa da sanki bazen her biri asıl uğraşlarını unutup olayı bir aile dramına çeviriyorlar.
Orijinal "Hayalet Avcıları"ndaki dört baş karakter, adeta birer 'büyümemiş çocuk' gibi filmin uçarı, gülünç, renkli ve fantastik havasıyla çok daha uyuşan, biraz patavatsız ve sakarca hareketlerde bulunuyor, hikayeye inanılmaz bir tempo katıyorlardı.
Bu filmde ise seyircinin 'soluklanması' için verilen aralarda yaşanan tartışmalar, yakınlaşmalar, tedirginlikler kısaca bütün duygusal 'alışverişler' biraz şematik hatta zaman zaman 'bilinçsizce' grotesk duruyor.
80’Lİ YILLARA GÖNDERME!
Bizce filmin bu 'sulara' açılması biraz yazık çünkü ortada orijinallerin seviyesine çıkamasa da ortada yeteri kadar eğlendirecek, ilgi çekecek hatta zaman zaman coşturacak öğe var. Üstelik film, eski filmi modernize edeyim derken 80’li "Hayalet Avcıları"nın özünü yerle bir eden bir tutum takınmıyor. Tabii ki yeni teknolojik buluşların filmde payı büyük ama yine de dekorlar ilk filmlerin atmosferini oluşturuyor, görsel efektler kararında kullanılmış, bir özel efekt 'şelalesinde' kendimizi nadiren buluyoruz hatta serinin adeta 'ikonu' haline gelmiş obur, pis boğaz, yeşil hayaletimiz bile çok dokunulmamış olarak, eski formatına yakın bir şekilde arz-ı endam ediyor.
Bir da tabii 'eski kadro' bir kez daha filme dahil oluyor. Harold Ramis’in ne yazık ki aramızdan ayrılmasıyla 'eksik' kalmış Dan Aykoryd, Bill Murray ve Ernie Hudson’dan (bu arada bu oyuncunun açık ara en iyi 'yaş almış' aktör olduğunu belirtelim) oluşan eski ekip bu sefer pek konuk oyuncu kadrosu gibi durmuyor. Kuşkusuz hiçbiri ilk planda değil ama Murray dışında diğer iki oyuncu hikaye boyunca zaman zaman müdahalelerde bulunuyor, varlıklarını hissettiriyorlar!
Filmin zirve noktalarından birisi olmasını beklediğimiz 'son mücadeleli' final sekansının ise (özellikle ilk iki filmle kıyaslarsak) biraz sönük durduğunu da eklememiz gerekir!
Sonuçta özellikle böylesine 'efsane olmuş' bir filmin tam 40 sene sonra özüne ihanet etmeden devam ettirmek kolay bir iş değil! Ama filmin değindiğimiz ana kusurunu da göz önüne aldığımızda niye bu tarz filmlerin 'altın çağını' 80’li ve 90’lı yıllarda yaşadığı daha açık bir hale geliyor: Gerçekten eğlendirmek bile tek başına yeterince değerlidir!