Hayalleri büyük dernek BİSED: Yeni bir çıkış bulmak gerekiyordu

Bilim Sanat Edebiyat Derneği’nin kurucularından Ahmet Telli ile Cengiz Kaplan, derneğin çalışmalarını, Başkent’teki kültür yaşamının dönüşümünü anlattılar: Ankara 1950’den beri gittikçe grileşti…

Google Haberlere Abone ol

ANKARA -Ankara’nın önde gelen sanatçıları ve bilim insanları, farklı şehirlerdeki sanatçıların da katkısıyla Bilim Sanat Edebiyat Derneği’ni (BİSED) kurdu. Şair Ahmet Telli’nin kurucu genel başkanı olduğu dernek, “Ne yapmalı” sorusunun peşinden giderek yola çıktı.

Kısaltması Farsça, “Okumak, konuşmak” anlamına gelen derneğin kuruluş sürecini, atacağı adımları, kültür sanat alanının Ankara’dan İstanbul’a yönelişini, Başkent’in mekanlarının dönüşümünü ve bunun sanata yansımasını BİSED’in Kurucu Başkanı şair Ahmet Telli ve derneğin Genel Sekreteri şair Cengiz Kaplan ile konuştuk.

Bilim Sanat Edebiyat Derneği’nin kurucularından Ahmet Telli ile Cengiz Kaplan, derneğin çalışmalarını, Başkent’teki kültür yaşamının dönüşümünü anlattılar.

Bilim Sanat Edebiyat Derneği (BİSED) faaliyetlerine başladı. Derneğin kuruluş sürecini sizden dinleyebilir miyiz?

Ahmet Telli: Ankara özellikle Cumhuriyet’ten sonra bir kültür kentiydi.  Birçok yazar tercüme bürosunun burada olması nedeniyle buraya yerleşti. Nurullah Ataç’lardan Edip Cansever’e, Cemal Süreya’ya kadar hepsi Ankara’dan geçtiler. Ancak 1950’lerden, çok partili dönemden itibaren devletin kültür politikaları değiştiği için üretim merkezi İstanbul’a kaydı. Sevgili Ahmet Erhan’ın ‘Ankara İstanbul Kara Treni’ diye bir kitabı vardır. Oradaki makale bu olguyu çok iyi anlatır. Ankara öteden beri dergilerin çıktığı, derneklerin merkezinin olduğu, tiyatroların olduğu bir yerdi. Bunlar da yavaş yavaş özellikle AK Parti döneminde gittikçe sönümlendiler. Varlıklarını adres olarak sürdürseler bile artık çok etkili değiller. Ankara’da yaşayan sanat ve bilim insanları bu durumun farkında. Ankara’nın bunu hak etmediğini, bu yoksulluğu, griliği hak etmediğini düşünüyorlardı. Epeydir de kahvelerde kafelerde bir araya gelişlerde çokça da sohbeti oluyordu.

 ‘ÖRGÜTLENME DENEYİMİ OLAN İNSANLAR ‘NE YAPILMALI’ SORUSUNUN PEŞİNE DÜŞERLER’

Ahmet Telli: Turgut Türk Favori Yayınları’nın sahibi şair arkadaşımız Cengiz Kaplan iki de bir bu durumu dile getiriyordu. “O halde ne yapmalı?” sorusuna geldi olay. “Ne yapmalı?” sorusunu sorduğumuz zaman, çözüm yolu bulunur. Hele hele geçmişlerinde bir şekilde örgütlenme deneyimi olan insanlar, “Ne yapmalı?” sorusunu sordukları zaman, bunun peşine düşerler. Bu soru bizi bir araya getirerek, BİSED’in önce duygu olarak örgütlenmesine çalıştırdı. Sonra da bunu hayata geçirmek için bu mekân tutuldu. Bu mekâna dernek öncesinde Ankara’da yaşayan benim birçoğunu duymadığım, tanımadığım insan geldi. Birçok kez toplanıldı. “Ne yapmalı?” sorusuna burada da her düşünceden insan fikirlerini sundu. Artık kuruluşun bir kültür evi mi, yoksa dernek mi olması konusunda da epey tartışıldı. Sonuçta dernek olmasına karar verildi.

