YAZARLAR

Hayat sanattan daha önemli

Craxton, hala ülkesinde çok da adı anılan bir ressam değil. Meşher’de 200’den fazla eserden oluşan sergi, hakikaten bugüne kadarki en büyük John Craxton sergisi. Craxton’ın bu okul bitirmemiş hali mi, bir ondan bir bundan esinlenmiş alaylılığı mı bilemiyorum bu görmezden gelmenin sebebi ama bu dönem Yunanistan ve Türkiye’de yapılan iade-i itibar sergileri gösteriyor ki, Craxton bu coğrafyanın insanlarını sevdiği gibi, biz de onu seviyoruz.

Bugün bu yazının başkahramanı gibi, tatlı bir geç kalmışlıkla gelip anlatıyorum hikayesini. Dört ay gösterimde kalan sergiyi, bitmeden tam bir hafta önce anlatıyorum. Maksat güzellik, maksat birliktelik... Deniz, balıklar, keçiler, renkler ve benim de bizzat içinde doğup büyüdüğüm ve pek iyi bildiğim Ege hayatının yavaşlığı...

John Craxton ve arkadaşları Nikos Hadjikyriakos-Ghikas, Patrick Leigh Fermor ile ilk kez Atina’daki Benaki Müzesi’nde tanışıp hayatlarına, renklerine, sohbetlerine özenmiştim bundan beş yıl önce. Bu sene John Craxton’ın bugüne kadarki en geniş sergisi John Craxton: Işığın Peşinde ile İstanbul’da Meşher’de buluştuk yine. Sahil kasabası, tavernalar, danslar, Ege’de günlük hayatın tatlı akışı, denizciler, yazar-çizer, ressam arkadaşlar... Bu sergi, bir gün Ege’de hayatına devam edeceğine inanan tüm hayalci ruhlar için. İçkimizi içelim, sohbetimizi edelim, sonra hep beraber dans edelim. Hayatında sanat eğitimi dahil hiçbir okulu bitirememiş, hiçbir büyük sınavı geçememiş, hatta İngiliz bir sanatçı olarak kendi ülkesinde çok da kaale alınmamış bir sanatçının sergisi bu. Geçtiği tek sınav, üzerinde hayatın keyfini çıkardığı motosiklet sınavı. Elbet, biz Türkler ve Yunanlar bir hedonisti anmak, onurlandırmak isteriz. Şaşılacak şey değil, hepimiz açık ve gizli bir yerlerde hedonistiz.

IŞIĞIN PEŞİNDE

1922 doğumlu ressam John Craxton, hedonist kişiliğinin yanı sıra resmindeki canlı renkleri, ifade dolu fırça darbeleri ile tanınıyor. Mitoloji ve Akdeniz kültüründen ilham alan Craxton’ın resimlerinde özellikle Yunanistan’daki günlük hayatı ve ülkeye olan sevgisini dalga dalga hissediyorsunuz.

Londra’da, sanatçı ve kalabalık bir ailenin bir üyesi olarak doğan Craxton, nüfuzlu ailesi sebebiyle çeşit çeşit ve pek de uyum sağlayamadığı birçok okula gidiyor. Bu okullardan birinde, uzun süre çok yakın olduğu (sonradan da papaz olduğu) Lucien Freud (Sigmund Freud’un torunu) ile tanışarak onun sanatından da çok etkileniyor. Craxton, ilk dönemlerinde sergide de görebileceğiniz üzere, kırsal İngiltere pastoral manzaraları, insanları üzerine çalışıyor limitli renklerle. Resimler karanlık ve hafif depresif. 1940’larda Craxton’ın Yunanistan’ı ziyaretiyle (pek hoşuma giden bir detay olarak) hem sergideki duvarların rengi hem de Craxton’ın resimlerinin rengi değişiyor. Kuzey Avrupa’dan ressamla beraber Ege’ye doğru göçerken bir ferahlıyorsunuz. Oh, tatil gibi!

“John Craxton: Işığın Peşinde” sergisi, Meşher 

Serginin küratörü Ian Collins’in John Craxton biyografisi 'Hayatın Lütufları’nı okumak için çok çaba sarf ettim ama maalesef saramadı. (Bu çabamın sebebi de referans aldığım, Meşher’deki unutamadığım sergilerden Alexis Gritchenko’nun yine YKY’den yine sergi ile beraber çıkan, tadından geçilmeyen 'İstanbul’da İki Yıl, 1919 1921, Bir Ressamın Günlüğü' kitabı idi.) Benim gibi biyografiyi okuyamayanlar için Craxton’ın kankalarından Sir David Attenborough’nun da bol bol yer aldığı kısa Youtube belgesellerinden birinde Craxton’ın etkilendiği Picasso, Miró ve Matisse’in eserleri ile karşılaşmasını dinledim. Bunlardan birinde Craxton’ın savaş zamanı yazdığı bir mektupta, hayatında ilk kez Picasso’nun gerçek bir resmini gördüğünde hissettiklerinden bahsediyordu. Craxton’a göre Picasso resimlerinde renkler adeta sesler çıkarıyor ve tıngırdıyordu. İşte Craxton da Ege hayatına başladığında, sanatının bir imzası haline gelen renkleri tıngırdatmaya başladı. Bu dönemden itibaren Craxton’ın paletinde canlılık ve enerji hissi, mavi tonları, zengin yeşiller ve sıcak toprak tonları yer almaya başladı. Craxton, halkın arasında kırlarda, tavernalarda gezdi ve bugün onun fırça darbelerinden Yunan bir çobanın keyfini, tavernadaki askerlerin, denizcilerin neşesini, bir kasabın gününün dinginliğini hissedebiliyoruz. Craxton, Ege’ye alıştıkça peşinde olduğu ışık yansıdı, renkler çoğaldı.

