Hayali bir geçmişin izinde fantastik dönem dizileri
Bugünün televizyonda yayınlanan dönem dizileri, kolektif hafızayı zenginleştirmekten çok, estetik bir fantezi sunma amacına hapsolmuş durumda. Var olmayan değerler ve yaşam tarzlarına bir özlem yaratıyor; hiç yaşamadığımız için hatırlayamayacağımız ilişkileri hatırlattığını iddia ediyor. Bu nostaljik yanılsama, bir tür haz üretme mekanizmasıyla çalışıyor.
Geçmişe özlem, nostalji temalı eğlence içerikleri uzun zamandır popüler. Müzikler, modası hiç geçmeyen diziler ve filmler, yeni kuşakların da ilgisini çekiyor. Ancak nostaljiye hizmet eden dönem dizileri, son yıllarda ekranlarda nadiren yer bulabiliyor. Çemberimde Gül Oya ve Hatırla Sevgili gibi yapımların yerini, daha çok Osmanlı tarihini anlatan diziler aldı. Bu yapımlarda yaratılan suni özlemin toplumdaki etkisi tartışmalı olabilir, ancak reytinglerde kendine karşılık bulduğu bir gerçek.

Diriliş Ertuğrul, Payitaht Abdülhamid, Kuruluş Osman, Mehmed: Fetihler Sultanı ve Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi gibi yapımlar hem yurt içinde hem de Ortadoğu ve Asya ülkelerinde ilgi görüyor. Bazı dizilerin setleri, tema parklarına dönüşerek ziyaretçilere açıldı. Hatta bazı ülke liderleri bile resmi ziyaretlerde bu alanları geziyor. Bu diziler, sadece birer eğlence içeriği olmanın ötesinde, iktidarın kullanışlı bir aracına, bir ‘yumuşak güç’ unsuruna dönüşebiliyor. Akademik dünyada bu dizilerle siyasi gündemin paralelliği üzerine şimdiden tezler yazıldı bile.
Yakın tarih, daha doğru bir ifadeyle Cumhuriyet’in 100 yıllık hikâyesi ise bu yapımlarda neredeyse tamamen yok sayılıyor. Oysaki bu toprakların hikâyesi, sadece Osmanlı tarihinden ibaret değil. Netflix’te iki sezon olarak izlediğimiz Kulüp dizisine izleyicinin gösterdiği ilgide yakın tarihi anlatan hikayelere duyulan özlem de vardı. Televizyonda bu tip hikayelerin pek olmamasına karşın bir grup izleyici, Çemberimde Gül Oya ve Hatırla Sevgili gibi dönem dizilerini yeniden izlemeye ve sosyal medya paylaşımlarıyla bu yapımların ruhunu yaşatmaya devam ediyor. Hatta Avrupa Yakası gibi diziler bile, kendi döneminin ruhunu yansıttığı için bu nostalji dalgasından payını alıyor.

Dönem dizileri, belirli bir tarihsel dönemin kültürel, politik ve estetik ruhunu – yani ethos’unu – yeniden canlandıran yapımlardır. Ancak bu tanıma tam anlamıyla uyan yapımların sayısı televizyonda çok az. Geçtiğimiz yıl Dilek Taşı dizisinin tanıtımlarını görünce yeni bir dönem dizisi başlıyor diye beklentiye girmiştim. Ama ilk bölümlerden itibaren, dönemin sadece bir arka plan olarak kullanıldığını gördük. Bu sezon ise Annem Ankara ve Sen Ağlama İstanbul dizileri için benzer beklentim vardı. Her ne kadar Annem Ankara bir dönem dizisi olarak tanımlanmasa da 1970’lerin sonunda başlayan hikâyesi ve anlatıcının varlığı, izleyicide nostaljik bir his uyandırıyor. Ama Zuhal’ın hikayesinde dönem sadece belirsiz bir fon olarak kalmış.

Sen Ağlama İstanbul’da daha karışık bir durum var. İran yapımı Şehrazad dizisinden uyarlanan hikaye hem dönem hem ülke ve toplumsal koşullar açısından farklı bir zemine oturtulunca ‘fantastik’ bir dönem dizisi ortaya çıkmış. Oyuncuların ve rejinin başarısını bir yana koyarak soruyorum; idamların olduğu hikayede darbeler nerede, sağcıların çok yoğun gösterildiği hikayede gazete dışında solcular nerede? Sen Ağlama İstanbul, bir dönemin gerçekliğini kurmak yerine, Yeşilçam’ın fantastik kurgusunu ekrana taşıyor. Yeşilçam’ın melodramatik yapısı, bugün bir nostalji nesnesi olarak değer kazanıyor. Var olmayan değerler ve yaşam tarzlarına bir özlem yaratıyor; hiç yaşamadığımız için hatırlayamayacağımız ilişkileri hatırlattığını iddia ediyor. Bu nostaljik yanılsama, bir tür haz üretme mekanizmasıyla çalışıyor. Durum böyle olunca Sen Ağlama İstanbul, gerçek bir dönem deneyimini yansıtmak yerine, hayalî bir geçmişin izini sürüyor.

Henüz sadece ilk bölümünü izlediğimiz Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar dizisi ise olabildiğince gerçek bir hikayeyi, jeneriğe ekledikleri fotoğraflarda gördüğümüz gibi ekrana getiriyor. Ama yine de onlarca kitapta anlatılan 100 yıllık hikayedeki her şey ekranda fantastik bir haz unsuruna dönüşüyor. Geçmişin kendisi, -hayali bir versiyonu olmasa da kurgulanmış hali- ekrana gelince şaşırıyoruz. Çünkü değerler ve yaşam tarzlarıyla ilgili ekranda kafamız karışıyor. Gerçeğin kurgulanmış halinden bile beklentimiz fantastik hikayeler oluyor. Oysaki bu ailenin hikayesinden toplumsal hafızanın ve kültürel birikimin derinliklerine inme potansiyelimiz var. Dizinin ilerleyen bölümlerinde bunu izleyeceğimizi düşünüyorum.
Sonuç olarak bugünün televizyonda yayınlanan dönem dizileri, kolektif hafızayı zenginleştirmekten çok, estetik bir fantezi sunma amacına hapsolmuş durumda. Yine de yeni başlayan bu dizilere şans vermek, hikayelerinin açılmasını beklemek gerek. Tarih, dönem, nostalji temalarında tek seçeneğimizin siyasi iktidar desteğiyle üretilen diziler olmamasını, izleyici olarak yine Zarife’nin, Yurdanur’un, Mehmet’in hikayesini televizyonda da izleyeceğimiz diziler olmasını isterim. Herkese iyi seyirler.