‘BİSED’İN KISALTMASI FARSÇADA OKUMAK, KONUŞMAK ANLAMINI TAŞIYOR’

Cengiz Kaplan: Ankara gerçekten bilim ve edebiyat anlamında bir yoğunluk taşıyor ama bunların yan yana gelişleri çok zordu ve Ankara örgütsüz kaldı. Bilim, sanat ve edebiyat alanında çok ciddi anlamda örgütsüz kaldık. “Nasıl bir şey yapabiliriz? Nasıl yan yana gelebiliriz?” sorularından dernek ortaya çıktı. Burayı tuttuktan sonra dört, beş toplantı gerçekleştirdik. Her toplantımıza farklı yerlerden ressamlar, müzisyenler, şairler, felsefeciler, yazarlar ve bilim insanları katıldı. Arkadaşlar örgütlenmenin mutlaka gerekliliğine karar vererek buranın kurulmasına olanak sağladı. Mahmut Temizyürek buldu BİSED ismini. BİSED’in kısaltması aynı zamanda Farsça’da okumak, konuşmak anlamını taşıyor. 

‘HEVES VE ARZU GÜZEL ŞEYDİR’

Anlatımlarınıza göre kolektif emeğin ardından BİSED hayata geçmiş. Peki derneğin faaliyetleri ne olacak?

Ahmet Telli: Gelenekselleşmiş günler var. Bu günlerde BİSED kendi varlığını ortaya koyacak. Mesela 1 Mayıs. Biz 1 Mayıs’ta hangi dünya görüşünde olduğumuzu ifade eden şekilde alanlarda olacağız. Dünya Şiir Günü’nde olacağımız gibi 1 Mayıs alanında da olacağız. Yıllık programımız olacak. Üye arkadaşların talepleri toplanarak yıllık programlar yapılacak. Karikatür sergisi, ayda ya da iki ayda bir şiir sohbetleri olacak. Bunlar bir program dahilinde bütün bir yıla yayılarak gerçekleştirilmeye çalışılacak. Umarım bu heves ve arzu bir şairane duyguda kalmayarak, hayata geçer. Çünkü, heves ve arzu güzel şeydir. Şairanelik ise duygu yüklüdür. Böyle kalırsa zayıf kalır. Onu hayata geçirecek olan yaptığımız işin ne olduğunu bilmek. Yani bir gösteri derneği değil, edimsel bir dernek olacak. Kendi üyelerinin adlarının öne çıkarılması değil, yapılacak olan faaliyetin öne çıkarılmasını amaçlayan dernek olmasını tahayyül ediyoruz.

‘DERNEĞİN HAYALLERİ ÇOK BÜYÜK’

Cengiz Kaplan: Türkiye’de hiç yapılmamış festivaller, karnavallar var. Edebiyat festivali gibi… Bu derneğin hayalleri çok büyük. İnsanları da geniş olduğu için yıllık programlar çıktıkça siz de çok şaşıracaksınız. Çünkü biz de şaşırmaya devam ediyoruz. Çok farklı öneriler geliyor. “Kurum kuruluşlarla ortaklaşa neler yapılabilir?” dendiğinde büyük hayalleriyle geliyor arkadaşlar ve bu bizde coşku yaratıyor. O da bana göre bizi hem yüreklendiriyor hem de daha fazla çalışmaya itecek.

Derneğin ortaya çıkışında temel motivasyonun, Ankara’daki kültür yaşamının, edebiyatın, sanatın İstanbul’a doğru kaymasının ardından şekillendiğini hissettim. Bunu özellikle AK Parti dönemindeki politikaların yansıması olarak görüyorsunuz sanırım?