Şunu belirtmek gerekir ki, Craxton, hala ülkesinde çok da adı anılan bir ressam değil. Meşher’deki anıtsal bir duvar halısı, tablolar, çizimler, baskılar, kitap tasarımları ve kişisel eşyaları da dahil olmak üzere 200’den fazla eserden oluşan sergi, hakikaten bugüne kadarki en büyük John Craxton sergisi. Craxton’ın bu okul bitirmemiş hali mi, bir ondan bir bundan esinlenmiş alaylılığı mı, her zaman (her ne kadar Ghikas’nın daha kübizme yakın bir tarzı olsa da) resimlerini fazla benzettiğim Ghikas’dan aşırı etkilenmesi mi bilemiyorum bu görmezden gelmenin sebebi ama bu dönem Yunanistan ve Türkiye’de yapılan iade-i itibar sergileri gösteriyor ki, Craxton bu coğrafyanın insanlarını sevdiği gibi, biz de onu seviyoruz.

HAYATIN LÜTFU

Her ne kadar biraz zorla okumuş olsam da Collins’in kitabından aldığım ana mesajlardan biri, Craxton’ın özenilecek hayatının nüfuzlu aile ve dostlarından gelmiş olması. Van Gogh gibi kulak kestirecek darlık çekmediği kesin Girit adasında Osmanlı’dan kalma harika bir binada stüdyosunda denizi izleyerek resim yapan Hanyalı paşamızın. Sergiyi bize anlatan çok tatlı Meşher çalışanlarından biriyle, sergideki interaktif stüdyosunda Aaa! Ooo! bağırışları eşliğinde bayağı bir gezdik Craxton’ın stüdyosunu. O güzel ev, o güzel manzara, o harika merdivenler insana ilham vermesin de ne yapsın...

.

Hayat, hakikaten Craxton’a lütfetmiş. Serginin küratörü ve biyografisinin yazarı Ian Collins de “John son derece şanslı, büyüleyici bir insan. Ailesinin haşarı çocuğu olarak ne yapmak istiyorsa onu yapması desteklenen, bu sayede sadece resim yapmakla ilgilenen, ünlü dostlarının masraflarını üstlenmesiyle hayatını geçiren biri. O da hayatın ona sunduğu lütuflara yaptığı resimlerle teşekkürünü sunuyor,” diyor. Ailesi belki çok zengin değil ama yüksek bir entelektüel tabakadan ve bağlantıları kuvvetli. Craxton, aileden aldığı bu görgüyü Yunanistan’da da devam ettiriyor ve ilişkilere önem veriyor. Yunanistan’da yaşadığı her yıl, Ortodoks Paskalyasını Hanyalı Mitsotakis ailesiyle geçiriyormuş mesela. Bu ailenin en geç oğlu Kyriakos, bugün Yunanistan’ın başbakanı. Keza Türkiye’deki sergiden önce açılan Atina ve Girit'teki Craxton sergilerini Mitsotakis bizzat ziyaret etmiş.

Craxton, Yunanistan’da cunta döneminde casusluk ve tarih eser kaçakçılığı ile suçlanarak sürgün edilip ülkesine döndüğünde bile krizi fırsata çevirip bugün en büyük koleksiyonerlerinden olan, doğa belgesellerinden tanıyacağınız, kraliçenin kankası Sir David Attenborough ile arkadaş oluyor. (Diğer büyük koleksiyonerlerinden biri de 44 eser ile Ömer Koç.) Arkadaşının hayatı güzel yaşamaya ne kadar kıymet verdiğini, “Hayat, sanattan önemli,” dediğini anlatan Attenborough, hayattaki en büyük zevklerinden birinin John’un onu Hanya limanın kıyısındaki en sevdiği restorana götürmesi olduğunu söylüyor. “Bana benim bile bilmediğim deniz yaratıklarından oluşan bir tabak verilirdi,” diyor. Hayatta hepimize böyle zevkler, arkadaşlar yahu!

“John Craxton: Işığın Peşinde” sergisi, 23 Temmuz 2023’e kadar Meşher’de görülebilir.


Irmak Özer Kimdir?

Sabancı Üniversitesi Toplumsal ve Siyasal Bilimler bölümü mezunu olan Irmak Özer, lisans eğitiminin ardından Atina Üniversitesi'nde Güneydoğu Avrupa Çalışmaları (MA) alanında ve London School of Economics and Political Science'ta Karşılaştırmalı Politika (MSc) alanında iki adet yüksek lisans programını tamamlamıştır. Kültür-sanat alanında uzun zamandır çeşitli mecralara yazılarıyla katkıda bulunan Irmak Özer, hurriyet.com.tr, Art50, Milliyet Sanat, İstanbul Life gibi önemli basılı ve çevrimiçi yayınlarda sergi değerlendirmeleri ve söyleşiler ile katkı sağlamakta ve ilgili platformlarda konuşmalar yapmaktadır. Irmak Özer, kültür-sanat alanında uzmanlaşmak için İstanbul Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm bölümünü (AA) ve Koç Üniversitesi'nde Arkeolojik Varlıkların Korunması ve Kurtarılması sertifika programını tamamlamıştır. Irmak Özer İsviçre'de yaşamakta ve Uluslararası İlişkiler alanında çalışmaktadır.