Ahmet Telli: Bu dönemde hızlandı. Özellikle 1950’den itibaren böyle oldu. AK Parti iktidarıyla birlikte Ankara’daki kültür sanat faaliyetlerinin demokratik özlerinin hayata geçirilememesi, baskılar ve sansürler dolayısıyla yeni bir çıkış bulmak gerekiyordu.

 Bu süreç AK Parti döneminde hızlandı. O geçiş sürecinin nasıl etkileri oldu?

Ahmet Telli: Bunu gözlemlerim ne kadar nesnel olabilir bilmiyorum ama öznel olarak şunu söyleyebilirim. Artık Ankara’daki sanat kesiminde ressamlar, müzisyenler hatta şairler, buradaki bir etkinliğin etkisiz olacağını, İstanbul’da daha görünür olacağını ve daha kitlesel olabileceğini görüyorlardı. Tercihleri oralarda olmaktı. Bunu buraya döndürmek gerekiyor. Buradaki eylemlerin de önemli olduğunu vurgulamak gerekiyor. Başarabilirsek bunu yapacağız.

‘İSTANBUL’DA ŞAİR, YAZAR KENDİNİ ÇOK DAHA GÖRÜNÜR HİSSEDİYOR’

Peki Cengiz Bey, siz bu durumu nasıl görüyorsunuz? Ankara’da şairsiniz siz de. İstanbul’a gitmeyi hiç düşündünüz mü? Ya da Ankara’dan artık beslenmediğinizi hissettiniz mi?

Cengiz Kaplan: Ankara insanları tabii ki besliyor. Burada insanların üzerinde birazcık daha baskı çok oluyor. Özellikle edebiyat, bilim ve sanat insanları üzerindeki baskı Ankara’da biraz daha şiddetli oluyor. Bizim derneğimiz tam da Ankara merkezli değil. Başka kentlerden, İzmir’den İstanbul’dan bize destek veren çok yürekli demokrasiye inanmış şair, yazar, bilim insanı arkadaşlarımız var. İstanbul’da şair, yazar ve sanatçı kendini daha görünür hissediyor.

‘ÇOK YALNIZLAŞTIRDILAR’

Ankara’da son yıllarda sokağın sesi polis gücüyle, iktidarın baskısıyla kısıldı. Eylem yapmak, hak talep etmek çok zorlaştı. Üretim sürecinizi bu durum nasıl etkiledi?

Cengiz Kaplan: Çok yalnızlaştırdılar. Edebiyat da bilim de sanat da çok yalnızlaştı. Bu durum edebiyata da çok yansıdı. 12 Eylül öncesi edebiyata, şiire, sanata baktığınızda çok daha farklı şeyler görüyorsunuz. Şimdi daha bireyselleşmiş ve yalnızlaşmış ürünlerin piyasada dolaştığını görebiliyorsunuz. Demokrasi mücadelesine çok dokunmayan ürünler geliyor. Yalnızlaşma bizi çevreledi ve biz yalnızlaştık. Bu yalnızlığı belki burasıyla daha kolektif bir hale getirebiliriz. Şiirin sesinin biraz daha yüksek çıkmasını istiyorum. Resmin biraz daha renklenmesini istiyorum.

‘ŞİİR GİBİ SANAT PRATİKLERİ ÇOK BİREYSEL YARATILARDIR’

Ahmet Telli: Ben parçalanmam nedeniyle verimsiz bir iki yıl geçirdim. Ondan önce pandemi dönemi… Buna rağmen çeşitli etkinliklerde bulunduk. 1970’lerden 1980 ortasına kadar hatta 1990’lara kadar Ankara’da çok önemli edebiyat dergileri çıkıyordu. Oluşum çıkıyordu, olgu çıkıyordu, ressamların sanat dergileri çıkıyordu. Bunların hiçbiri yok artık. Hepsi yaşamasız hale geldi. Magazinleşerek İstanbul’a göçen edebiyat ve sanat dergileri renklerini artırarak etki güçlerini yaratmaya çalıştılar. Yüz binlik dergiler haline geldiler. Edebiyat, sanat magazinleştiği için yüz binlik olur. Çünkü özellikle şiir gibi sanat pratikleri çok bireysel yaratılardır. Bireysel yaratıların furya içerisinde yazarlarının fotoğraflarının da bulunduğu sayfalardaki yazılar bizim düşünmediğimiz bir pratik olacaktır. Daha alçak gönüllü ama etki gücünü kolektiflikten alan bir faaliyet olacaktır diye düşünüyorum.

‘KOLEKTİFLİK AK PARTİ DÖNEMİNDE BİREYSELLEŞTİ’

Ahmet Telli: Kuşkusuz ki oradaki açılış konuşmasında da vurguladığım gibi, bu dernek hiç kimseye ‘Sen şairsin, sen sanatçısın’ payesini vermez. Öyle olmaz zaten. Öyle olduğu için buraya gelinir ve burada kolektifliği öğrenir ve kolektif çalışmanın çok daha keyifli olduğunu dünyaya ve hayata müdahale etme biçiminin kolektiflikten çıktığını görüp, yaşayıp pratiğe geçirmesini görür diye düşünüyorum. Kolektiflik AK Parti döneminde gittikçe bireyselleşti ve gittikçe azaldı. Bu yüzden de bireysellik değil, bireycilik ortaya çıktı ve Özal döneminden bu yana o birey olmaktan öte, bencil bireyciliğe doğru hayat evrildi.

‘ANKARA 1950’LERDEN BERİ GİTTİKÇE GRİLEŞTİ’

Son dönemde çıkan eserlerde mekân olarak Ankara artık çok tercih edilmeyen ya da buradaki hikayelerin öne çıkmadığı bir yer gibi… Daha gri bir yer. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ahmet Telli: Ankara, evet gri. Bilinen bir şey bu. 1950’li yıllardan itibaren Ankara gittikçe grileşmiştir. AK Parti dönemi belediye başkanlarıyla özellikle sanat mekanlarının itibarsız hale getirilerek hatta kapılarının kapatılmasına yol açması buna neden oldu. Bütün bunlar az örnek değil. Bir örnek. Sanat Kurumu vardı ve tiyatro ödülleri verilirdi. Resim sergileri yapılırdı, biz orada paneller yapardık. Eski mahpus Kerim Korcan moderatördü. Kültür Bakanı geliyordu ve Kültür Bakanına söz vermiyordu. Bunlar imgesel davranışlardır. Bütün bunlar kayboldu. Şimdi bir kültür bakanıyla bir panelde mümkün mü bir arada konuşmak, soru sormak? Yok böyle bir şey tabi.

 ‘BİR KÜLTÜR SAF DEĞİLDİR’

Ahmet Telli: Bir kültür saf değildir. O kültür içinde gerici ögeler ile ilerici demokratik ögeleri daima bir arada barındırır. Kim ilerici demokratik yanına sahip çıkarak onu geliştirir, demokrasi mücadelesini hayat tarzı olarak yaşayanlar yapar. Kim bu kültürün gerici yanını daha yükseltmek ister, o gerici fikirleri benimseyen, özümseyen yani Nazım Hikmet yerine Necip Fazıl, ya da kültür merkezi yerine cami… Ulus’taki Devlet Opera binasını düşünün… Biraz ileride Devlet Tiyatroları vardı. Biraz ileride Ankara Radyosu ve biraz ileride Resim Heykel Müzesi var. Böyle bir lokasyonu yok etmek, itibarsızlaştırmak için devasa bir cami yapılması bir kültür politikasının ta kendisidir. Bu ‘Sizi eziyoruz’ demektir. Caminin karşısında olmak değil söylemek istediğim. Belediye başkanı ilerici bir demokratik kültür insanı olsaydı, oraya mutlaka bir kültür merkezi, kültür anıtı yapacaktı. Bu bile özellikle AK Parti dönemindeki kültür politikalarının ne olduğunu gösteren canlı bir örnektir.

‘SOKAKLARDAN, ALANLARDAN YOKSUNUZ’

Anlatımlarınıza bakınca, geçmişten bugüne gelen kültür sanatla mekân ilişkisine dair bir özlem de var. Geçmişte Ankara’da olan o mekanların size katkısı nasıldı? Yalnızlaştınız mı?

Ahmet Telli: Bazı sanat pratiklerinin mekânı caddelerdir, sokaklardır, meydanlardır. Sokaklar ve meydanlar, bu poetik olanla politik olanın buluştuğu yerlerdir. Bunlardan yoksun oldukça daha kapalı mekanlar rayına çekiliyorsunuz. Oysa bir ressam istemez mi eserini büyük bir meydanda sergilemek? Örneğin Hollanda’da bir meydan var ve orada sanatçı resim sergisi yapıyor ya da müziğini icra ediyor. Burada Grup Yorum’un yasaklanıyor. Çocuklar sokakta Kürtçe parça söylediği için tartaklanıyor. Sanatın bir gözü bir eli bir ayağı sokakta, dışardadır, alanlardadır. Bundan yoksunuz. Türkiye olarak yoksunuz. Ankara daha da yoksun. Ve bunları kapalı mekanlarda pişirmek durumundayız. Ama iki gözünüz daima meydanlarda olacaktır, olmalıdır.

‘KÜLTÜR SANAT HAFIZA MEKANIDIR’

Mekândan yoksun bırakılma hali hafızanın da bir şekilde törpülenmesine, insanların bazı şeyleri çok hatırlayamamasına neden oluyor. Bu durum kültür sanat alanına nasıl yansıyor?

Ahmet Telli: Kültür sanat bir hafıza mekanıdır aslında. Sanat faaliyeti, tozlanmakta olan hafızanın durmadan tozlarını alan bir pratiktir. Bu hafızanın bir yanının açık olmasını sağlamak istiyor egemen güçler. O da gerici politikaları yerleştirmek ve benimsenmesini sağlayabilmek için Kur’an kurslarından camilere kadar inanılmaz vahşi bir şekilde kapitalizmle de ittifak kurarak gerici kültür politikaları yaygınlaşıyor. Tüm bu olumsuzluklar karşısında bile bizim yapabileceğimiz ‘’Ne yapılmalıdır?’’ sorusuna cevap bulmaktır. Bugün için kapalı mekanlarda olsa da alanlara göz dikmek lazım.

Cengiz Kaplan: Gözümüz sokaklarda.

‘ŞİİRİN KENDİ SESİYLE DAVRANMAK LAZIM’

Ahmet Telli: Yüksek sesle değil ama şiirin kendi sesiyle davranmak lazım. Müziğin, sinemanın kendi sesiyle davranmak lazım.

‘UMUT BİRAZ GRİ BİR YALANDIR’

Bu derneğin çalışmaları ve gelecekte yapmayı amaçladığınız şeyler bir yerlerde hep bir umudunuz olduğunu hissettiriyor.

Ahmet Telli: Umut Nietzsche’nin deyimiyle biraz gri bir yalandır. Neyi umduğunu bilmiyorsan umut bilindiğinin tersine geri bir olgudur. Nietzsche böyle söylüyor ben de ona katılıyorum. Neyi umuyorsun? Önce umduğun şeyi somutlamak lazım. Yoksa umut soyut bir şeydir ve ‘’umut fakirin ekmeğidir ye Mehmet ye’’ olur. Ben bu ülkede bir devrim hayalini umudunu eskitmeden yaşıyorsam umduğum bellidir benim. Benim hedefim odur.